25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 AYŞE ERZAN FİZİKÇİ Bu saldırılar sadece kadınlara yönelik değil, ama saldırının biçimi ve şiddeti, hedef kadın olunca daha da keskin oluyor. Kendi konumunu pek de çözümleyemediği nedenlerle sürekli tehdit altında gören, dünyanın karmaşıklığını ezberlerine bir türlü sığdıramayan ve kendilerini emniyette hissetmek için hiç sorgulanmayan, bazı mutlaklara sarılmak zorunda kalan insanlar kendilerini şiddetin dayanılmaz çekiciliğine kaptırabiliyor. Mahkeme salonlarından sokaklara kadar taşan ve şu anda sistemi bir nevi “baskın”a uğratıp esir almış olan bu tavrın, temel dayanağı inkâr ve bazılarının gözünde kendi kendini haklı çıkartırken, aslında kendi kendini ele veren şiddet. Gözaltında işkence mi? Cinsel taciz mi? Bunu diyeni....! Aslında saldırganlar o kadar çok değiller. Ortalama insanların, özel olarak kışkırtılmadıkça aklı selimle hareket ettiğine, esas olarak barışçı olduğuna, üstelik hakkaniyetten yana ve gaddarlığa karşı olduğuna kuvvetle inanıyorum. İnsanların en temel belledikleri değerlerin ve toplumsal verilerin tehdit altında olduğu algılamaları tamamen yersiz değil. Dünya ve Türkiye, hepsi de illaki olumlu olmayan, çok önemli dönüşümlerden geçiyor. Bu durumda güvensizlik ortamıyla baş edebilmek için insanların “işitildikleri”ni bilmeye, her zamankinden daha çok ihtiyaçları var. Ama toplumsal söyleşi biçimimizi, herkesin kendi irili ufaklı tanrılarına sunduğu sembolik kurbanlar ya da adaklar üzerinden yapmak yerine, birbirlerine laf anlatmaya başladığı ve birbirlerini işittikleri bir hale sokmamız lazım. Kadınlar bu alanda özel bir rol oynayabileceklerini töre cinayetleri ile mücadelede gösterdiler. KAMER bu konuda iyi bir örnek oluşturdu. Kadınlar bir yanda toplumsal koşullanmaların ana aktarıcısı iken, diğer yandan da gündelik her türlü problemi çözmede, “işin olurunu”, orta yolu bulma, mutlakların etrafından kırıp dökmeden dolaşabilme ustası olmuşlar. Bu nedenle de daha çok kendi sözlerini söylemeliler, sanatsal, politik her alanda daha çok sokağa inmeliler. 18 HAZİRAN 2006 / SAYI 1056 Muhaliflik Türkiye’de daima zorlu ve ağır bir iş, çünkü düşünce hâlâ bir suç. Ne yasalar ne de “siviller” tahammül gösterebiliyor, muhaliflere... Hele bu bir de kadınsa... Eleştirilerde, protestolarda düşüncesi kadar cinselliği de hedef alınıyor. Pınar Selek, Eren Keskin, Perihan Mağden, Elif Şafak son günlerde hem yasalarla hem de “sivil” saldırılarla başa çıkmaya çalıştılar ve çalışıyorlar... Yükselen milliyetçiliğin, dozu gittikçe artan linç kültürünün hedefi elbette sadece kadınlar değil, ama saldırıların biçimi kadınların yine sindirilmek istendiğini gösteriyor. Yazar, akademisyen, gazeteci, oyuncu, farklı alanlardan kadınlara aşağıdaki iki soruyu yönelttik, işte yanıtları: Alanlarında yetkin bir avuç kadının, muhalif kimlikleri nedeniyle haklarında dava açılmasını, protesto edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce kadınlar yükselen milliyetçiliğin ve linç kültürünün yaygınlaşmasının karşısında nerede ve nasıl durmalı? Berat Günçıkan / Özlem Altunok ŞÜKRAN SONER GAZETECİ Bilimsel teknolojik devrim çağında insanlığın kazanılmış ne kadar evrensel değeri, hakları varsa tümünün ayaklar altına alınmış olduğu bir vahşi geçiş süreci yaşıyoruz. Yeni dünya sömürü düzeni çarkları, küreselleşmenin sadece ve sadece sermayenin çıkarları için işlemesini getirdi ve ırk, din, mezhep, tarikat, mafya örgütlenmeleri, mikromilliyetçilik, her tür ayırımcılık aldı başını gitti. Toplumsal, bireysel kimlik erozyonu her biri birbirinden daha tehlikeli, ilkel ayırımcılıkları, cepheleşmeleri körükledi. Çağlar gerisinde kaldığını umduğumuz linç kültürü hortladı. Düşman, tehdit algılaması, çaresizlik, korku güdüleri ile beslendiği ölçüde hoşgörüsüzlüğü, saldırganlığı, ben ve öteki cepheleşmesini derinleştiriyor. En büyük sorun, hepimiz için geçerli olmak üzere, bu cepheleşme, gerginliğin boyutlarını algılamaktan uzak duruşumuz. Olup bitenleri kendi penceremizden çok bencilce tartışmayı sürdürüyor oluşumuz. Öylesine bir kavram kargaşası, değerler erozyonu yaşanıyor ki... Birey olarak, örgütlenmeler olarak, hele de dünyanın her yerinde hakları en çok gasp edilen kadınlar olarak, her olayın özelinde, attığımız her adımda hangi konumda rol aldığımızı sorgulamak noktasındayız. Kadınlar öncelikle bugüne kadar siyasetin içinde, yönetimde çok az rol almış olduklarının ayırımındalar. Ancak toplumsal sorumluluğu paylaşmak, yönetimde olmak isterken, egemen ideolojinin piyonu haline gelmek, erkeklerden daha da ağır ölçülerle düzenin suç ortaklığına soyunmak tehlikesi de var. Kadın kimliğine ihanet etmiş kadınlar, erkek egemen yeni dünya sömürü düzeni çarklarında etkin işlev almak uğruna daha bir sınır tanımaz, acımasız hizmet veriyorlar. Gerçekten anlamlı bir değişim, erkek egemen kültürün iktidar kodlarına esir olmadan, kadının doğurma ayrıcalığı ile de yaşanılır bir dünya yaratma güdülerini koruyarak, toplumsal, siyasal yaşamda, kadın kimliğini koruyarak ağırlıklı var olduklarında yaşanacak. Muhalif kadın olunca... ARZU BAŞARAN RESSAM Muhalif fikirlerden dolayı vatan haini ilan edilmek erkek, kadın bütün insanlar için kabul edilmez bir durum. Düşüncenin hâlâ suç görüldüğü, temel hak ve özgürlüklerin sınırlı olduğu, fikirlerin ancak devletin izin verdiği ölçüde açıklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Entelektüel kimlikleri ile iz bırakanlar farklı fikirlere tahammül gösterebilen, duygulardan ziyade aklın ve sağduyunun öncülüğünde özgür düşünceden korkmayanlardır. Askerlik gibi çoğunluğun kayıtsız şartsız dokunulmaz kabul ettiği bir konuda aykırı düşünen, üstelik bir kadınsa, bu konuda fikirlerini yazdıysa, önce onu cesaretinden ötürü kutlamak gerekir. Perihan Mağden ve onun gibi düşüncelerini özgürce ifade eden yazarlar, haklarında yapılacak suç duyurusunu da göze alırlar. Milliyetçilik konusunda kadınların daha mesafeli durduklarını, doğaları gereği şiddeti reddettiklerini söylemek pek yanlış olmaz. Sertliği, tahammülsüzlüğü simgeleyen milliyetçiliğe de önce kadınlar itiraz etmeli. Perihan Mağden, Elif Şafak ve onlar gibi özgürlüklerden yana tavır alan, bunun için bedel ödeyen kadın ya da erkeklerin var olduğunu bilmek önemli. Böyle çoğalmak yapılabilecek en iyi iştir sanırım. GÜL PULHAN ARKEOLOG Kimsenin yeni bir şey söylemediği, gözümüzün önündeki gerçeklerin bile çarpıtılarak aktarıldığı bir ortamda, farklı ve muhalif bir fikir zaten bomba etkisi yapıyor, bunu dile getiren bir kadınsa, durum daha da çarpıcı oluyor. Bu farklılık ortalamayı o kadar rahatsız ediyor ki, derhal saldırılar başlıyor, muhalif kadın olunca da refleks cinsel aşağılama... Bu tepkilerin kimliğini oluşturmuş muhalif kadınları fazla etkileyeceğini sanmıyorum, ama fikirlerini oluşturma, hayattaki tercihlerini belirleme sürecindeki genç kızların gözü korkuyordur. Katılımsızlık, tepkisizlik ve vasatlaşma, hem kadınlar, hem erkekler için güçlenen bir varoluş biçimi olarak karşımızda duruyor. Bu atmosfer, herkes için çok zararlı, ama bir yandan da kadınları zaten içinde görmediğimiz bir kültür. Kadınların özel alanlarda, bu tarzı yumuşatmak, sorgulamak gibi bir şansı olabilir mi diye düşünüyor insan. Neticede herkes bir evde uyuyor, bir kadının pişirdiği yemeği yiyip, ütülediği gömleği giyiyor. Ama, bunun da ötesinde içine sıkıştığımız siyasal tercihler, topyekün dayanışmayı ve alternatif üretmeyi zorunlu kılıyor. LEMAN SAM MÜZİSYEN Bu son dönemde yaşananlar aynı zamanda ülkenin halini, yaşanan şiddeti gösteren bir ayna. Kadın muhalif olsun olmasın, Türkiye’de ne zaman hedef olmadı ki! Öncelikle düşünen, sorgulayan kadın istemiyorlar. Düşündü diyelim, o zaman da sosyal konulara ya da siyasete bulaşmasın, en fazla bedeniyle ilgilensin istiyorlar. Çünkü muhalif, düşünen, konuşan kadın bomba kadar tehlikeli onlara göre. Oysa kadının yer almadığı sosyal bir platform olamaz. Yapılan protesto gösterilerinde unutamadığım, kötü yüzler var. Onlar şov yapan, gözdağı veren hep aynı yüzler. Olan bu topraklara, acı çeken insanlara oluyor. Kadının kadına karşı kullanılmasına katlanamıyorum. Bu ülkede kadınlar maalesef birbirine destek olmuyor. Düşünen, yazan, muhalif bir sürü kadın var, ama öne çıkan kadınlara reva görülen şiddeti gördükçe onlar da geri çekiliyorlar. Türkiye’de öne çıkan, söz söyleyen kahraman kadınların arkasında durmalıyız. Başka türlü erkek egemen düzene, şiddete, feodalizme karşı duramayız. Kadınlar titreyip kendilerine gelmeli ve birleşmeli! ŞİRİN TEKELİ SİYASET BİLİMCİ, YAZAR Cevap, sorunun içinde değil mi? Hedef haline getirilmek ne demek? Kuş avlar gibi kadın avlanan, namus diye, töre diye, sağa baktın, sola baktın diye kadın öldürülen bir ülkede, muhalif kadınların “can güvenliği” tehlikede demektir. Devletin onları korumak isteyeceğinden bile kuşku duyarım. Kanımca, tarih boyunca kadınların daima en uzak durdukları ideoloji, milliyetçilik olmuştur. Bugün de durum farklı değil. Örneğin, Fransa’da Le Pen’in Ulusal Cephe Hareketi kadınlardan çok az destek gören bir siyasi oluşum. Son zamanlarda Türkiye’de “yükselen milliyetçilik” dediğiniz akım, düpedüz faşist, uç sağda, ırkçı ve şiddetten yana bir hareket. Şiddetin her biçiminden birebir çok kötü etkilenen kadınların bu hareketle uzaktan yakından bir ilişkisi olamaz. Kadınlar milliyetçiliğe, bütün milliyetçiliklere karşı çıkmalı, karşı olduklarını çeşitli yollardan ifade etmeliler. Ayrıca, eğer çocuklarını eğitirken evin erkeklerine göre özerk bir alanları varsa, bu alanı, özellikle erkek çocuklarında şiddete ve milliyetçiliğe karşı bir duyarlılık yaratmak için kullanmalılar. CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear