Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 NİSAN 2006 / SAYI 1047 Yoksulluğun ‘yeni’ yüzleri Orta sınıf, “siteler marifetiyle” gecekondu semtlerine göçünce, kondunun yerini, çöpten çıkanlarla kurulan barınaklar aldı. İstanbul’un yoksul mahallelerinde bazı evlerin koridoru büyüklüğünde sokaklar var... Fotoğraflar: TİMURTAŞ ONAN S okaklarda tiner çekerek para isteyen çocuklar, çöpten ekmek toplayarak öğünlerini geçirenler, çöp toplayarak geçinenler, buldukları teneke, tahta, muşambayla “konut” inşa edenler... Onlar, kentlerin görünmez, dokunulmaz, varlıklarıyla yoklukları arasında fark olmayanları, yani yoksulları. Yoksulluğa “başarısızlık” olarak bakanlar için, “balık tutmayı öğrenmeleri” gerekenler, “zavallılar” olarak görenler içinse, “hayrına yardım” edilenler... Yoksulluğun temel nedenlerinden biri de göç. Antropolog Germaine Tillion’a göre, “Kentin insan deposu olan kırsal”, göç sayesinde sanayiye ucuz işgücü sağlıyor. Sonra, “yeni gelenlerin”, öncekilere benzeme süreci başlıyor; kentin kurallarına uyma, çalışma hayatının kurallarını öğrenme, kısacası kentlileşme. Türkiye, bu tartışmalara uzak değil. Yıllardır, gecekondulaşma endeksli süren tartışmaları, gecekondu yıkımlarında yaşananları ana haber bültenlerinde “çatışma” adıyla izliyoruz. Son günlerde yeni yeni konuşulmaya başlanan, belki de sonuçları ortaya çıktıkça nedeni sorgulanan bir tartışma var; Türkiye, düzensiz ya da zorunlu göçün bedellerini mi ödüyor? Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “Şimdi sokakta benim hiç tanımadığım bir kuşak var. Onların talepleri yok, sadece öfkeleri var ve çok endişeliyim” derken bunu mu kastediyordu? Peki Türkiye’de yoksulluk biçim mi değiştiriyor? Yeni yoksulluğun alanına kimler giriyor? Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya göre yoksulluğun nedenini tarımın çözülmesinde aramak gerekiyor. İnsanlık tarihinde, ilk kez kentle kır nüfusunun 2000’de eşitlendiğini anımsatıyor Buğra ve ekliyor, “2007’de ise bizi başka bir gelişme bekliyor; kent nüfusunun kırı geçmesi. Türkiye’de 1985’te oluşan bu eşitlik dünyanın çok gerisinde kabul ediliyor. Yine de Eric Hobsbawn, köylülüğü muhafaza ederek, yoksulluğu kontrol etmesi açısından Türkiye’nin bir istisna olduğundan söz eder. İşte şimdi bu değişiyor.” Peki bu gelişmenin bizi ilgilendiren yanı, yani sonucu ne? En temel sorun, sanayinin aldığı yeni biçimin, göçle gelenlere istihdam sağlamaması. Bu, 80’lerle birlikte yaşanan, Buğra’nın “ittirme, itekleme” olarak nitelediği zorunlu göç göz önüne alındığında daha ağır bir durumu işaret ediyor. Çünkü bu kuralsız bir göç. Bu yüzden yavaşça bir uyum sağlanmıyor, barınma sorunu gecekonduyla çözülemiyor, iş hayatına katılma kanalları açılamıyor. Kuralsız göç, iş piyasasının yeni kuralları, sosyal güvenliğin erimesi... Tüm bunlar kentlerde yüzünü göstermeye başlayan “yeni” yoksulluğun nedenleri arasında sayılıyor. Üstelik bu kez orta sınıf da tehdit altında. Yoksulluğun bu yeni halinde umuda yer yok, şansa da... Özgür Erbaş DIŞARIDAKİLER “Sahne; Dolapdere’de toplanan çöplerin ayrıldığı bir depo. Oyuncular ise evsiz ya da usunu yitirmiş bir avuç insan...” Timurtaş Onan, “OutsidersDışarıdakiler” adlı çalışmasını işte böyle yorumluyor. Bu Onan’ın uzun yıllardır Dolapdere yürüttüğü çalışmaların bir ürünü. Onan’ın bu çalışması 22 Nisan saat 18.00’de Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki bir dia gösterisi ile fotoğrafseverlerle buluşacak. Bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışında yüzden fazla etkinliğe katılan, ulusal ve uluslararası yarışmalarda jüri üyesi olarak yer alan sanatçının UNESCO ACCU World Photo Contest “Family” Bronz Madalya (1993), UNEP “Focus on Your World” Bronz Madalya (1995), Rovinj 5th Mondial Photo Festival “Children of the World” Gümüş Madalya (1997) gibi ulusal ve uluslararası düzeyde kırkın üzerinde ödülü bulunuyor. Tel: 0216 414 22 39 VATANDAŞLIK HAKLARI... İşte bu ve benzeri pek çok etkenle ortaya çıkan durum “yeni yoksulluk” olarak niteleniyor. Gecekonduların, yoksulluğu kontrol etmede büyük öneme sahip olduğunu, bugün orta sınıfın eski gecekondu mahallelerine “siteler marifetiyle” yerleştiğini anlatıyor Buğra. 80 sonrasında işçi mahallelerinin çöktüğünü, dayanışmanın bittiğini ve tüm bunların, yoksullara karşı tutumun bıçakla kesilir gibi değişmesinden kaynaklandığını anımsatıyor. Yeni sonuçlar karşısında sağın kadar solun da muhafazakâr çözüm önerilerine dönmesine de dikkat çekiyor. Peki muhafazakârlıktan kasıt ne? “Temel sorun yoksullukla işsizliğin eşleştirilmesi”, diyor Buğra. Çözümün istihdamdan geçtiğinde ısrar etmek, “asgari ücretin düşürülmesi, kaçak işçilik gibi melun çözümler”i de beraberinde getiriyor. Peki çözüm ne? Buğra’ya göre çözüm, ortaya çıkan yeni iş ortamının gereklerine göre sosyal güvenlik sisteminin güncellenmesinden geçiyor. Eğitim, sağlık gibi devletin temel hizmetlerinin çalışma hayatı üzerinden değil, vatandaşlık üzerinden talep edilmesi gerekiyor. Peki yoksullukla “sivil mücadele” araçları çözümde ne kadar etkili? Buğra’nın bu konudaki uyarılarına kulak vermek gerek. Bugün pek çok yerde olduğu gibi Türkiye’de de, yoksulluktan bahsederken kullanılan dilin, modern yoksulluğun toplum düzenini tehdit eden niteliği karşısında oluştuğunu anımsatıyor. Bu dili oluşturan unsurların başındaysa korku geliyor; “suçun ve şiddetin yaygınlaşması” veya “sosyal patlama” türü korkuların ifade edilişinde, yoksullara bakış açısı yatıyor. Yoksullar, yoksul olmayanlarda çeşitli bulaşıcı hastalık endişeleri uyandırıyor, “pis”, “suçlu”, “hasta” ifadeleri, yoksulları tecrit etme ve kontrol altında tutma eğilimini geliştiriyor. “Yoksulları kendi yoksulluklarından sorumlu tutma eğilimi, pek çok modern yoksullukla mücadele yöntemini tanımlayan unsur olarak karşımıza çıkar” diyor Buğra ve ekliyor, “yoksullar tembeldir, yoksullar cahildir, yoksullar kendileri için neyin gerekli olduğunu bilmezler, yoksul yardımı onların bu özelliklerini daha da barizleştirip onları bağımlı bir hale getirir. Yoksullara yardım yapmak yerine onları ‘çalıştırmak’ veya onlara ‘balık tutmasını öğretmek’ gibi vurgular içeren önerilerin temelinde yatan da bu suçlama eğilimi.” Yoksulları çalıştırma saplantısının, ekonomik çıkarlarla bağlantısını da unutmamak gerekiyor. Yoksulların üzerinden kâr edilebileceği fikrinin, modern toplumların ekonomik ilişkileri içinde her zaman önemli bir yer tuttuğunu, yoksulların varlığının yoksul olmayanlar için bu sayede tahammül edilir olduğunu belirten Buğra’ya göre, asgari ücretin Devlet İstatistik Enstitüsü’nün belirlediği yoksulluk sınırının altında kalması ve yoksulluk tartışmalarında istihdamın ön plana çıkarılması hiç şaşırtıcı değil. Yoksullara “balık tutmayı öğretmek” gerektiği, “çocuklardan mendil almamak”, “dilenciye para vermemek” tavsiyeleri de işte bu bakış açısıyla tutarlı. Buğra’ya göre şaşırtıcı olan “sömürü düzenine” karşı çıkanların da benzer dili kullanmaları ve çözümün istihdamdan geçtiğini söylemeleri. Bu aynı zamanda, sosyal yardım fikrinin şiddetle reddini de beraberinde getiriyor. EVLE SOKAĞIN ARASI... Buğra, “acıma” ya da “merhamet”in barındırdığı çağrışımlara da bakmak gerektiğini söylüyor. Hayırseverlik dilinin, dini niteliğini bir ölçüde seküler bir yapıya bırakmasına karşın, dikkatli olunması gerekiyor. “Çünkü” diyor Buğra, “yoksullar için bir şeyler yapmaya çalışanların iyi niyetinden kuşku duymayı gerektirmese de hayırseverin yoksula verdiği gönüllü ve karşılıksız ‘armağan’ın, armağanı alanı eşitsiz bir kişisel ilişkinin alttaki tarafı konumunda bıraktığını görmek gerekir. Dolayısıyla yoksulluk sorununu sosyal haklar bağlamında tartışabilmek, standart yoksulluk dilinin tuzaklarına karşı duyarlı olmayı gerektirir.” Peki bu yeni yoksulluğun hedefinde kimler var? Anlaşılan o ki, bu sürece en hazırlıksız yakalanacak olanlar, ezeli yoksullar değil, orta sınıf. Buğra’nın tarif ettiği yeni çalışma hayatı, eriyen güvenlik sistemi ve devletin bu yeni yapıya hazırlıksızlığı ev sahibi olmakla evsizlik arasını bir âna indiriyor. Bu noktada, orta direğe ilişkin, “belinin bükülmesi” ya da “iki yakasını bir araya getirememesinin” ötesinde bir tehlikeden mi söz ediyoruz? Bu sorunun yanıtını, 90’ların sonunda yaptıkları araştırmaları “Nöbetleşe Yoksulluk” adıyla kitaplaşan ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Oğuz Işık ve Doç. Dr. M. Melih Pınarcıoğlu veriyor. Onlara göre de “kurallı göç ve yoksulluk” değişim geçiriyor. Bugün yoksulluğun devir tesliminin ortadan kalktığını, yani göçün kurallarını yitirmesiyle süreklileşen, büyüyen ve derinleşen bir yoksulluğun ortaya çıktığını söylüyorlar. Yoksulluğun hedefinin genişlemesine karşı, yoksullukla mücadele deneyimleri olmayan orta sınıfa olduğu kadar devlete de uyarıları var. Bugüne kadar yoksullukla, cemaat ilişkilerini ve en formel sektörü destekleyerek baş eden devletin, bu yeni dalgaya hazırlıksız yakalandığını düşünüyorlar. “Çünkü” diyorlar, “devletin bugüne kadar temel bir yoksullukla mücadele politikası olmadı. İnsanlar, cemaat ilişkilerine ve ayakta kalma becerilerine terk edildi. Ancak şimdi, baş edilebilir, devredilebilir, kurallı yoksulluktan, yaygın, kuralsız ve baş etmesi güç bir yoksulluğa geçiyoruz. Orta sınıfın korunaksız kesimleri, kadın ve çocuklardan oluşan aileler, kendine hareket alanı açma şansı olmayan emekliler, özürlüler bundan sonra, bugüne kadar bilmedikleri bir yoksullukla tanışmak üzereler”... Bilim insanlarının tespitleri olumsuz, uyarılarını yapıyorlar. Peki onları duyması gereken asıl olarak kim ya da hangi kurumlar? Prof. Buğra, hem “huzur ve sükunu korumak” isteyen devlete hem de STK’lere sesleniyor: Tam üyelik sürecine girilen AB’nin sosyal politikalarının uygulanması ve yoksullukla mücadele eden STK’lerin yaklaşımlarını “hayırseverlik” temeline oturtmamaları gerekiyor. STK’lerin, siyasi otoritenin yapması gerekenleri üstlenerek, “devlete destek olmak” yerine, siyasi yetkililere sorumluluklarını hatırlatıp bu sorumlulukların yerine getirilip getirilmediğini izleyerek sosyal politika oluşturulmasını sağlamakta ısrarcı olmaları gerekiyor. CUMHURİYET 05 CMYK