29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

R PAZAR 8 15/11/07 15:29 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 18 KASIM 2007 / SAYI 1130 Aynı dünyanın canlılarıyız Deniz Yavaşoğulları ir ay önce, ailemizin en sevecen ve en mutlu ferdini, Cesur’u kaybettik. O Golden Retriever cinsi bir köpekti, tek tesellim mutlu yaşamış olması, gözlerini hayata kötülüğün ne olduğunu öğrenemeden kapaması. Diğer köpeğimiz Kömür gibi değildi Cesur, ne sokakta doğdu, ne de aç kaldı, üstelik cinsti ve çok güzeldi. Cesur öldükten sonra “bir köpek daha alsak mı?” diye düşündük, babam bunu ihanet olarak gördü, ama annem ve ben ona katılmadık ve önce yuvası olan, terk edilmiş mutsuz bir köpek almaya karar verdik. Araştırma işini ben üstlendim. İlk işim internete girmek oldu, Ada Barınağı'nın sitesine ulaştım ve hayvanların zor durumda olduğunu, gönüllülerin zorluk içinde onları yaşatmaya çalıştıklarını okudum, gönüllü Sultan Gülyar'ı aradım. Ertesi gün, evde yorgan battaniye ne varsa bir torbaya doldurduk, mama da aldık ve adaya gittik… Gülyar sitedeki yazının eski olduğunu, şimdi hayvanların rahat yaşadığını, üstelik yeni bir barınak yapıldığını, 100 kulübeye ihtiyaçları kaldığını söyledi... Sakinleştik ve rahatladık. Gülyar doğma büyüme adalı, küçükken mahallede baktıkları İnci adlı köpeğin zehirlenmesini, onlardan yardım isteyişini unutamıyor. Şimdi, Adalar'da yaşayan tüm köpeklerin kurtarıcı meleği o. Dönerken konuştuklarımızı düşündüm, artan köpek dövüşlerini, tecavüz vakalarını, gönüllülerin ilgilenmediği barınaklarda hayvanların ömür boyu açlık sefalet içinde dört duvar arasına hapsolmalarını… Üzülmek yetmiyordu, yoluma devam ettim. Hollanda'dan getirilen beş ceylanın Türkiye’ye girişleri ancak kutuda geçirdikleri 35 günün sonrasında sağlandı; eğer kabul edilmeselerdi, uyutulacaklardı! Türkiye’de hayvanların hayatı insanların insafına bağlı.. çünkü yasa yetersiz, üstelik uygulanmıyor. Belediyeler köpekleri su ve yemek bulamayacakları ormanlara atıyor, gönüllülerin olmadığı barınaklar ise sanki yaşamak değil, ölmek için... Meral Olcay geçmişi acılı köpeklerinden sevgiyi esirgemiyor (sağda). Beria Atamtürk ve Sjoukje Robben sokaktan sahiplendikleri köpekleriyle çok mutlular. (sol altta). B Berrin Olcay köpekleriyle tek tek ilgileniyor. İkinci durağım Yedikule Barınağı oldu. Bu barınağı internetten takip ediyordum, ama köpeklerin, gönüllü yönetici mimar Meral Ocay’ın geçmişteki en büyük fobisi olduğunu bilmiyordum! Yedikule Barınağı’nda iki bin köpek var, barınağın temel ihtiyaçlarını Fatih Belediyesi karşılıyor. Köpeklerin çoğunun geçmişi acılı, ama şu an için şanslılar, üstelik sık ziyaret ediliyorlar. Neredeyse hepsi, ya aklın almayacağı işkencelere uğramış, ya da terk edilmişler, nasıl hâlâ insanları sevebiliyorlar, anlayamıyorum… İnternette aramalarımı sürdürdüm, www.haytap.org sitesinde bir resim dikkatimi çekti, Kütahya Barınağı’nda çekilmiş, iki yavru köpeğin yanında yerde, yarısı yenmiş başka bir yavru yatıyordu. Hemen Kütahya Doğayı ve Hayvanları Koruma Derneği’nden Sunay Birsen’e mail attım, yanıt, benzer olayların çok olduğunu, belediye başkanının barığınağa gitmelerine sınırlama getirdiğini, barınak yetkililerinin de ilgilenmediğini anlatıyordu. Kütahya’da halk da sokaklarda kedi, köpek görmek istemiyormuş. Yeterli sayıda gönüllü ve yardım bulmakta zorlanıyorlar, imkânları çok kısıtlı, kuru mamaya ihtiyaçları var… Deniz Yavaşoğulları Yedikule Barınağı’ndaki Gümüş ile... Fotoğraf: Vedat Arık “Belediye, valilikten kuduz aşısı için ödenek alıyor, onu bile vermiyorlar, tüm köpekleri kısırlaştırıp aşılatıyoruz, bölgelerinde istenmeyenleri burada tutuyoruz, ki Beykoz’da çoğu istenmiyor”. Beykoz Barınağı’ndaki şanslı iki bin köpek arasında ormanlardan yakalananlar, parayla alınıp sokağa atılanlar da var. Doğru dürüst satışı olmayan Bobtail cinsi köpekler var mesela, Berrin Olcay “kahverengi Cocker’ım var ama yeni mobilya aldım, siyah Cocker’la değiştirebilir miyiz?” diye soran bile olduğunu söyledi. Beykoz’da en çok aklımda kalan bir yavru oldu, ama terslikler terslikleri izledi ve onu alamadık, umarım bizden daha iyisini bulur. Hayvanların yaşam koşullarını ve haklarını araştırırken Türkiye’nin ilk hayvan hakları konulu paneline de katıldım. Sevil Atasoy, seri katillerin geçmişinde hayvanlara işkenceye sıkça rastlandığını anlattı. Hatta FBI’daki davranışbilimcilerin en çok dikkate aldıkları noktalardan biriymiş bu, ama maalesef Türkiye’de sicile bile işlenmiyor bu suçlar. Panelin diğer bir getirisi de Beria Atamtürk’le tanışmak oldu. O da bireysel gönüllü, Emirgân’da oturuyor ve korudaki hayvanları koruyor. Emirgân’da lale festivaliyle başlayan bir mücadele onunki, Hollandalı Sjoukje Robben de ona yardım ediyor, çünkü Emirgân’da lale tohumlarını yiyorlar diye kısırlaştırılmış, aşılı zararsız köpekleri bile rehabilitasyon merkezine götürüyorlar ve eğer ki gönüllüler onları teşhis etmezse ormanlara atıyorlar. Halk da bu duruma ses çıkarmıyor, ama son bilgiye göre problem şimdilik çözülmüş. ? ? ? KÖPEĞİMİN RENGİ MOBİLYAMA UYMUYOR! Beykoz Barınağı’na, gönüllü Berrin Olcay’la gittim. Olcay’la aynı sokakta oturuyoruz, tanışmamızın nedeni yine bir köpek. Bir yavru köpeği itlaf etmeye çalışan belediye görevlilerine engel olmaya çalışırken, yardımıma koşmuştu, yavruyu değil, ama olup biteni korkuyla izleyen anne köpeği kaçırıp kurtarmıştık. Yol boyunca ilk köpek itlaflarının 2. Mahmud zamanında yapıldığından tutun da yeni itlaf taktiğinin köpeklerin ormanlara atılması olduğuna, ormanlarda köpek peşinde koşturduklarına kadar ne varsa, konuştuk. “Her şeyi kendi imkânlarımızla zar zor bu hale getirdik” dedi. Fotoğraf: Serkan Yıldız PAZAR SÖYLEŞİLERİ Otomatlaşma Ataol Behramoğlu âzım Hikmet Türk şiirinde fütürizmin ilk örneği sayılabilecek “Makinalaşmak”ı yazdığında çok gençti ve dünya gerçekten de “makineleşmek”in başlangıç dönemlerindeydi henüz… Günümüzde ise, makineye bağımlılık insanı makinenin kölesi durumuna getirdi. İşçi, teknisyen, mühendis, başlangıçta yöneticisi olduğu makinenin bugün bir parçası, sonuçta da otomatı konumunda… Günümüzde insan mı makineyi makine mi insanı yönetiyor sorusunu yanıtlamak gitgide güçleşiyor… Bana sorarsanız bugünün insanının bir makineinsan, bir otomat olduğu apaçık bir gerçektir… Yöneten konumunu yitirerek makinenin buyruğuna giren insanının sorumluluk duygusu da ister istemez azalacaktır… İstencini bir başka istencin buyruğuna veren bu insan, bağımsızlık duygusunu da büsbütün yitirecek, sonuçta N kendisine verilen buyrukları yerine getirmekle yükümlü bir otomata dönüşecektir… Bekir Yıldız “Motorize Köleler” adlı uzun anlatısında böyle bir “otomatlaşma”nın örneğini vermişti. Almanya’nın günlük yaşamından bir kesitin sunulduğu bu anlatının yazıldığı, yanlış anımsamıyorsam 1970’li yıllarda, Türkiye henüz makineleşme kıskacına günümüzdeki ölçüde girmiş değildi. Bugün ise, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizdeki trafik selinde ileriye doğru milim milim kıpırdamaya çalışan insanın herhangi bir iç özgürlüğünden, bağımsızlık duygusundan söz edilebileceğini sanmıyorum… Bu insan tam olarak bir “motorize köle”, makinenin buyruğundaki bir yaşamın tutsağıdır. Makinenin insan yaşamına sağladığı sonsuz olanaklar, kolaylıklar konusunda kuşku yok. Modernleşmenin kaçınılmazlığı konusunda da… Öte yandan, makine karşısında iç özgürlüğümüzü bağımsızlığımızı yitirdiğimiz, giderek makine bağımlısı, edilgen ve mutsuz yaratıklara dönüştüğümüz de bir gerçek… Bireysel bağımsızlık duygusunu yitirmemizin en yıkıcı sonucu ise, onunla birlikte yaratıcılık yetilerimizi de yitirmekte oluşumuzdur… Öyleyse, makine karşısında bağımsızlığımızı yeniden kazanmak, ya da hiç değilse büsbütün yitirmemek için bir şeyler yapılamaz mı? Doğadan büsbütün kopmamaya çalışmak, bu konuda yapılabilecek şeylerin başında geliyor… Doğanın bir parçası olduğumuzu duyumsamak makine tutsaklığından kurtulmamıza yardımcı olabilir… Bunun yanı sıra, günlük yaşamın tekdüzeliğini aşmak için, bir çalışma günü içinde bile kendimize küçük zaman parçaları ayırabilmeliyiz… Bu kısacık sürelerde okunacak bir şiir, birkaç dize, bize kendi iç dünyamızın kapılarını aralayacak, geri dönüşsüzce geçmekte olan zamanın değerliliğini bir an için bile olsa duyumsamamızı sağlayacaktır… Ruhu öldürücü özel araç bağımlılığından kurtulmak, makine köleliliğinin günümüzdeki en yaygın örneği olan bu tutsaklığı sınırlamak yine kendi elimizdedir… Makine köleliliğinden kurtulmada bireysel çaba kuşkusuz ki yeterli değil. Toplumsal alanda da birçok şey yapılabilir, yapılmalıdır. İnsanların kendilerine daha çok zaman ayırabilmelerine olanak sağlanması bunların başında geliyor… Otomatlaşan, kendi içinde derinleşemeyen insan, eninde sonunda kapitalizmin de işine yaramayan bir robota dönüşecektir… İnsan, kişiliğini geliştirebildiği; iç bağımsızlığına, özgürlük duygusuna sahip olabildiği ölçüde yaratıcı insandır… Günümüzde bunu başarabilmenin başta gelen koşullarından biri, otomatlaşmaya karşı çıkmak, makinenin tutsağı değil onun yöneticisi olmayı başarabilmektir… ataolb@ cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear