01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 NİSAN 2006 / SAYI 1047 9 Osmanlı Bankası’nın adı yaşasın diye... Osmanlı Bankası Müzesi, adının aksine, sadece iktisatla ilgilenmiyor. Geniş bir konu yelpazesine sahip; İstanbul, mimarlık tarihi, arkeoloji, iktisat, politika... Müze Müdürü Benaroya’ya göre bu çok doğal. “Çünkü” diyor, “biz bir toplumsal tarih müzesiyiz.” ünden Bugüne Galata, İstanbul’da Ölüm, Süryani Âdet ve Ayinleri, Cumhuriyet Türkiyesi ve Feminizm, Kimlik ve Kent: Atina’daki İstanbullu Rumlar... Bunlar Osmanlı Bankası Müzesi’ndeki sergi, belgesel film gösterimi, seminerlerden birkaçı. Osmanlı Bankası, 150 yıllık bir yapı. Osmanlı Bankası Müzesi’nin geçmişi ise sadece dört yıl. Yine de etkinliklerle kendinden bahsettirmeye başladı bile. Mayıs ayındaki yeni sergi de böyle işlerden biri: “Aradığınız Kişiye Şu an Ulaşılamıyor”. Türkiye’de 19802005 yıllarındaki hayat temsillerini anlatıyor. Biz de Osmanlı Bankası Müzesi Müdürü Sima Benaroya ile kuruluş hikâyelerini ve amaçlarını konuştuk. Osmanlı Bankası Müzesi’nin kuruluş hikâyesi nedir? Osmanlı Bankası Müzesi, Garanti Bankası ile Osmanlı Bankası’nın birleşmesinden sonra, dokuz aylık bir hazırlık sürecinin ardından 2002 Aralık’ta kuruldu. Bundan önce Osmanlı Bankası Arşiv Araştırma Merkezi vardı, ama sadece iktisat tarihi konusunda bir şeyler yapıyordu. Birleşmeden sonra Osmanlı Bankası ismini yaşatmak için bir müze kurulmasına karar verildi. Arşivdeki malzeme çok çeşitliydi. Mesela sadece müzede çalışanların fotoğraflarından oluşan koleksiyon bile o dönemin moda anlayışıyla ilgili bilgi veriyor. Böyle olunca da mimari, İstanbul, tasarım, ekonomi gibi farklı konularda çalışmalar yapmaya karar verdik. Siz bu hikâyenin başından beri içinde misiniz? Evet, Osmanlı Bankası’nda Reklam ve İletişim Müdürü olarak çalışıyordum. Bankalar birleşince bana Osmanlı Bankası ismini yaşatma görevini verdiler. Beş yıldır bunun için uğraşıyorum. Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor “Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor”, 19802005 tarihleri arasında Türkiye’de meydana gelen hayat tarzı değişimlerini anlatıyor. Amaç, özellikle 1980’lerden sonra yaşadığı toplumsal ve kültürel dönüşümü anlayabilmek için, hayat tarzı kavramından hareketle düşündürücü, bilgilendirici, şaşırtıcı bir doku yaratan ve sadece sergi mekânında tüketilmeyen, eleştirelliğe zemin sağlayan bir sergi yaratmak. Sergileme tasarımı Bülent Erkmen tarafından yapılan serginin, akademik danışmanlığı, küratörü ve editörü Doç. Dr. Meltem Ahıska ve Yard. Doç. Dr. Zafer Yenal. D Neler yapıyorsunuz? Her hafta farklı konularla ilgili tartışmalar yaptığımız Voyvoda Caddesi Toplantıları ve Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte Çağdaş Türkiye Seminerleri başlığı altında tartışmalar yapıyoruz. Diğer bir çalışmamız da, BÜ ve Yunanistan’dan Alfabank ile birlikte “Ege’nin İki Kıyısı Toplum ve Ekonomi Seminerleri”. Bunların yanı sıra sergilerimiz de devam ediyor. Onları desteklemek adına, sergilerle ilgili akademisyenlerin katıldığı bazı söyleşiler de yapıyoruz. Esra Açıkgöz Etkinliklerinizin sınırını neye göre çiziyorsunuz? Osmanlı Bankası Müzesi’ni sadece bir bankacılık müzesi olarak görmemek lazım. Osmanlı Bankası Müzesi aslında bir toplumsal tarih müzesi. Onun için toplumsal tarihe konu olabilecek her şey, bizim de konumuz. İstanbul bizim konumuz, mimarlık tarihi, doğakentsel çevre, arkeoloji gibi konulara da kendimizi uzak hissetmiyoruz. Amacımız, hem zevkli, hem de geçmişle bugün arasında bir bağ kurdurabilen çalışmalar yapmak, katılımcılara sergiden çıktıktan sonra da kullanacakları bilgiler bırakmak. Tabii bunların bizim ana altyapımızla örtüşen bir tarafı da var. Çok uzun bir hazırlık aşamasından geçilerek yapıyoruz bunları. Ethem Eldem, Bülent Erkmen, Nazan Ölçer, Şevket Pamuk, İhsan Bilgin ve Sibel Asna gibi kişilerin olduğu bir danışma kurulumuz var. Kuruluşunuzdan bu yana dört yıl geçti. Amaçlarınıza ulaştığınızı düşünüyor musunuz? İlk toplantıda 2002’de Voyvoda Caddesi toplantılarını yapmayı teklif ettiğimde danışma kurulu üyelerinden biri “Bu fazla cesur bir yaklaşım. Bu kadar hızlı başlamayalım” dedi. Başladık ve geldiğimiz nokta burası. Hedeflerimizi biraz yüksek koyduk, ama çok çalışıp onlara ulaştık. Şimdiye kadar kaç etkinlik yaptınız, etkinliklerinizden kaç kişi yararlandı? Etkinliklere katılanlar için bir profil çizmeniz mümkün mü? 100’e yakın Voyvoda Caddesi toplantısı, 23 Çağdaş Türkiye semineri, 16 Ege’nin İki Kıyısında Ekonomi ve Toplum semineri, 27 belgesel film gösterimi yapıldı. Film gösterimlerine, bugüne kadar 1500 seyirci geldi. Şimdiye kadar beş sergi açtık. Her sergi için yaklaşık 510 bin arasında ziyaretçimiz oluyor. Toplantılara ise, 7 bin kişi katıldı. Katılanların profilleri, etkinliğine göre değişiyor. İktisat tarihi söyleşilerinde daha çok akademik çevreden insanlar oluyor. Belgesellere gençler çok ilgi gösteriyor. Bütün bunları kaç kişilik bir ekiple yapıyorsunuz? Müze, kütüphane, teknik ekip olarak toplam 10 kişiyiz. Küçük bir ekiple çalışıyoruz. Siz bir kültür kuruluşusunuz, Garanti ise ticari bir kuruluş. Nasıl ortaklaşıyorsunuz, nerede birleşiyorsunuz? Yaptığımız programı birlikte hazırlıyoruz, birbirimize danışarak yaptığımız işler var. Genelde bankanın yaptığı bazı işleri kültürel olarak tamamlamaya çalışıyoruz. Mesela “Loncadan KOBİ’ye Esnaf ve Sanatkârın Günü” sergisinde, günümüzde çok önem taşıyan KOBİ’lerin geçmişteki yansımalarını gösterdik. Küçük üreticiliğin Türkiye için ne kadar önemli bir olgu olduğunun ayırdındayız. Garanti Bankası’nın da KOBİ’lere yönelik gani diye bir projesi var. Böylece onlara sadece ekonomik anlamda değil, bir de kültürel anlamda bir şey kazandırabilmek istedik. Gelelim 150 yıllık Osmanlı Bankası’nın arşivlerine. Arşivdeki kaynaklar kaç yılında başlıyor, bunlar dışarıya açık mı? Osmanlı Bankası’nın ilk kurulduğu yıllarda, 1856 yılından başlayan belgeler var. Bankacılıktaki bazı gizlilik kuralları nedeniyle arşivin hepsi açık değil, ancak araştırmacıların yararlanabileceği bazı dokümantasyonlar mevcut. 10 bin kitaplı iktisat tarihi konusunda ihtisaslaşmış bir kütüphanemiz var. Ion Barbu, 25 yıl sonra öğrencileriyle buluştu ve... Gönül Karakan ve Metin Yergin’in ortak sergisi Ölü Sanatçılar Derneği ir sanat sınıfının öğrencileri yıllar sonra bir araya gelirse ne olur? Hele de bu sınıf, Romanya’da ise... Schneidertempel Sanat Merkezi’nin konuğu, çizer Ion Barbu’ya göre bu sorunun yanıtı: Ölü Sanatçılar Derneği. Ion Barbu, adını sergiye de taşıyan bu oluşumun tohumlarını 1980’de atsa da, sonuçlarını 25 yıl sonra, yani 2005’te alıyor. Nasıl mı? Barbu, Romanya’nın Petrila kentinde resim dersi verirken, ünlü birer sanatçı olmayı düşleyen öğrencilerine sevdikleri bir sanatçının portresini yapmalarını söylüyor. Portreleri yapılan sanatçılar arasında Gogol’den James Joyce’a, John Lennon’dan Charles Dickens’a, Flaubert’ten Alexander Dumas’ya pek çok isim yer alıyor. Anlaşmaya uygun olarak bu 33 öğrenci, 25 yıl sonra ortak bir sergide bir araya geliyor. Barbu’nun amacı hem çocukların sanatla ilişkisini pekiştirmek, hem bu sanatçıları onların Karmaşanın ritmi... essam Gönül Karakan ve heykeltıraş Metin Yergin’in “dünya işleri”ne, ilişkilere, sisteme kafa yordukları, aynılıkları estetik bir düzen içinde kırmaya çalıştıkları işleri “ritim” başlığı altında, Gallery Article’da sergileniyor. Metin Yergin, şehir hayatının dayattığı kalıplaşmış toplumsal değerlerin, gerçeklikle karşılaştığında ortaya çıkan karmaşayı anlatan heykelleri için; “Yaptığım heykeller aile, iş, toplumsal ve sosyal ilişkileri hedef alıyor. Çünkü bu ilişki biçimlerinin, belirli şablonlara büründüğünü ve hayatın işleyişini bu şablonların belirlediğini görüyorum. Hayatın mekanizmasının nasıl işlediği, işlerken kusursuz gibi görünmesi, ama sonuçları göz önüne alındığında insanlara acı veren süreç beni ilgilendiriyor” diyor. Yergin’in işleri, çoğunlukla ahşabın kullanıldığı heykellerden oluşuyor. Bu küçük boyutlu ahşaplar, geçme sistemleriyle “karmaşık” bir bütün oluşturuyor. Ancak bu bütünlüğün son ifadesi “boşluklar”. Heykelde doluluklardan çok, boşlukların kapladığı alanı önemseyen sanatçı, parçaları bir araya getirip, bütünü elde etmeye çalışıyor. Gönül Karakan ise mezuniyet yıllarından bugüne, birbiri arasında geçiş niteliği taşıyan bir dizi tuval, ahşap ve kâğıt üzerine yağlıboya işlerini sergiye taşıyor. Karakan’ın resimle ilişkisi hayatın geriliminden ve biraz da bu gerilimi ortadan kaldıra B gözünden görmek, hem de Çavuşesku iktidarının karanlığını kendince biraz olsun dağıtmak. 2005 yılında yeniden bir araya geldiklerinde sonuç, Barbu için de, öğrencileri için de sürpriz oluyor. Resimler ve resimlerin sahipleri, onca yıldan sonra, Romanya’nın, hayatların, dünyanın ne kadar değiştiğinin de göstergesi oluyor. İşte Barbu’nun gözünden 25 yılın getirdikleri, götürdükleri: “Çocuklar dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış ve çok azı Petrila’da kalmıştı. Mühendis, doktor, futbolcu, avukat, ev kadını, akademisyen ya da işsiz olanları vardı, ama bir teki bile sanatçı olmamıştı. Hepsi evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmıştı. Ortaya küçük çapta da olsa bir jenerasyonun hazin hikâyesi çıktı.” Barbu’nun şimdiki isteği ise derneğin yeni üyeleriyle, yani öğrencilerinin çocuklarıyla bir sergi düzenlemek. Yeni serginin öncekinden farkı ise bu kez politik portrelerin de yer alacak olması. “25 yıl önce portresini yapabileceğimiz insanlar belliydi” diyor Barbu, “Romen ya da dünya edebiyatçıları, müzisyenler, ressamlar... Yasaklı bir dönemde politik portreler çizemezdik. Şimdiki gençlerse ister istemez çok cesaretli. Sınırlar kalktı ve onlar da bu durumdan faydalanıyor.” Geçen yıllar Ion Barbu’yu da değiştirmiş elbette. O, Petrila’da kalmayı seçenlerden. Çeşitli gazetelerde çizerlik yapmış, yarışmalara katılmış, pek çok ödül kazanmış. “Bir de saçlarım beyazladı” diyor, politik karikatürler çizmeye devam ediyor... Schneidertempel Sanat Merkezi’ndeki sergi 7 Mayıs’a kadar sürecek. Tel: 0 212 249 01 50 R mama çaresizliğinden besleniyor. Savaş, şiddet, iç dünya ya da sistemin yarattığı bir gerilim bu. Gerilimin resmine yansıması ise hareket ve yoğunluk oluyor. Karakan’ın resimlerinde tam da bu noktada dışavurumcu özellikler devreye giriyor. Çizginin hareketi ve ritmini sadece eliyle değil, bütün bedeniyle yakalamaya çalıştığı bir sürecin ürünleri resimleri. Çizgici eğilimi, üretim sürecini kaligrafiyle ilişkilendirmesini sağlamış. Bunun sebebi kaligrafinin de bedenin dışavurumuyla ilişkili olduğunu düşünmesi. “Bu, başı sonu belli olmayan, sonlusonsuz kavramı içinde bir anlam arayışı. Başta iyi hesaplanmış olan resim, ilerledikçe, bedenin sonluluğuyla oluşacak yapıtın sonsuzluğu arasında bir kendini kaybediş, bir özgürleşme serüveni” diyor. Sergi 29 Nisan’a kadar sürecek. Tel: 0 212 251 86 07 CUMHURİYET 09 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear