Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 PAZARIN PENCERESİNDEN “Gemide” filmiyle sinemanın üzerindeki ölü toprağının atılmaya başladığı hissini uyandırmıştı Serdar Akar. Sonra araya yıllar girdi, eleştirilen işler yaptı. Şimdi bir gazete haberinden esinlenerek yaptığı “Barda”yla derin bir soluk alıyor, seyirciye de aldırmayı hedefliyor. Filmini “bir medeniyet eleştirisi” olarak tanımlıyor Akar, yola çıkış cümlesi ise son derece can alıcı: “Hepimiz tanımadığımız biri ile aynı asansöre binmekten bile korkar olduk”... O şimdi çanta! Selçuk Erez İ lk kuşkulanan İsmet oldu. İsmet, daha doğrusu “lacoste” İsmet, Hayvanat Bahçesi’nin kırk yıllık timsah bakıcısıydı; bundan bir ay önce bir sabah timsah havuzunun bulunduğu kafese girmiş, hayvanları beslemeye başlamıştı. İsmet, timsahlardan en çok Lüset’i severdi. Lüset’in de ona karşı ilgisiz olduğu söylenemezdi. Timsah güzeli Lüset, İsmet’i görünce kırıtmağa, ağzını şapırdatarak yürümeğe başlar, yanına varınca kocaman ağzını, bademcikleri görününceye dek açar ve İsmet’in attığı balıkları havada kapardı. Bu sefer öyle olmadı: Lüset, İsmet’i görünce coşmadı. İsmet ona en sevecen sesiyle seslenince bile oralı olmadı “Hasta mıydı?” Rengi solukçaydı ama canlıydı, hareketliydi.. “Aniden Alzheimer gibi bir şey mi olmuştu?” Sanki birisi, o gece İsmet’in Lüset’ini almış, yerine bu soluk derili, frijit timsahı bırakmıştı. Durum, Hayvanlar Bahçesi Müdürlüğü’ne bildirildi ama yönetim, bir timsahın böyle geceyarısı değiştirilebileceğine inanmadı! On beş gün sonra olup bitenler, kurumda gerçekten bazı tuhaflıkların gerçekleşmekte olduğunu düşündürmeğe başladı: Ortopedi hocalarından Sarp Kut kaçırıldı. Prof. Kut, yedi gün sonra Balgat’ta bir arsada elleri bağlı ve baygın bir halde bulundu. Prof. Kut, başından geçenleri polise anlattı: Kafama çuval geçirilip kaçırıldım. Bir otomobille uzun süre götürüldüm. Gözlerim açılınca büyük bir garajda buldum kendimi. Garajın ortasında kocaman bir fil duruyordu. Safariye gider gibi giyinmiş biri, tüfeğini kaldırıp hayvanı vurdu. Adaleti sağlamak kimin işi? Nadide Karademir Fotoğraf: HIDIR DURMAN S Fil çöküverdi; öldü sandım ama meğerse bayıltıcı iğne atmış! Bana ortopedide kemik kesmek için kullanılan testereleri, kösküleri getirdiler: Hayvanın dişlerini köklere yakın kes ve yerlerine şu sıkıştırılmış kemik tozundan yapılmış dişleri vidala! “Size bir dişçi tavsiye etsem de o yapsa..” diyecek oldum tüfeği kafama dayadılar. Bir saat çalışarak dediklerini yaptım. İş bitince Safarici, “Güzeeel!” dedi ve bu sefer bana ateş eti; bayılmışım! Hayvanlar Bahçesinde yapılan yüzleştirmede Prof. Kut, o fili tanıdı ve bu hayvanın gerçekten kıymetli dişleri sökülmüş fil olduğu anlaşıldı. Hayvanlar bahçesindeki timsahın, derisi kalitesiz bir benzeriyle değiştirildiği ve filin kaçırılıp dişleri söküldükten sonra sahte dişlerle yerine bırakıldığı anlaşılınca Toplu Kaçakçılık Bürosu elemanları, bu işin ancak kurumun içinden destek ve yardımla yapılabileceğini düşünüp müdür ve yardımcılarını sorguladı. Bazı görevliler her şeyi itiraf ettiler. Böylece sadece fille timsahın değil, daha birçok hayvanın sahteleriyle değiştirilmiş olduğu ortaya çıktı. Bu ara, iki zebranın, Glock marka tabanca ile korkutulmuş bir kuaförün (Eskiden Necatibey’de Altan’ın yanındayken şimdi Çankaya’da trafik ışıklarının orda Mehmedin dükkânında çalışıyor) kök boya ile çizgi, çizgi boyadığı eşeklerle değiştirildiği, meşhur piton yılanının da aslında kaçmış olmayıp, derisi için bayıltılıp kaçırıldığı ve İstanbul’da çantacılara satıldığı da anlaşıldı. İş buraya varınca çok şey söyledi. En doğrusu, Hayvanlar Bahçesi’nin eski kapıcısı, Altındağlı Rüstem’in söylediğidir: Rüstem, “Zaten,” demişti, “Atatürk gittikten sonra bu ülkede sahtesiyle değiştirilmemiş canlı, cansız ne kaldı ki?” erezs@superonline.com erdar Akar yapımcılığını da kendi üstlendiği senaryosu Barda’nın çekimlerini geçen günlerde tamamladı. Film duvarında “futbol yalnızca asla sadece futbol değildir” yazan, içinde futbol da oynanan Vesika adlı bir barda geçiyor. Oynanan futbol maçını kaybedenler kazananlara içki ısmarlıyor. Hikâye bu barda birbirinden farklı dünyalara sahip iki genç grubun karşılaşması ile başlıyor. Nejat İşler, Serdar Orçin ve Hakan Boyav gibi tanınan oyuncuların olduğu daha yaşlıca olan grup, 20’li yaşlarındaki gençleri rehin alıyor. Sonrası şiddetin şiddetle sorgulandığı bir hikâye... Serdar Akar: “Hepimiz tanımadığımız biri ile aynı asansöre binmekten bile korkar olduk, bu bir medeniyet eleştirisi, şiddet her yerde, peki adaleti kimler sağlıyor bunu sorgulamak, sorgulatmak istedim” diyor. Kurtlar VadisiIrak sorulduğunda ise verdiği yanıt çok net: “Adım Serdar Akar, sinemacıyım, film çekerim başka iş bilmem ve yine öyle yaptım, film çektim. Artık bunları konuşmak değil önüme bakmak istiyorum...” Ne var yani, sinemacı sinemacıya benzer. (Gülüyor) Ama Tarantino Amerikalı sonuçta. O Amerika’yı anlatıyor, orası başka bir dünya. Tarantino da alt kültürü anlatır ama... Alt kültürden bahsediyoruz, peki üst kültür ne? Kim bu üst kültür? Belki idare edenler ve edilenler demek daha doğru. Bu filmde yönetenler yani idare edenler de var, idare edilenler de. İkisinin arasındaki ilişkiyi anlatıyor, ama hikâyenin baş kahramanları elbette ki idare edilenler. İnsanlık tarihinde, ilk yazılı metinlerden beri sorgulanan bir konu “adalet” bu filmle sizin de konunuz oldu galiba... Evet. Aslında şiddetle beraber adalet sistemini de ciddi olarak ele alıyoruz. Adaletin işlemesine kim karar verecek, önümüzdeki hukuk yeterli mi ya da hukuğa inanıyor muyuz? Kim bu hukuk sistemini kurdu, suçlu kim, adaleti kimler sağlıyor? Tüm bunları sorgulayan ve sorgulatan bir film oldu. Filmin hikâyesinin bir tecavüz haberine dayandığı yazıldı her yerde. Hangi haber bu, bizlerin de ilgisini çekmiş midir? Sadece tecavüz diyemeyiz. Bu hikâyenin ortaya çıkışı daha önce Türkiye’de olmuş bir olaya dayanıyor. Birebir aynısı değil tabii ki. İçinde kurmaca birçok öykü de var. Sadece çıkış noktası o olaya dayanıyor. Hangi olay olduğunu da izleyince anlayacaksınız. O kadarını söylemeyeyim artık. FİLMLER BENİM HAYATA BAKIŞIM Kimler oynuyor? Yaklaşık 1516 yan rolün haricinde çok önemli roller var. Bunların bir kısmı genç oyunculardan oluşuyor. Bu yüzden çekimlerden önce üç ay oyuncu seçmeleri yaptık. Genç yüzleri pek tanımayacaksınız, ama hepsi çok iyi oyuncular. O yüzden isimlerini özellikle vermek istiyorum: Melis Birkan, Doğu Alpan, Burak Altay, Meltem Parlak, Nergis Öztürk, Salih Bademci... Gençler dışında artık olgunluk aşamasına gelmiş oyuncularımız da var, Nejat İşler, Serdar Orçin, Hakan Boyav, Erdal Beşikçioğlu, Volga Sorgu, Şebnem Köstem, Nergis Öztürk, Eray Özbal, İsmail İncekara... Çekimler nasıl gitti? Beklediğiniz film ortaya çıkacak mı sizce? Filmi çektik bitirdik. Çok ağır sahnelerde hepimizin hüngür hüngür ağladığı yerler de oldu, oyuncuların kendilerini çok ağır bir yük altında hissettiği zamanlar da. Gerilim dozu yüksek bir film... Sosyal içeriği de çok öne çıkıyor. Çok da hızlı bitirdiniz çekimleri... Bir gün tatil yapmak suretiyle 14 gün içerisinde bitirdik. Sanırım son dönemlerde Türkiye’de en hızlı çekilen uzun metrajlı film rekoru bizde şu anda. Programı da 15 gün çekim süresi olacak, diye planlamıştık, önce bitirdik. Bu, çok temiz ve titiz çalışmanın getirdiği bir şey. Ekibim çok tecrübeli, özveriyle ve emek vererek çalıştık. Oyuncular da, ekip de işe çok iyi konsantre olmuştu, filmlerde aksilikler olur, ama bizde hiçbir aksilik olmadı. Bu sefer filmin prodüksiyonu da size ait galiba... Serdar Akar, “Barda”nın çekimleri sırasında... Yeni sinema filminizi hepimiz heyecanla bekliyoruz. O yüzden öncelikle yeni filminizden bahsederek başlayalım mı? Yeni filmimizin ismi Barda... İstanbul’da Beykoz’da eski bir deri fabrikası var, çekim için orayı kullandık. Filmin dörtte üçü oraya kurulan barda geçti. Başka mekânlar da var tabii, ama onlar daha az gözükecek. Filmin adı artık çoğumuz için kült haline gelen Gemide’yi anımsatıyor, biraz. Gemide için “Bir memleket gibidir gemi” cümlesini kullanıyordunuz. Bu filmin cümlesi ne? Bir memleket gibidir bar (gülüyor). Ya da tabii “Adalet mülkün temelidir” de olabilir (gülüyor). 2025 yaşları arasında sekiz gencin bir gece bir barda başına gelenler ve ondan sonrası ile ilgili bir film. Şiddet her yerde, bu kez barda… Bir nevi medeniyet eleştirisi diyebiliriz. Gemide’den sonra Tarantino ile aranızda bir benzerlik olduğu söylenmişti. Filmin ana cümlesinin içinde şiddet olduğunu görünce bu eleştiriler geri dönecekmiş gibi geldi bana. Siz ne diyorsunuz bu benzetmeye? Film kendi prodüksiyonumuz, ama henüz bir ofis tutmadık. İşlerimizi arkadaşların ofislerinden yürütüyoruz. Filmakar diye bir şirket kurduk, Serdar Akar’ın akarı... Film Filmakar, Öğer Prodüksiyon ve Marka Sokak ortaklığında, Ada Film ve Masum Film’in katkılarıyla gerçekleşti. Yeni sinemacılar olarak Türk sinemasında yeni bir dönem başlatmıştınız. Şu an Türk sinemasını nerede görüyorsunuz? Dünya sinemasında hangi dönemler oluyorsa Türk sinemasında da o dönemler oluyor, ama bizim bu dönemleri tarifleyebilmemiz için biraz zaman geçmesi gerekiyor. Üç beş sene öncesinde herkes “çok acayip işler oluyor” diyordu, ben de tavır olarak “Biraz bekleyelim bakalım, hakikaten parlak işler mi çıkıyor” diyordum. Tarihe hangi filmler kalacak, gerçekten sinemasal değeri olan işler çıkacak mı? Yine söylüyorum, yine beklemek lazım... Nasıl ki şu an 80’lerin sinemasına bakabiliyorsak, on yıl sonra 90’ların ve 2000’lerin sinemasına bakabiliriz. 80’ler sinemasının örnekleri ortada, kalanlar kaldı gidenler gitti. Oradan birileri çıktı, yeni insanlar yetişti, ama 2000’ler için böyle bir şey söylemek zor. Bu sene en az on yeni film çekildi, mesela. Bunlar iyi mi olacak, kötü mü, bilmiyoruz... Daha bir sürü insan ilk filmini çekiyor. Bu yaz çekilecek 60 film ne olacak mesela? Hayata bakışınız sizin sinemanızı ne ölçüde etkiliyor? Benim hayata bakışım filmleri belirlemiyor. Filmler benim hayata bakışım zaten. İnsanlar ideolojileri filmlere yansıtıyor, ama tüm dünyada bunun çeşitli örnekleri var. Sinema şu anda gerçekten çok güçlü bir “şey”. Böyle güçlü bir şeyin küçük bir grubun ya da manifestonun düşünce ve inançlarıyla yönlendirilmesi kolay değil Sizin de filminizi çektiğiniz Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası birçok filme mekân oldu. Yoksa burası yavaş yavaş bir plato haline mi gelecek? Çekimler sürerken bir ara dört set olduk fabrikanın içinde. Burası sinemacılar için çok uygun bir yer. Sesli çekim için uygun, dış mekânlar güzel, alan geniş, arazi büyük ve olanaklı. Boş binaları istediğiniz gibi dekore edebiliyorsunuz. Sahipleri buranın plato haline gelmesini çok istemiyor, ama sinemacılar kendilerine uygun yeri bulunca kaçırmazlar biliyorsunuz. Bu yıl 60’a yakın film çekileceğinden söz ettiniz. Türk Sineması altın çağlarına geri mi dönüyor, yoksa Türkiye’de bu işler çok düşük bütçe ile döndüğü için büyük yatırımcılar Türkiye’ye rahat ve kolay yatırım mı yapıyor? En çok bütçe Hollywood filmlerine harcanır, ama orada da bütçeler düştü. Sadece belli bazı filmlere yatırım yapılıyor. Türkiye’de sinemacı yetişme oranı arttı. Bunun etkisi olabileceğini düşünüyorum. Aklınızda bir gösterim tarihi var mı? Aralık gibi de gösterime girmesini planlıyoruz, ama belli olmaz tabii. 60’a yakın Türk filmi çekileceğinden bahsederken, elbette her şey istendiği gibi gidemez. Filmi Altın Portakal’a yetiştirebilirsiniz ama... Böyle bir niyetiniz var, sanırım... Arkadaşlar gitmek istiyorlar. Yetişirse gideriz tabii, ama Altın Portakal eylüle alınmış. O tarihe yetiştirebileceğimi sanmıyorum. CUMHURİYET 06 CMYK