22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 9 TEMMUZ 2006 / SAYI 1059 Küresel şirketler gözlerini İstanbul’a çevirdi ve şehir şekil değiştirdi. Küresel pazara uygun mekânlar yaratıldıkça, ihtiyaçlar arttı; yeni yapılanmalar başladı. Sonuç, peşi peşine açılan alışveriş merkezleri, oteller, rezidanslar, korunaklı siteler arasına sıkışmış bir kent. Ya İstanbullular? Bu pazarla boy ölçüşebilecek yüzde ikilik kesim dışındakilere, İstanbul’un yeni fotoğrafında yer yok. Pahalılıkla baş edemeyenlerin şehri terk Cevahir Alışveriş Merkezi. (Fotoğraf: VEDAT ARIK) etmesi de bunu gösteriyor. İstanbul’un küresel yüzü... G eçen haftanın haberleri arasında küçük, ama dikkat çekici bir başlıktı: İstanbul dünyanın en pahalı 15. şehri. En pahalı şehir Moskova’ydı; Seul, Tokyo, Hong Kong, Londra onu izliyordu... İyi de bir kentin pahalılığını belirleyen ne, hangi kriterlere ve hangi tüketim başlıklarına göre bir değerlendirme yapılıyor? Araştırmayı yürüten şirkete ulaşınca iş anlaşıldı, ulaşım, gıda, giyim, temizlik malzemeleri, sağlık, doğalgaz, spor, eğlence ve emlak için harcanan para, kentin pahalı mı, ucuz mu olduğunun işaretini veriyordu. Bu anlaşılır, ekonomik tanımlara ve kavramlara uygun bir değerlendirmeydi, ama İstanbul, araştırma yapan şirketi, dolayısıyla sonuçları da yanılttı. Çünkü İstanbul’u 15. yapan rakamlar, doların yükselişinden önce alınmıştı, yani bugün yapılan bir araştırma, şehri 50’lere kadar geriletebilirdi. Dahası araştırmanın yapılma nedeni, uluslararası şirketlerin bu şehirlerde yaşayan çalışanlarına ne kadar maaş vermeleri gerektiğini saptamaktı. Yani İstanbullularla doğrudan bir ilişkisi yoktu... Peki, İstanbul içinde barındırdığı 15 milyon için ne kadar ucuz ya da pahalı? Nüfusun ekonomik yapısına bakarsak, bir yabancı şirkette çalışanla boy ölçüşebilecek İstanbullunun oranı yüzde bir, bilemediniz yüzde iki... Ya geride kalanlar? Onlar için hayat daima zor. Gelirlerinin yüzde 90’ını mutfak ve ulaşım için harcadıkları; ardı sıra açılan alışveriş merkezlerinin, beş yıldızlı otellerin, rezidansların, korunaklı sitelerin gölgesinde kalsa da gerçeğin üzeri pek örtülemiyor. Görülüyor ki ucuz bir İstanbul artık yok, artık taşı toprağı da altın değil. Bu yüzden şimdi kolay kolay göç de almıyor. Hayatın hızıyla değil, pahasıyla baş edemeyenler kenti terk ediyor... Öyleyse nasıl bir İstanbul bu? Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Çağlar Keyder ile pahalılığın kime göre öl Esra çülebileceğini, başdöndürücü bir hızla açılan alışveriş merkezlerinin neye delalet olduğunu; İstanbul Üniver Açıkgöz sitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Esfender Korkmaz ile pahalılığın İstanbulluların yaşamındaki karşılığını konuştuk, ortaya pek de yaşanılası olmayan bir İstanbul çıktı. Onu dünyanın en pahalı 15. şehri gösteren araştırmanın sahibi, Mercer İnsan Kaynakları Danışmanlığı’nın Türkiye Müdürü Sibel Yücesan’dan bilgi almayı da ihmal etmedik... İşte Prof. Dr. Çağlar Keyder’in anlattıkları... İstanbul, uluslararası bir araştırmada, dünyanın en pahalı 15. şehri çıktı. Üstelik geçen sene 23. sıradaydı. Bir şehrin pahalılığını ne belirler? Bu araştırmayı çok ciddiye almamak lazım, çünkü martta yapılmış ve o zaman dolar 1.300’lerdeydi. Ayrıca, araştırmanın amacı, yabancı şirketlerin bu şehirlere gönderecekleri elemanlarının hayatlarını nasıl sürdüreceklerini hesaplamak olduğundan, bir yabancının oturmak isteyebileceği bir katın kirası, alışveriş yapabileceği yerlerProf. Dr. Çağlar Keyder. deki fiyatlar baz alınmış. İstanbul’da gerek emlak piyasasında, gerekse de giyim, yiyecek gibi en basit ihtiyaçların karşılandığı yerler arasında dünyanın büyük şehirlerinde olmayan farklılıklar söz konusu. Mesela? Mesela, Türkiye’de çıkan yabancı gazetelerdeki emlak ilanlarında kiralar ikiüç bin dolardan başlıyor. Bunlar belli lüksleri içeren, güvenliği olan daireler. Bunların benzerleri, yerel halka farklı fiyatlarla kiralanıyor. Yani birbirinden nispeten bağımsız, farklı piyasalar oluşuyor. İstanbul’da yerel halk bütün alışverişini Macro’dan yapmıyor, günlük ihtiyaçların büyük kısmını pazarlardan ya da ucuz marketlerden karşılıyor. Macro, buraların üçdört mislisine mal satıyor. Bu tip fiyat farklılıkları, New York, Paris, Londra gibi şehirlerdeki fiyat farklılığına nazaran daha fazla. Bu, sosyal tabakalaşmadaki büyük farklılıkların göstergesi. Tüketim kalitesinde ya da türünde değil, tüketim şeklinde, alışkanlıklarında, tüketimin nerede yapıldığı, yapıldığı yerin insanları ne kadar rahat ettirdiği, insanların yaşam bağlamlarını nereye oturttuğuyla ilgili muazzam bir ayrışma var. Belki araştırma, insanlara daha tabakalaşmış bir şehirde oturduklarını hissettirebilir. KENT NÜFUSUNUN YÜZDE BİRİ... Alışveriş merkezleri İstanbulluların yüzde ikisine hitap ediyor. Geri kalanlar için alışveriş yine pazardan... Alışveriş merkezleri bu tabakalaşmayı hissetme merkezleri olarak görülebilir mi? İstanbulluların yüzde biri ya da ikisi bu mağazalarda harcama yapıyor, yüzde 98’i ise, Kanyon’dan ne ekmek alacak, ne de kafelerinde oturacak. Biriki kere gezecek, o kadar. Doğrusu bu merkezler ayakta kalırlarsa şaşırırım, ama yine de muhtemel. Çünkü 10 milyon nüfuslu bir şehrin yüzde biri, 100 bin kişi demek. Peki bu alışveriş merkezleri, rezidanslar, korunaklı siteler nasıl bir kent kültürüne işaret ediyor? Bunlar kent kültürünü belirlemekten ziyade, ayrışmaları pekiştiriyor, gelir anlamında büyük kopuklukları yansıtıyor. Bir yandan da nispeten diğer tabakalara kapalı mekânlar yaratılıyor. Bunun en çarpıcı görünümü, güvenlik önlemlerinin alındığı ve içeriye başkalarının sokulmadığı siteler. Her Alışveriş merkezleri, küresel standartta tüketime yanıt veriyor... yerin herkese açık olduğu, kenti evrensel olarak içerebilecek bir mekân hiçbir zaman olmadı, ancak özellikle son 15 yılda Piyasalarda, genel bir kural vardır, kümülasyon, yani kentin mekânsal olarak ayrışması eskiye göre çok daha birikim kendisini yaratır. Yeteri kadar beş yıldızlı otel yukarı düzeyde. Artık ekonomik kopukluklar; yaşam yapılmasaydı, kongre turizmi İstanbul’a gelmeyecekti. stillerinin ve mekânların, alışveriş yapılan dükkânların Diğer yandan kongre turizmi İstanbul’a geldiği için dagerçekten birbirinden ayrışması anlamına geliyor. Kent ha da fazla otel yapılıyor. Küreselleşme böyle işleyen bir te farklı tabakaların yaşamlarını ortak sürdürebilecek sistem, ortada bir yarış var. İstanbul da Türkiye ekonoleri yerlerin miktarı azalıyor. Üstelik ayrışmalar sadece misi için önemli bir kapı. İstanbul içinde yaşanmıyor, İstanbul ile Türkiye’nin diBu yarışın arasında kalan yerel halk için yaşama alağer alanları arasında da farklılıklar doğuyor. nı kalmıyor. Onlar ne olacak? Yani bu kapitalizmin hali ne olacak diyorsunuz? Bu İSTANBUL ŞİMDİ GÖÇ VERİYOR çok büyük bir soru, cevap vermek zor. Sözünü ettiğimiz olayın toplumsal çelişkiler açısından devam etmeBu da “Artık ulusal ekonomilerin şehirleri değil, şe si, tabii ki sonunda çatışmaları ortaya çıkaracak. Eğer hirlerin ulusal ekonomileri taşımaları söz konusu” şek İstanbul bu küresel piyasa içinde iyi bir konuma ulaşıp, lindeki tespitinizi destekliyor... epeyi bir rant toplayabilecekse, o zaman devletin bu Evet... Bu, şehirlerin nispeten ulusal ekonomilerden rantları, sokaktaki cipleri, milyonlara satılan daireleri bağımsızlaşmasının da yansıması. İstanbul, “Toprağımı vergilendirmesi ve bu vergileri de bir şekilde sosyal pobırakayım, İstanbul’a gideyim, nasıl olsa orada bir iş litikaya yönlendirmesi gerekiyor. Bu muhakkak gerekbulurum” türü bir zihniyete artık eskisi kadar müspet li, ancak bunun bir çözüm olduğunu düşünmeyin. Bu, cevap vermiyor. İstanbul'daki istihdam daha yüksek ka sadece hazmedilebilir duruma getirme politikası. litede insan, eğitim ve beceri gerektiriyor. Şimdi İstanbul'dan başka şehirlere gidişler başladı. Dünya şirketlerinin burada olması, turizmin gelişmesi, daha fazla kongrenin düzenlenmesi... Yani küresel standartlarda tüketim yapabilecek, emlak, lokanta ya da alışveriş merkezi arayan çok daha fazla insan İstanbul’da oturuyor. Küreselleşmenin asıl sonuçlarını şimdi görmeye başladığımızı söyleyebilir miyiz? Tabii, küreselleşme öncesinde kararları devlet veriyordu ve ülkeyi mümkün olduğunca türdeşleştirmek önemliydi. Yani Adıyaman’da da İstanbul’daki gibi sağlık hizmetleri olabilsin isteniyordu, ama küreselleşme çerçevesinde bunu yapamazsınız. Ülkelerin küresel ekonominin içine, bir bütün olarak entegre olması diye bir şey söylemek zor. Zaten bu olayın başını çeken devletler değil, şirketler. Yani şirketler İstanbul’a gözlerini dikti ve şehir şekil mi değiştirdi? CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear