01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

PAZAR EKİ 3 CMYK 19 KASIM 2006 / SAYI 1078 3 Peki bugün? Hocam Henri Lefebvre bu dönemler için “mümkün olanın pratik olmayan duygusunun” yaşandığını söylerdi. Değişime, dönüşüme ihtiyaç var, bunu biliyoruz, görüyoruz, ama olanaklar kısıtlı. John Holloway’in “İktidar olmadan dünyayı değiştirmek” kitabı da o dönemin önemli unsurlarından biriydi. Anarşizanütopyacı bir söylem hâkimdi. İçinde yaşadığımız stratejik dönemde ise tüm bu sorunların karşısına tutarlı, toplumsal ve siyasal yanıtlar üretme ihtiyacı hissediyoruz. Venezüella’da Chavez, Bolivya’da Morales iktidarda, emperyalist sistemden kopuşu başlattılar. Bunu sürdürmek için ne yapmalılar? Acil yanıtlara ihtiyaç var. Solda kafa karıştıran konulardan biri de toplumsal hareket ve siyasi parti ilişkisi. Bu iki “ifade” yolu, birbirini nasıl etkiliyor, dönüştürüyor ya da engelliyor? Bugün toplumsal direniş ile politika arasındaki tutarlılığı sağlamak şart. Toplumsal hareketlerde iyimserlik söz konusu olabilirken bunu parlamenter siyasete dönüştürmek istediğinizde reel politik tavırlarla karşılaşıyorsunuz. Burada Marx’a atıfta bulunmak gerekirse o, “siyasal yanılsamayı” teşhir ediyordu. Yani sadece yurttaşlık haklarının kazanılmasıyla insanın özgürleşmesinin sağlanacağı inancını eleştiriyordu. Şimdi de toplumsal hareketler, siyasetten uzak durduğunda birtakım sonuçlara ulaşabileceği yanılsaması içinde. Bunu da bir “sosyal yanılsama” olarak adlandırabiliriz. Militanlığım akademisyenliğimden önce gelir Ali Deniz Uslu Daniel Bensaid, Paris 8 Üniversitesi’nde felsefe profesörü ve Devrimci Komünist Birlik’in (LCR) kuramcılarından, 1968 Mayıs hareketinin önemli önderlerinden. Bensaid, “Köstebek ve Lokomotif” isimli kitabında Blanqui, SaintJust ve Che Guevara’yı melankolik olarak tanımlıyor. ni yeraltından kazarak kendi yolunu açan direnişleri simgeliyor. Köstebek hiç tahmin edemeyeceğiniz anlarda yeryüzüne çıkar, tıpkı devrimler gibi. Ayrıca lokomotif metalik soğukluğu ile insanlığa uzaktır. Köstebek ise daha yumuşak, daha sıcaktır. Kitabınızda “Devrimciler neden melankoliktir?” isimli bir metin var. Gerçekten devrimciler melankolik mi? Devrimci hareketin yeraltı güzergâhından gelen isimlerini, Blanqui, SaintJust hatta Guevara’yı, melankolik olarak tanımlamak gerektiğine inanıyorum. Çünkü onlar “gerekli olanın henüz mümkün olmadığı dönemlerde” mücadelelerini verdiler. Benim melankoli dediğim, gereklilikle mümkün olan arasındaki o kopuşun bilinçli ifadesi. 80’lerde başlayan neoliberal karşıtı reformlar dönemi de devrimciler için gerçekten melankolik bir dönemdi. Buradaki melankoli pasif ve yakınmacı değil, etkin, eylemci bir kabullenmeyiş. “Ütopya Zamanı ve Direniş Zamanı” makaleniz ise 80’li yıllardaki direniş kültürüne göndermeler yapıyor… Direniş ve ütopyayı kesin sınırlarla ayırmak istemem, ama zaman içinde farklı dönemleri tanımlamak için bunun bize faydası olabilir. Mesela liberalizmin ilk saldırı dalgası karşısındaki tutum, bir direnişti. O zaman hakikaten dünyayı değiştirme umutları en alt düzeydeydi, ama yine de direnmek gerekiyordu. İşte o dönemlerde teorik ve ideolojik düzeyde bir direniş edebiyatı da gelişti. Bir de 90’ların ortalarında Zapatistaların başkaldırısıyla başlayıp, 1995 yılında Fransa’daki kamu grevleriyle, 1999'da Seattle’la ve sosyal forumlarla devam eden ütopik bir dönem var. Bu dönemde liberal politika ve söylemler hızla meşrutiyet kaybına uğradı. Dünya sosyal forumları ve küreselleşme karşıtlarının önemli sloganlarından “Dünya satılık değildir”, bunu çok güzel ifade eder. Fotoğraf: Vedat Arık D aniel Bensaid, Fransız düşünce dünyasının radikal seslerinden biri. 1946 Toulouse doğumlu. Toulouse’da babasının açtığı meyhanede, işçilerin, eski Uluslararası Tugay üyelerinin, İtalyan antifaşistlerin, göçmen direnişçilerin geldiği, gecenin sonuna doğru yumrukların havaya kaldırılıp Enternasyonal’in söylendiği bir ortamda büyümüş. 1968 Mayıs hareketinin önemli isimlerinden Walter Benjamin ve Karl Marx üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. Devrimcileri melankolik olarak gördüğünü belirten Bensaid’in melankoli tanımında yakınma ve boyun eğme yok, onun yerine etkin ve eylemci bir kabullenmeyiş var. Ona göre, sermayenin giderek daha yayılmacı bir hale geldiği günümüzde Marx hâlâ en çağdaş düşünür; “Toplumsal hareketler siyasetten uzak durdukça sonuca ulaşılamayacak” diyor. Daniel Bensaid ile yeni kitabı “Köstebek ve Lokomotif” (Yazın Yayıncılık) üzerine kitabın çevirmeni Utku Uraz Aydın aracılığı ile konuştuk. “Köstebek ve Lokomotif” çeşitli makalelerinizden oluşuyor. “Köstebek ve Lokomotif” makalesi ise kitaba adını veriyor. Bu makaleden bahsederek başlayalım söze. Bu metaforlar ne ifade ediyor? Evet, köstebek ve lokomotif güçlü anlamlarla yüklü birer metafor, yani imge. Bu anlatım tarzıyla daha az mekanik bir tarih kurgusuna vurgu yapmak istedim. Mesela lokomotif, demiryolu imgesi modernliğe işaret ediyor ve 19. yüzyılı simgeliyor. Bu dönemde tarih, düz ve çizgisel bir ilerleme olarak algılanıyor. Devrimler de lokomotif gibi raylar üzerinde ilerleyen birer hareket olarak görülüyor. Köstebek imgesi ise aslında bu tarihin belirsizliklerinin altını çiziyor. Ya SERMAYENİN MANTIĞI SORGULANMALI Derrida’nın “Marx’la birlikte veya Marx’a karşı, ama onsuz asla!” sözlerine atıfta bulunuyorsunuz. Sizi bulmuşken biraz Marx’ı konuşalım... Amacım, Marx’ın metinlerini kutsal birer metin gibi göstermek değil. Mesele Marx’a geri dönmek değil, Marx’tan geçerek bu döneme bakabilmek. Marx’ın dili neden çok güncel ve çağdaş? Çünkü onun varlığını ve işleyişini eleştirdiği sermaye giderek daha yayılmacı bir hale geliyor. Günümüzde alternatif küreselleşme hareketinde canlının metalaştırılmasına, alınıp satılmasına karşı çıkıyorsak tüm bunların temelinde sorgulanması gereken sermayenin mantığı. 80’li yıllarda Newsweek dergisi “Marx öldü” başlığı atmıştı. Bu söylem ölüyü diriltme etkisi gösterdi. Marx yeniden akademik çevrelerde ciddi bir biçimde tartışılmaya başlandı. Tanımlarınızdan biri de “Militan felsefe”. Siz, kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz, filozof mu, militan mı? Her şeyden önce filozofluğu ve militanlığı ikili bir hayat olarak algılamamak lazım, ama pratikte angaje ve militan bir hayatla, polemiklerden oluşmayan ciddi bir teorik çalışmanın bir arada varolmasının gerekli ve kaçınılmaz olduğunu göstermek istedim. Ben hiçbir zaman akademisyen ve filozof olarak tanımlanmak istemem, daha çok militan kimliğimle öne çıkmak isterim. Bugün Fransa’daki entelektüel söylem çoğunlukla popüler anlayışla şekillenir. Bir gün söylenenler diğer gün hiçbir açıklama yapılmadan değişebiliyor. Fikirler arası bir “zaping”dir bu, ama kolektif bir siyasal faaliyete dahil olduğunuzda sorumluluklarınız vardır ve açıklamalarınızın hesabını vermeniz gerekir. Bu, benim ahlaki sorumluluk ilkem.? EDİTÖR’DEN Oğlum Güney sesi sonuna kadar açmış dinliyordu, “Kim” diye sordum, “Tupac Amaru” dedi. Şaşırdım. Bildiğim tek Tupac Amaru vardı, o da 1700’lerin ortalarında İspanyol kolonyalistlare direnmiş, İnka soyundan bir yerliydi. Adını taşıyan hareketin anımsadığım son eylemi ise doksanlı yılların sonunda, Lima’da Japonya büyükelçiliğinin işgaliydi. Rehinelerle konsolosluğun bahçesinde futbol oynarken katledilmişlerdi. Yani rap’le bir ilgileri yoktu. Bu kez Güney şaşırdı: “Nereden ve neden biliyorsun sen bunları”? Güldüm. Şaşırtma sırası ondaydı: “Tupac’ın annesi Kara Panterler’den”. Gülmemi kesmeden sordum: “Kara Panterler de kim”? Kendinden emin yanıtladı: “Amerika’da siyahların kurduğu bir örgüt”. Konuşmayı Tupac Amaru Shakur’un yarı belgesel filmini izleyerek tamamladık, aslında bu bir anmaydı, çünkü o gün, 13 Eylül 2006 ünlü rapper Tupac’ın ölümünün onuncu yılıydı. Film, Tupac’ın 25 yıllık kısa, ama şiddetli yaşamını anlatıyordu. Cezaevlerini iyi biliyordu, çünkü Kara Panterler üyesi annesi ve babası kezlerce tutuklanmıştı. 12 yaşında şiir yazmaya başladı, 15’inde şiirleri rap sözlerine dönüştü, 20’sine geldiğinde hem şarkılarıyla hem de sekiz kez cezaevine girmesiyle ünlenmişti. Şarkıları sertti, bütün siyahların yüzlerce yılda biriktirdiği öfkeyi kusuyordu. Dahası siyahların beyazlardan daha üstün, daha iyi olduklarını savunuyordu. “Savaştan para kazanıyorlar, ama açları besleyemiyorlar” diyordu bir şarkısında “Gençlik için bir umut olmaması üzücü, ama gerçek olan bu / Gelecek için bir umut yok / Ve merak ediyorlar, biz niye çıldırdık”... Ünüyle beraber Tupac’ın öfkesi de arttı. En iyi albümü altı milyon sattı. Bu müzik piyasası için rekabeti körükleyen bir rakamdı, iki şirket arasındaki silahlı çatışmada vuruldu. Öldüğünde annesi yanındaydı, “Devrimciler ölür, ama” dedi “Devrimler bitmez”... Şimdi neden Tupac? Bu hafta İpek Özbey, rap müzisyenleri, Ayben, Aziza A. ve Sultana ile konuştu. Üçü de şarkılarını politikadan uzak tutmaya çalışıyorlar… Bunda son 20 yılın en esaslı repliği "Politikayla ilgilenmiyorum"un kolay çıkmayan lekesinin, rap’in müzik endüstrisinde artık küçümsenmeyecek bir pay oluşturmasının da etkisi var… Belki yakın bir gelecekte, her şeyin, “Politikayla ilgilenmiyorum”un repliğinin de bir politika olduğunu fark eden rap’çiler çıkar ve “sessiz beyaz”ların politikasını müzikleştirirler… Çünkü, bu kıtada da gençler hedefsiz, nedensiz “çıldırıyor”... İyi haftalar... Berat Günçıkan [email protected] Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/İstanbul (0212)4543000 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected]
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear