29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 SAVAŞÇI “Erkekleri korkutuyorum” der. Elbette erkekleri korkutmaktadır, bu güçlü amazon. Kimse içinde yaralı bir çocuğun ağladığını görmediği için, kendinden emindir. Küçük kızın hangi acısı büyük kızın acısına denk gelir, kimden öç almaktadır? Babasından, dedesinden, ağabeyinden, patronundan, eski erkeğinden mi? Belki de bu kendini aşağılayan, “Ben, asla yapmazdım!” diye ant içen annesidir... Arzularıyla temasta olmayı ya da bir çift kurma gereksinimini nasıl da reddetmekte ve özerkliğine yatırım yapmaktadır savaşçı kadın. Yaşamının tek oyuncusu olmak ister ve kendi değerinde kimse olmadığı çıkarımını yapar. Bazıları onu kendini beğenmiş bulur. Gerçekte, durmaksızın yetersizlik ve üstünlük kompleksleri arasında salınmaktadır. Korkusunu nasıl yenmeli? Erkeklerin celladı olmazdan önce belki de kendi kendisinin kurbanı olduğunun bilincine vararak, kendi öyküsüyle uzlaşarak. 6 AĞUSTOS 2006 / SAYI 1063 “Erkekleri korkutuyorum”, “En iyiyi bekliyorum”, “Çocuklar asla kabul etmez”, “Acı çekmek istemiyorum”... Bunlar yalnız kadınların kullandıkları bahanelerden birkaçı. Kimi savaşçı görünümünün ardına saklanıyor, kimi bağımsızlığına düşkün kadın rolü oynuyor. Hepsinin ortaklığı yalnızlığı ve korkuları. Peki gerçekte nelerin üzerini örtüyor, nelerle yüzleşmekten kaçınıyorlar? İşte yalnız yaşamı seçmek için sekiz yanlış neden ve bundan kurtulmanın yolları. Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY VAZGEÇMİŞ “Kimseyle tanışmıyorum” der. Gerçektir, kimseyle karşılaşmaz. Risk yoktur. Savaş açmadan önce kendini yenik ilan etmeyi yeğler ve tanışmanın gerçek tehlikesiyle yüz yüze gelmez. Yadsımak onun için kendine güvenini tümden yitirmemesini güvenceye alan bir çelik zırhtır. Öte yandan biraz üstüne gidilince, hemen “Zaten ben bir hiçim.” deyiverecektir. Bu süreğen değersizleşmenin ardında nasıl bir anne saklıdır? Ona düzenli olarak: “eğer biraz zayıflarsan / saçlarını uzatırsan / daha kadınsı olursan / daha fazla dışarı çıkarsan... bir erkekle tanışabilirsin” diyen ve iki lafın başında “Vah zavallı kızım” diye içlenen bir anne. Kendini bu denli kötü hissetmenin acısıyla savaşmak için, “Ben bir hiçim” yerine “Bütün erkekler bir hiçtir” deme riskini göze alır. Annenin söylediği de budur zaten. Korkusunu nasıl yenmeli? Kendine güvenmeyi öğrenerek; gerçek değerinin bilincine vararak. Yalnız kadın nelerden korkar? BAĞIMSIZ “Özgürlüğümü çok seviyorum” der. Pek faaldir, spor yapar, müzik yapar, sergilere, konserlere takılır, kız arkadaşlarını görür, tatile çıkar, kısacası, kendine ayıracak bir dakikası bile yoktur. Bu ajandanın neresine “erkek” notu düşebilecektir? Gerçekte sorunu tersinden almıştır, yaşamı bir erkeğe yer bırakmayacak denli dolu değildir, bir erkek yaşamında yer edinmediği için yaşamını tıka basa doldurmuştur. Bu mutlak denetim gereksinimi, kendini kapıp koyverme korkusu nereden gelmektedir? Kuşkusuz geçmişinden, müdahaleci ve otoriter, yaptığını yargılayan, hep eleştiren, hep meraklı bir bakış içindeki anne ya da babanın varlığından... Tıpkı küçük kızın bu sorgulayıcı bakışa “hayır” diyememesi gibi, büyüğü de bir erkeğe karşı gelmeyi becerememekten yakınır. Böylece kapıları sürgüler ve kimseleri yanına yaklaştırmaz. Korkusunu nasıl yenmeli? Bir ilişkinin güç sınaması olmadığını anlayarak, “Hayır” demeyi öğrenerek. ROMANTİK “En iyiyi bekliyorum” der. Romantik büyümemiştir. Çocuğun mutlak güçlülüğü içine konaklamıştır ve her şeye sahip olabileceğine inanır. Bir çok alanda parlak, iş bitirici, uyanık olabilen bu kadın, duygusal gerçeklikle karşı karşıya kaldığında tümüyle kördür! Fildişi kulesinin tepesinde oturur ve beyaz atlı prensini bekler. Yüceltilmiş aşk ve romaneskin tüm süslerinin korkusunu savmıştır, ama gündelik yaşamı bütünüyle reddederek yaşar. Kötü haber: Çok uzun süre bekleyebilir, çünkü ötekine karşı harekete geçmezse öteki de kendine gelmeyecektir. Her şeyin ötesinde, beyaz atlı prensin bir insandan başka bir şey olamayacağı olasılığını, yani kendi gibi yenilebilir ve hatalarla dolu olduğunu kabul etmediği sürece o kuleden inemeyecek, yani yaşamayacaktır... Korkusunu nasıl yenmeli? Gerçekle yüz yüze gelerek, tek başına sinemaya giderek ya da internette chat yaparak. HEMŞİRE “Hep kaybedenlere çatıyorum” der. İşin kötüsü bu doğrudur. Ne var ki, bu sevilmeyi istemeyip, yararlı olmayı istemesindendir. Her zaman özsever yaraları olan bir erkek ona çekici gelecek, onu iyileştirmeye kalkışacaktır. Oysa bu acı üstüne kurulu bir ikilidir. Çünkü ötekini severken, sevildiğini sanır, ama öteki bir vampirdir: Verecek hiçbir şeyi kalmayana dek onu sömürür ve bir kenara atar. “Ona yaptığım bunca şeye karşın...” diye bekler durur hemşire. Bu aşk düşüncesi çoğu kez anne ve babasının buyruklarından gelir. Annesinin kendisine “Neden yalnız kalıyorsun anlamıyorum, bir erkeği mutlu edebilecek her şeye sahipsin?” dediğini duymuştur hep, ama burada sözü edilen aşk değildir. Burada kendini adamaktan söz edilmektedir. Korkusunu nasıl yenmeli? Yaşamının oyuncusu olmak yetisini eline geçirerek, ötekine değil, ilişkiye hizmet ederek... YARALI “Acı çekmek istemiyorum artık” der. Bir erkeği yitirmiştir, onu bırakmış ya da terkedilmiştir, aşk ve acı kurbanıdır. Henüz, çok gözünde büyüttüğü bir maceranın yasını tamamlayamamış da olabilir. Belki de aklında idealize ettiği bir erkek vardır, bir baba, bir kardeş, bir dost... Her durumda gereken yası tutamamıştır. Kurban olarak kaldığında, yaşamının oyuncusu olamamıştır ve kendini yeni bir öykü için hazır hisssetmemektedir. Gözde büyütülmüş bir maceranın tutsağı olduğunda, yeni tanışmayı erteler ve hayal gücüyle çatışmaya girmekten kaçınır. Bekârdır ama yalnız değildir, her durumda hazır değildir. Korkusunu nasıl yenmeli? Başarısız öykülerinin üstünde çalışarak. Yenilgilerindeki kendi payını kabul ederek. ACI ÇEKEN ANNE “Çocuklarım asla kabul etmezler” der. Çocuklarının arkasına sığınarak, bağlanmayı reddetmesini, tanışmaktan korkmasını gizler. Onda hemşire ve platoniği bir arada buluruz: Anne olmak kadın olmamak için mazeret olmuştur. Dram, hissini çocuklarının riski altında bırakmasıdır, sonrası, yaşamak ve sevmek için zorlu bir suçluluk duygusu... Bu nedenle, kendilerini aşktan alıkoyanlara karşı ayaklanmaları çok zordur ve kendilerini boğan bu göbekbağını kesmeye kalkışamazlar. Korkusunu nasıl yenmeli? İyi niyeti ve analık sağduyusu ile savaşarak. Kendine geri dönmeyi öğrenerek. PLATONİK “Seksi sevmiyorum” der. İşine tapar, dostlarla çevrilidir, kısaca, cinsellik amaç olmadığı sürece başkalarıyla mükemmel ilişkiler içindedir. Aşktan değil, cinsellikten korkar. bu aslında seksi az ya da kötü yaşamış bütün kadınlara özgüdür Önceden, kocalarının kollarında bu korkuyla iyi kötü çatışıyorlardı. Bugün, olmayan bir libidoyu kamufle edebilmek için, herkesçe tümüyle onaylanan bir bekârı oynarlar. Ne var ki zaman geçtikçe, korku daha da kabuk bağlar. Hipercinselleşmiş toplumumuz da onlara güven sağlayıcı yapıda değildir. Üstüne üstlük, gerçekte, bu zevk buyruklarına yanıt vermeyi bilememek, platoniklerimizi bir “anormallik” içine hapseder. Korkusunu nasıl yenmeli? Bedenini ve fiziksel duyularını dans, spor ya da bedensel terapilerle işleyerek. CUMHURİYET 16 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear