Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 12 14/12/06 16:43 Page 1 PAZAR EKİ 12 CMYK 12 17 ARALIK 2006 / SAYI 1082 Sinema beni müzikten çaldı! Ali Deniz Uslu rielle Dombasle önce beyazperdede tanındı. Sesiyle filmlerinden çok sonra tanıştık, aşk şarkılarını daha gizemli bir hale getirdi. Güzelliği ve sesinin büyüsü ile Eric Rohmer’den Roman Polanski’ye ve Raul Ruiz’e kadar birçok ünlü yönetmenin de dikkatini çekti. İlk albümü “Amor Amor”da, “Besame Mucho”, “Quizas Quizas” ve “I Wish You Love” gibi şarkılara getirdiği yorumla dinleyiciyi büyülemişti, yeni albümü “C’est si Bon”da ise “Dream a Little Dream of me”, “Cheek to Cheek” ve “I’m in the Mood for Love” gibi 50’li yılların unutulmayan klasiklerini yorumluyor. Dombasle, geçen hafta Best Model Of The World için İstanbul’daydı. Söylenenlerin aksine samimiyetinden şüphe edilemeyecek kadar içtendi. Röportajın sonunda bize sorup öğrendiği “burada olmaktan çok mutluyum” cümlesini, sessiz birkaç denemeden sonra otelin lobisinde yüksek sesle bağırarak yanımızdan ayrıldı. İşte Arielle Dombasle’nin hayata ve müziğe dair anlattıkları… Sizi sinemayla tanıdık, müzik sonradan geldi. Müziğe niye bu kadar geç başladınız? Aslında müzik en başta vardı; her şey müzikle başladı. Konservatuvara gittim ve klasik repertuvar eğitimi aldım. Uzun bir şan ve ses eğitimi gördüm. A Zaten sinemaya müzik sayesinde başladım. Eric Rohmer’in filmi “Perteval le Gallois”daki ilk rolümü iyi şarkı söyleyebildiğim için aldım. Daha sonra sinema beni çaldı! Ancak müzikle ilgilenmeye her zaman devam ettim, çoğunu duyurmadığım birçok projelerim oldu. Kimsenin haberi olmadan, gizli gizli eğitimler almaya devam ettim. Erkeklerin güzel, başarılı ve akıllı kadınlardan korktuğu söylenir, kadınların ise onlardan haz etmediği. Bu konuda sizin hakkınızda olumsuz onlarca haber okuduk. Böyle bir derdiniz oldu mu? Aslında kadınlar beni çok sever. Ben de kadın arkadaşlarımı çok severim, dolayısıyla böyle bir problemim yok. Yazılıp çizilenlerin aksine böyle bir derdim olmadı. Erkekler size yaklaşmaya çekiniyorlar mı? Yok, yok hayır, hiç korkmuyorlar. Halbuki biraz korkmalarını ben tercih ederdim! Aşk şarkılarını bir başka yorumluyorsunuz, bu aşkı tanımlayışınızdan kaynaklanıyor olmalı… Aşk... güçtür, amaçtır, anlamdır, kalptir, dünyanın çekim kaynağıdır. Hayatın en büyük macerası, en büyük gizemidir. Hatta, hayatın başka bir gizemi de zaten yoktur! Çevrenize inanılmaz bir enerji yayıyorsunuz, bunun kaynağı nedir? Ben parıldamayı, ışıldamayı seviyorum. Işığı alıp içime hapseden siyah bir yıldız değilim, tam tersine çevremdekilere bu ışığı yansıtıyorum. Amerika’da doğup Meksika’da yaşadınız ve sonra Paris’e taşındınız, bu kâşif hayatı size neler kattı? Bu sayede çok rahatlıkla her yere uyum sağlayabiliyorum. SİNEMA BAĞIMLISIYIM... Çalışmak istediğiniz bir yönetmen, aktör ya da müzisyen var mı? Luis Buñuel, Sarkovsky, Bergman ve Murnau ile çalışmayı çok isterdim. Bu insanlar sinemayla birlikte yaşıyor. Ben de sinema dünyasına bağımlıyım, sinemaya bayılıyorum ve çok film izliyorum. Son olarak Wong Karwai’yi keşfettim. Benim söylediğim bütün şarkılar, özelliklede “In the mood for love”, aslında kendisinin özel repertuvarında yer alan şarkılarmış. Bunu fark edince aramızda çok özel bir bağlantı olduğunu hissettim ve bu bana inanılmaz bir mutluluk verdi. Yeni albümünüz “C’est si Bon”da 40’lı ve 50’li yılların klasiklerini seslendiriyorsunuz... Bu şarkılar annem ve babamın en sevdiği şarkılardı. Annem, 40’lı ve 50’li yıllarda New York’ta yaşamıştı. Ben de kendimi o dönemde hissetmeye çalıştım ve albümü tamamen o zamana adadım. Bu albümde hiçbir elektronik müdahale yok, kayıtlar tıpkı o yıllarda olduğu gibi. Yani ben önde o eski mikrofonla şarkı söyledim, hemen arkamda ise orkestra benimle eş zamanlı olarak çaldı. Albümün sıcaklığını insanlara hissettirmemizde bu doğallığın payının büyük olduğunu düşünüyorum. Yaşadığınız Paris gibi İstanbul da sanatçıların yaratıcılığını perçinleyen bir şehir. İnsanlar ve şehirler arasındaki bu iletişime inanıyor musunuz? Elbette! Çünkü sanatçılar çok hassas insanlardır. Bizler tıpkı birer sünger gibiyiz! Bu yüzden ben uçakta gelirken İstanbul’un tarihini okuyordum ve bir anda bütün hayal gücüm Muhteşem Süleyman’dan başlayarak beni alıp götürmeye başladı. Haçlı Seferleri, Yunanlıların gelişi, Bizans’ın kuruluşu, İpek Yolu… Burası inanılmaz bir şekilde kültürlerin buluştuğu, karmaşa zengini, yaşayan bir kent. İstanbul, Tanrı tarafından bağışlanmış ve her zaman herkes tarafından istenmiş bir şehir. Eğer İstanbul’a altı aylığına gelip yerleşsem, hem hayal gücüm hayata geçer hem de kendimi semazenlerin arasında bulurum. İstanbul’a yerleşin o zaman... Neden olmasın? Bazı ülkeler yapay ve sığdır, kültürleri yoktur. Halbuki İstanbul alabildiğine derin. Kültürüyle, şanlarıyla, mimarisiyle, burası “kaleidoskopik bir yer”. Öyleyse buraya yakın zamanda yeniden gelmelisiniz... Kesinlikle geleceğim. Şu an hüsrana uğradım. Çünkü uçaktan iner inmez otoyolda buldum kendimi ve şimdi bir oteldeyim. Büyük ihtimalle İstanbul’u gezecek zamanım olmayacak bu sefer. Ben gidip Topkapı’yı ve tarihi camileri görmek istiyorum, ama otelde olunca kendimi şehirden izole edilmiş gibi hissediyorum. Aşk şarkılarının unutulmaz yorumcusu, sinema oyuncusu Arielle Dombasle, “Her şey müzikle başladı, ama daha sonra sinema beni müzikten çaldı” diyor. Dombasle, aşkı; güç, amaç, hayatın en büyük macerası ve gizemi olarak görüyor. RACHID TAHA Dostum beni dinle Zekeriya S. Şen ezayirli göçmen Rachid Taha, 1980’lerden beri dünya müzik platformunda. Fransa’da yaşayan sanatçı, 1980’de Carte Séjour (Oturma İzni) adlı, kendisi gibi göçmenlerden oluşan grubundan ayrılıp solo kariyerine başladı. Rock’un gücü, Punk’ın tavrı ve Arap ezgilerinin karışımı ile tutkulu bir müzik yapabileceğini fark etti ve bu yolu izledi. Bu yol boyunca ürettiği “Ole Ole”, “Made In Medina”, “Diwan”, “Tekitoi” adlı başarılı çalışmalarla Arap ve Batı müzik dünyasında bir fenomen oldu. 1998’deki “Diwan” albümü ile dünya çapında ilgi topladı. Şimdi “Diwan II” albümü ile bizleri tekrar büyülemeye hazırlanıyor. Oran’da, 1958’de doğan sanatçı, on yaşında ailesi ile Lyon’a göç etti. Dönemin Punk müziğine kendini kaptırdı ve müzisyen olmaya karar verdi. Solo kariyerine prodüktör Steve Hillage (eski gong ve system 7 elemanı ) ile adım atan sanatçı, bir anda, Fransa’daki Arapların isyankâr sesi oldu. Kuvvetli ritim ve politik nakaratlar içeren bestelere imza attı, müziği ile iki kültürün birbirini daha iyi anlamasını sağladı. Rai ve Chaabi (Cezayir’in eski tarz pop müziği) temalarını punk ve rock ile başarıyla birleştirirken köklerini yeniden keşfetti, geçmişi ve geleceği arasında denge kurdu. “Made In Medina” albümünde Bnet Marrakech’in mükemmel vokalleri ile Arap ezgileri üzerine yapılandırılmış rock müziği temasını işledi. 2004’te “Tekitoi” albümü ile bu sentezini resmen çiviledi. The Clash’ın zamansız parçası “Rock The Casbah”ın çılgın vurmalı çalgılar ve Arap Rachid Taha, Fransa’daki Arapların asi sesi... sözleri ile yorumu tüm nefesleri kesti. C hangi yönde akacağına karar vermiş. Trompette Stephane Baudet ve arka vokalde Miquette Giraudy ile bu antika parçayı tekrar hayata geçiren Taha başarılı bir iş çıkartmış. İkinci parça “Rani” albümün en rock temalı çalışması. Adeta bizim kulağımızla kendisi hakkında yorum yapıyor, “Sözlerini anlamasam bile müziğini dinlediğimde yüreğim ısınır” diyor. Dinlerken eminim siz de böyle hissedeceksiniz. Irkçılığa sert şekilde tepki gösteren sanatçı, bunu Francis Bebey bestesi “Agatha” parçası ile sürdürüyor. Eğlenceli nakaratlarla, Arap yaylıları ve vurmalı çalgıları ile dillerden düşmeyecek epik Antiırkçı bir marş üretmiş. Albümde iki bestesi de var, “Josephine” ve “Ah Mon Amour/Ah Benim KIPIR KIPIR MELODİLER... Geçen ay ülkemiz haricinde piyasaya çıkan yeni albüm, 1998 tarihli “Diwan” albümünün devamı niteliğinde. Bu çalışmada, nispeten yavaş ve sakin, daha doğrusu Rock temalarından uzak, yöresel müziğine dönmüş. Kıpır kıpır melodileri, dikkatle işlenmiş Arap ritimleri ile harmanlamış. Aralara serpiştirilen sade rock ve punk temaları ise müziğe lezzet katıyor. Kültürel ve politik beyanatlardan sakınmayan sanatçı, bunu yeni albümünde de sürdürüyor. Albüm bir Mohammed Mazouni bestesi olan “Ecoute Moi Camarade/Dostum Beni Dinle” ile kapılarını aralıyor. Albüme başlamadan önce ailesinin çatı katını kurcalayan sanatçı, bu parçanın artık basımda olmayan orijinal plağını bulmuş. Onu dinledikten sonra yeni albümün Sevgilim”. Hossam Ramzy’nin Arap vurmalı çalgısı Guellal ve Kadi Bogunaya’nın kamış flütü Gasbar mükemmel bir atmosfer yaratıyor. Özellikle “Josephine” yapısı ile Taha’nın uzun zamandan beri ürettiği en başarılı çalışma. Londra, Paris ve Mısır’da kaydedilen albümün prodüktörü Steve Hillard. Albümde Dahmane El Harraçi’nin bestesi “Maydoum”a yer verilmiş. “Ya Rayah” kadar ilk dinleyişte âşık olunmasa da, dinledikçe içinize siniyor. Kapanış ise Ümmü Gülsüm’ün meşhur ettiği “Ghanni Li Shawaya”nin Taha versiyonu ile yapılıyor. Diwan II romansal aşk, farklı kültürler arasında sıkışıp kalanları ve ırkçılığı ele alıyor. Adeta şiir, ritim, müzik, saflığın ve gerçeğin aktığı bir nehir. Tam da Richard Taha’dan beklendiği gibi. Dinlemenizi şiddetle öneririm. [email protected]