25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 26 EKİM 2008 / SAYI 1179 Vicdan... Hızlı ve sert bir öykü... Gönül DönmezColin Üçüncü sayfa meraklıları vardır, insana dair bilgilerini sürekli bu kısa, ama vurucu haberlerle tazelerler. Olaydan uzaktırlar, ihtimal kendi çevrelerine de uzaktır bu tür olaylar. Yeteneklileri hayal gücüyle haberi bir film kıvamına büründürürlür… Her ne kadar popüler kültüre dahil edilip zaaf olarak değerlendirilse de bu haberler toplumun da insanın da çıplak yüzüne serer ortaya... Üçüncü sayfa haberleri sinemacıları da heyecanlandırıyor olmalı ki, Zeki Demirkubuz’dan sonra Erden Kıral da senaryoyu bu kısa, çarpıcı haberlerden kurguladı. Antalya 45. Altın Portakal Film Festivali’nde Nurgül Yeşilçay’a “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazandıran “Vicdan” özetle “kara sevda”yı anlatıyor… En iyi görüntü yönetmeni ve kurgu ödüllerini de alan “Vicdan”ı yönetmeni Erden Kıral’la konuştuk. Yeni filminizin dili, temposu, çekim biçimi, kamera kullanışı diğer filmlerinizden oldukça farklı. Gerçi her zaman kendinizi yinelemek zorundan değilsiniz ama bu seçimdeki motivasyonunuzu öğrenmek istiyorum. Orada “jumpcut” yani sıçramalı kurgu var. Bir tehlikenin gelişini haber vermek, seyirciyi yabancılaştırmak için yaptım. Çünkü adam (Murat Han’ın oynadığı Mahmut karakteri) büyük bir tehlike potansiyeli olarak geliyor. Üstelik pavyon patronundan silahı aldığı zaman şartlı tahliyesini de yakıyor. Neden yapıyor bunu? Orada bir incelik var. Pavyoncu bir oyun oynuyor. “Senin manitan buralarda çalışmıştı” diyor. Bu nedenle kabul ediyor. Çünkü çok özlemiş onu ama kadın artık o ilişkiden yorulmuş; ondan sürekli kaçıyor. Pavyonda ilk karşılaştıklarında ona sanki bir yabancıymış gibi davranıyor. Adam bir tehlike haline geliyor. Bu durumda baştaki anlatımla devam edemezdim. Giderek hızlanmam gerekiyordu. İlk ve son sahnelerin tekrarını açıklar mısınız? Baştaki taksi sahnesinde bir yanılsama var. Adamın kadını öldürdüğünü düşünüyoruz ama sonunda görüyoruz ki ona değil cama sıkıyor tabancayı. Bu ayrıntıyı okuduğum üçüncü sayfa haberinden aktardım. Bu inanılmaz ama gerçek olayı kiremit fabrikalarında çalışan ve geçenlerde Haldun Taner öykü ödülünü alan Hasan Özkılıç’ın iki öyküsü ile birleştirdim ve çok gerçekçi bir öykü oluştu. Nurgül Yeşilçay’a 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi oyuncu ödülünü kazandıran “Vicdan”, bir Erden Kıral filmi. Yönetmen de yarışma jürisiyle aynı görüşte ve Yeşilçay’ın oyunculuğuna hayran. Vicdan’da genel çizgisinin dışına çıkan yönetmen, öykünün kendisine yön verdiğini de gizlemiyor… Kıral bir üçüncü sayfa haberinden esinlendiği öyküden de hoşnut, filminden de… Filmi önce tek başıma kurguladım ve iki saat uzunluğunda bir kurgu çıktı ortaya. Sonra gördüm ki yan etkilerden kurtulmam, üçlü ilişkiye yoğunlaşmam gerekiyor. Bir motivasyona ihtiyaç olduğunu ve çektiğim bazı kareleri atmam gerektiğini anladım. BosnaHersekli, Kusturica ile çalışmış, uzun yıllar Türkiye’de yaşamış, daha çok reklam filmi kesmiş bir kurgucu ve büyük bir usta olan Mustafa Preşava’yı çağırdım. Onunla birlikte filme yeni bir şekil verdik. Ve film bu gördüğünüz halini aldı. İlk görüntüler bir kiremit fabrikasında çalışanların zaman zaman insan olduklarını unutacak kadar zor koşullarda yaşadığını yansıtıyor, etkili bir biçimde. Kiremit fabrikasının cehennemini yansıtmak istedim. Çünkü oradaki koşullar çok ağırdı. Önlerinden tahtalar geçiyor ve bu tahtalara kiremit koyuyorlar ya da varsa kiremitleri alıyorlar. Eğer bir bant sistemi varsa orada yaşayanlar hem kendilerine hem de yaptıkları işe yabancılaşır. Bu yabancılaşmayı anlatmak için bu cehennemi kısa kısa kurgulanmış, çarpıcı planlarla vermek istedim. Ardından gelen onyirmi dakikanın çok hızlı geçmesi gerekiyordu. Böyle olunca film kendini bana dikte ettimeye başladı ve öyle hızlı gitti. İki saatlik kurgudan arta kalanları kullanamadım. Elimde kalan malzeme ile devam etmek zorunda kaldım. Başında benim toplumsal gerçekçi filmlerimi andıran bir atmosfer, ikinci yarısında şaka olarak söylüyorumScorcese filmlerini andıran polisiye havasında bir uslup var. Bu iki uslubu birbirinden bıçakla keser gibi ayırmak mümkün değil, birbirine eklenerek gidiyor. Hız meselesini böyle açıklayabilirim, kısacası daha önce aldığım bir karar değil, film ve öykü kendini dikte etti. Yanılmıyorsam sinemada sayısal efektleri ilk kez kullandınız. Evet, bu filmde dijital efektleri kullandık. Bazı sekansları kutu haline getirdim, yani toparladım. Mesela Nurgül Yeşilçay’ın oynadığı Aydanur karakterinin konservatif adamla ilişkisinde o karakteri bir paket haline getirdim. O dijitaller aslında noktalama işaretleri gibi kullanıldı. Dijital efektlerin sinemada kullanılımına pek sıcak bakmayan ve sizin “Ayna” ve “Dilan” gibi yapıtlarınıza kendini daha yakın hisseden biri olarak bu efektlerden yararlandığınız örneğin tünel sahnesi hakkında bir açıklama yapmanızı isteyebilir miyim? Bu da beni çok heyecanlandırdı. Ben hep gerçeğin peşindeyim. Benim sinemamı biliyorsunuz, bu filmde de suç nedir, suç var mı, bunu araştırdım. Karakterlerin tiplerinde karanlık yerler var ve vicdani bir çaba bu kötülükleri yenmeye yetmiyor. Biraz da bunu anlatıyor film. İki kadın arasında muazzam bir dayanışma var. Tülin Özen’in canlandırdığı Songül karakteri bir insana odaklanarak yaşayabilen biri. Önce eşine odaklanıyor ve daha sonra da kadına. Kocasının ilgisini çekebilmek için onunla birlikte yaşamaya karar veriyor ama sonra bakıyor ki bir yakınlaşma var. Üstelik daha renkli ve kendini daha iyi hissettiği bir hayat. Ve sarılıyor Aydanur’a. Cinsel bir ilişki var mı bilmiyorum ama Nurgül’ün karakteri Aydanur öteki kadına muazzam bir şefkat veriyor. Kirli bir film bu. Bunu anlatırken biraz da saflığı aradım. Her şeyden sonra Aydanur’a kötü kadın diyemem. Öyküde herkes kurban. Bunu hissettirmeye çalışıyorum. İki kadın arasındaki ilişki o iki öyküde var mıydı yoksa siz senaryoda mı geliştirdiniz? Vardı. Hasan’ın öyküsünü okuduğumda baktım ki ezberi bozan bir hikâye ve hiç klişe değil. Çok ilgimi çekti. Ödülden önce onu ilk keşfedenlerden biri benim. Türkçesi çok sağlam ve çok yalın. Sonra yaşadığı dünyayı çok iyi kavrayabilen bir yazar. Bu film ezberi bozuk bir hikâye. Filmde virajlar, ani geçişler var, bu yüzden film devrilebilirdi. Becerdiğimizi sanıyorum. Arkadaşlar çok iyi bir iş çıkardı. Oyunculardan söz eder misiniz? Nurgül’den başlayayım. Aklı mantığı devreye geçirmeyip duygularının peşinden giden bir oyuncu. Karnından doğru oynuyor. Bir yerden ötekine, pavyon kadınından ev kadınına çok kolay geçebiliyor. Sinemamız için çok büyük bir yetenek. Tülin Özen de büyük bir yetenek ama o entelektüel, teoriye önem veren, son derecede dikkatli ve sinemayı seven bir oyuncu. Murat Han ise metodist bir oyuncu. Çünkü Amerika’da sinema eğitimi yapmış. Ben doğaçlama için ön hazırlık yaparken o daha çok yalnız kaldı ve kendi içinde, senaryonun içinde kaldı. Öyle bir çalışma yaptı. Üç tane ayrı ayrı tekniği olan oyuncu ile çalıştım. Bu benim için bir zenginlik. Şunu iddia ediyorum. Bu filmden bu oyuncuları çıkarın benim filmim sıfırdır. Çünkü her şeyi oyunculuklar üzerine bina ettim. Doğaçlama yaptım. Eğer ön hazırlık yapmazsanız doğaçlama yapamazsınız. O zaman herkes kendisini oynar. Nurgül Nurgül’ü oynar, Murat Han, Murat Han’ı. Dikkat ederseniz filmde karakterler bir noktada oyuncuları ele geçirmeye başlıyor. Bunlar heyecan verici. Fatma’yı oynayan Nazan Kesal’ın rolü ufak, ama çok iyi oynuyor. Oyunculuklar beni çok mutlu etti diyebilirim. Kocaman cüssesiyle orada ama erkeğin rolü o kadar gelişmemiş gibi. Gerçi onun rolünün işlevi diğerleri için bir provokatör gibi, olayların gelişmesini sağlayan bir provokatör. Çok doğru bir şey söylüyorsunuz. Öyle. Ama şu da var, iki tane zor psikoloji yaşayan kadın var ve adam dışlanıyor, öteki oluyor. Ben yeniden izleyip seyirci gibi baktığımda Mahmut’un filmi dengede tutabildiğini gördüm. Murat Han’ın ilk yarıda tutuk olduğu yazıldı ama ben buna katılmıyorum. Bir de ilan edilmiş ve edilmemiş cinsellik söz konusu. Bu cinselliği Yeşilçay karakteri temsil ediyor. Sevişme sahnelerinde de çok gerçekçi davrandı. Bu sahnelerde çıplaklık göstermeden sonuç alabildiğimizi sanıyorum. Cinsellik her an hissediliyor filmde. Adamın Rambo gibi ortalıkta dolaşması mesela. ‘Bir proleterin sırtında döğme olur mu’ filan dendi. Bunu bir işçiden görmüştüm, onun için yaptım. Bunun da bir gerçekliği var. Bu adam yırtmak istiyor. Oradan bir yere varamayacağını biliyor ve en büyük hayali bir pavyonun sahibi olmak. Onun için kapıdan başlıyor işe, bir gün sahibi olacağını sanıyor. Bu bir melodram ama ben bu melodramı postmodern bir şekilde anlatmaya çalıştım. Attila (Dorsay) da “Vicdan” için “melodramın bir zirvesi” dedi “Vicdan” için. Filmi çok beğenenler de var, hiç beğenmeyenler de. Demek ki film tartışılıyor. Bu da iyi bir şey. Filmin müziği Zülfü Livaneli imzasını taşıyor. Filmde müzik öne geçmedi, çünkü Livaneli geniş bir müzik yaptı. Güzel bir müzik ama benim filmim dar, daha çok psikolojik koridorlar var, kiremit fabrikasının koridorları, lunaparktaki korku tünelleri... O koridorlar yavaş yavaş psikolojik koridorları da oluşturdu. Bu nedenle geniş müzik yerine onun verdiği başka parçaları kullanarak yaptım. Ve Livaneli’nin geniş müziğini de son jenerikte kullandım. Peki, Livaneli filmi gördü mü? Tepkisini merak ediyorum. Yoktu. Frankfurt’taydı ama filmin müziksiz halini gördüğünde “Çok müthiş bir şey yapmışsın” dedi. Kadınların sefa âlemini göstermişsiniz. Merak ediyorum, öyle şeyler oluyor mu? Filmde esrar filan da içiliyor. Rüya gibi bir şey, biraz trip gibi. Başlangıçta Murat Han ile Nurgül’ü gösterdiğim, köçek filan oynatılan yerde, arka bölümde, sevişmek değil, çiftleşilen odalar bile var. O gün kadınlar matinesi yapılıyor, sonrasında ne oluyor, onu bilmem ama böyle yerler var ve yazar böyle yerlerde böyle şeyler olduğunu söylüyor. Gençliğinde çok gitmiş. Dağın tepesinde, artık çalışmayan, paslanmış, bakımsız böyle bir yer buldum. İş yapamıyor, boş, çünkü insanlar artık oralara çıkmıyor, Rus kadınlarıyla falan yatıyorlar. Filmi orada çektim, hatta sahibini ve kızını da oynattım. Hani güzel bacaklı bir kız vardı ya… Yani her şey gerçek. Tanrının eli vardı bu filmin üstünde. İşler yolunda gitti. Cem Özer’in katkısı neydi? Prodüksüyonunu yaptı. Beni Alaçatı’ya götüren, bu kiremit fabrikasını bulan da Cem. Ben başka fabrikalar bulmuştum. Fono Film de postprodüksiyon aşamasında bütün sorumluluğu üzerine aldı. 132 kopya ile oynuyoruz. Filmi seviyorum. Dış festivallere götürmeyi düşünüyorum. MASUMİYET, KADER, İKİ GENÇ KIZ... “Altyazı”nın son sayısında filmlerinizde vicdan konusunda ilginç bir çalışma gördüm. “Ayna”da vicdan meselesi çok yoğundur. Kadın “vicdanım, vicdanım” diye inler. “Mavi Sürgün” deseniz bir insanın kendi babasını öldürmesi az iş değil. Vicdan ve ahlak sorunsalı dikkatimi çekiyor. Ben bunları özel olarak seçmiyorum ama demek ki bilinçaltı bu kavramları seçiyor. Filminizi “Masumiyet”e ya da “Kader”e benzettiler. Ben bunu biraz saçma buluyorum. O filmlerin meselesi başka. Türk sinemasında kara sevda ne ilk ve ne de son. Binlerce Yeşilçam filminde kara sevda var. Ben kiremit fabrikasında çalışan kadınları anlatıyorum. Özet bu. Mesela Fatih Övgüven ki en iyi yazarlardan biri o konu ve doku olarak benzediğini söylüyor. “Ama buradaki fark bir cinsellik, bir libido olması” diyor. “Bütün memleketin fokur fokur kaynayan libidosu var, bu film bunu ortaya çıkarıyor.” Bu da çok önemli. Benzetme hastalığı biraz sıkıcı olmaya başladı.. İki kadın köprü üstünde elinde bira kutusu ile yürüdü diye film “İki Genç Kız” mı oluyor? Ben o filmi görmedim. O sahne diyalogsuz, provasız bir sahne ve dünya sinemasında bile yok. İstediğiniz gibi konuşun dedim Nurgül ile Tülin’e. Çok ağır küfürler var. Gökten inen gelin de Kusturica’ya benzetildi. Çingene düğünlerinde bunu hep yapıyorlar ama insanlar burunlarının dibindekini görmezler. Bu filmi yönetmenler çok beğendi. Güzel şeyler duydum. açıp ara verme diyorlar. Devam etmek istiyorum. Preşava “40 yaşın altındakilerin filmi” dedi. Hoşuma gitti. Coşkulu bir film. Enerjisi var. Çağan Irmak aradı, “En genç Atıf Yılmaz vardı, şimdi sizsiniz” dedi. Yeni şeyler denemek istiyorum. Attila “ben eski ağır filmlerinin hayranıyım” diyor ama bu filmi de çok beğenmiş. Yeni şeyler deniyorum. Daha önce yaptıklarım birçok sinemacıya önder oldu, Yılmaz’ın filmleriyle birlikte Avrupa kapılarını açtı ama bunlar çeyrek asır geride kaldı. Zaman değişti, ben de değiştim. Ben kendimi hep yeniledim. Yenilemeseydim ayakta kalamazdım. Çünkü biz yarış atı gibiyiz. Her yarıştan sonra daha hızlı olmak zorundayız. Sektör çok acımasız bir sektör. Doğru dürüst bir şey yapamazsanız, iki üç yıl ortadan kaybolursanız unutulursunuz. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear