Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
~0 ŞUBAT 2005 / SAYI 987 11 Unutulan ünlü: Ihsan Unlüer Zeynep Erdoğan adıköy Bahariye Caddesi'nden'Dr. îhsan Ünlüer Sokağı'na sapıp Rum Ortodoks Kilisesı'ni biraz geçerseniz eski bir Istanbul eviyle karşılaşırsınız. Biraz daha yaklaşırsanız evin kapısına Kadıköy Belediyesi'nin yerleştırdiği plaketi okuyabılırsiniz: "Gazeteci ve Sanatçı Dr. îhsan Ünlüer bu evde yaşadı. 19261990." Bir sokağa adı verilen bu insanın ne gibi sanatlarla uğraşıp nerelerde gazetecilik yaptığını, acaba bu sokaktan geçen kaç kişi bilir? Çok kişi olmasa gerek. Halbuki daha 25 yıl önce, tanınmış, renkli bir kişiydi Unlüer. Cumhuriyet gazetesinde mizahi üslupla bezediği ve kendi çizdiği karikatürlerle güçlendirdiği yazılarının geniş bir okur kitlesi vardı. Aynı zamanda bir opera sanatçısı ve kadın doğum uzmanı bir hekimdi. Bir tekerleme gibi dilimize takılan "Oku oku budur sonu" sözü de, onun yedi baskı yapan kitabının adıydı. Bu kadar renkli bir kişiliğin, pek çok dalda başarılı ürünler vermiş bir sanatçının bu kadar erken unutulmasının sebepleri ne olabilir acaba? Onun, günümüzün "yükselen değerlerine" uymayan bakış açısı mı, zamanın ola\ 'B ğan unutturucu etkisi mi, bilmiyorum. K Ondaki çifte yetenek, yazma ve mizah yeteneği Doğan Nadi'nin de gözünden kaçmadı, Cumhuriyet'te yazı yazmasını teklıf etti. Ona "hekimlik üzerine, ama mizahla yazacaksınız" dedi. Köşe yazarlığı böyle başladı ve kısa sürede, soyadı gibi ünlü oldu. PINKERJON İHSAN Ihsan Ünlüer mevcutlara yeni bir meslek daha ekledi: Opera sanatçılığı. Üniversitedeki kadın doğum hocası Tevfik Remzi Kazancıgil'in yüreklendirmesıyle doktorluk ve opera sanatçılığını bir arada yürütmeye başladı. Kimi zaman ameliyattan kalan talk pudrası, hastaneden çıkıp sahneye koşan Ünlüer'in makyajı yerine geçecekti. Ünlüer müzik kariyerini Istanbul Devlet Opera Stüdyosu'nda beş, Italyan Kültür Derneği'nde üç yıl şan ve müzik derslen alarak yaptı. Madam Butterfly operasında oynadığı Amerikan deniz teğmeni Benjamin Franklın Pınkerton başrolü ile haklı bir üne kavuştu. Böylece aryanın sonunda dünyanın her ülkesinin sahanlığına demir atan uçarı Amerikan askeri olarak Amerikan konsolosu mister şapkası ile birlikte Amerikan şerefine kadeh kaldırarak allegretto bağırmento makamında 'Amerika Forever! Yaşasın Amerika' diyebirinci perdeyi tamamladık. Çiçekler ve alkışlar... Eve dönüşte öğrendik ki Amerikan deniz teğmeni Benjamin Franklın Pinkerton o günkü süksesine karşın Amerikan ilaç firmasındaki işinden atılmıştı. Eve üzgün döndü Pinkerton, eczacı eşi 'Bu kez de oyunda Almanya Forever! diye bağırsan seni Alman ilaç firmaları belki işe alırlar' dıye tesellı etti." Kadın doğum uzmanı, operacı, yazar, mizahçı, karikatürist... Yaptığı her işte, insan onuru ve özgürlüğünü her türlü değerin üzerinde tuttu îhsan Ünlüer. Düşündüğü gibi yaşadı. 147 lerle birlikte üniversiteden uzaklaştırılmıştı. Adı şimdi Kadıköy'de bir sokakta yazılı... OKU OKU BUDUR SONU! Ihsan Ünlüer, yazılarını ikı kıtapta topladı. "Sevgi Aşk ve Tutkularımız" onun ilk kitabı. Kitap yaşamımızda çok önemh bir yeri olan bu üç kavrama farklı bakış getiriyor; orijınal fikirleri ve yer verdiği ilginç anekdotlarla her kesimden insanı sanp sarmalayan yazılardan olu RESSAM ALİ İHSAN thsan Ünlüer îzmir'de Topaltı semtinde doğdu. Babası, yazılarında da sıkça gurur duyarak sözünü ettiği Ayakkabıcı Ismail Usta'ydı, annesi ise ev hanımı Hediye Hanım. Ekonomik nedenlerden dolayı Askeri Tıbbiye'yi yeğleyen Ünlüer doktor olup, uzmanlığını kadın doğum alanında yaptı. Ama sanat tutkusu da içinde depreşip durdu. Daha çocukluğunda sanatın pek çok dalına meyilliydi. Sanat yeteneğini ilk fark eden ilkokul öğretmeni oldu. llkokul üçüncü sıntfta yaptığı zürafa resminin altına "Ressam Ali Ihsan" dıye yazacaktı öğretmeni. Ihsan Ünlüer, sahip olduğu resim yeteneğini ilkin hekimlik mesleğinde yaratıcı bir tarzda kullanarak sınadı. Derste geçen konulan, hocayı, öğrencileri çizip durdu. Kadın doğum klıniğinde tezini cerrahi bir resim atlası hazırlayarak verdi. Ondaki sanat yeteneği ve güçlü mizah duygusu bir araya gelince ortaya karikatürler, mizah yazıları çıktı. Yaptığı her işe mizahi bulaştırıyordu, Halikarnas Balıkçısı'yla tanışmasında olduğu gibi: "...Doğduğum Izmir kentindeyim. Konak Alanı'ndaki Milli Kütüphane'nin önünden geçerken genç bir yaşlı adam çarptı gözüme. Aydınhk yüzü, upuzun boyu, bembeyaz saçları ve elinde kitapla dolu iki filesi vardı. Bakışlarım istem dışı takılmıştı bu genç yaşlıya. Bir yerden anımsıyordum sanki onu. O da dikkatle bakıyordu. Birdenbire basbariton bir sesle bağırdı adam: Merhaba! Affedersiniz, siz Halikarnas Balıkçısı mısınız? Ya ne sandın ya? Izlanda Balıkçısı sandım. Güldü ve ekledi: Nükteli bir adama benziyorsun sen. Ünlüer, 27 Mayıs 1960 sonrası üniversiteden uzaklaştırılan 147 öğretim üyesi arasında yer alınca, hekimlikten uzaklaştı. Bir Amerikan ilaç firmasında çahşmaya başladı. Firma çalışanlarına başka bir işle uğraşmalarını yasaklamıştı. Operadaki rolünün kimsenin dikkatini çekmeyeceğini ve böylece iki işi bir arada yürütebileceğini düşündü. Ama durum farklı gelişti. Ünlüer nereden bilsin operada başrolü alacağını; isminin sokak ilanlarında afişe edileceğini... Oyunun gala gecesinde Istanbul'daki pek çok Amerikalı doldurdu salonu. Gerisini Ünlüer'den dinleyelim: "Işime son verilme korkusu ile üzgündüm. Ama sahnedeki rolüm ile çalıştığım firmanın milliyeti arasındaki özdeşlik bana teselli veriyordu. O gece temsil başladı; ilk perde: 'Dünya doludur bin türlü heyecanla, bir Amerikan denizcisine vatandır her yer' aryasını attım. şuyor. Yazıların tuzu biberi ise her zamanki gibi mizah. Insana, nereden buluyor dedirten ilginç anekdotları yine Ünlüer'ce denilebilecek özgün söz oyunlarıyla anlatıyor. Büyük bestecilerin yaşamlarına ilişkin anekdotlara özel bir yer veriyor Ünlüer. Büyük kompozitör Beethoven ile cüzdanı şişkin ağabeyi arasmda geçen bir diyaloğu nasıl aktardığına bakalım: "Sonradan görme bir burjuva gururuyla kardeşi ona Johann Fan Fin Fon Bethofen 'Çiftlik Sahibi' diye kartvizitini gösterince büyük kompozitör ağabeysinin kartının altına şu cümle ile kendi adını karalamıştı: Ludvig von Bedıoven... Beyin sahibi." Öteki kitabının, içindeki fikırler gibi adı da ilginç: Oku Oku Budur Sonu! Bu kitapta da yalın ve çarpıcı bir dil kullanıyor. Ağırlıklı olarak tarihseltoplumsal konuları ele alıyor. Kendine has üslubuyla emeği, emekçiyi, aydınlığı savunuyor. Insan onurunu ve özgürlüğünü her türlü maddi değerin üstünde tutuyor. Bunu gülmecenin değişik biçimleri olan yergiyi, toplumsal hiciv ve kara mizahi kullanarak yapıyor. Ona göre her insanın olduğu gibi sanatçının da yeryüzünde yüklendiği bir sorumluluk vardı ve o, bu sorumluluğunu şöyle tanımlıyor: "Ezilen insanın acısmı duyarak müziğinde, resminde, karikatüründe onlan dile getiren sanatçıya ne mutlu." îhsan Ünlüer bir yazısında "Şair, 'Taçlar bile eğilen başlarındır' derken, biz baş ağrıları bu dünyada düşünen başların tacıdır diyoruz" demişti. Ne yazık ki Ünlüer'in insanlar için iyi ve güzel şeyler üreten beyni, Alzheimer denilen bir "baş ağrısına" yenik düştü. Üç uzun yıl boyunca süren hastalığı sonucunda 1990 yılı 4 Nisan'ında aramızdan ayrıldı. Arkasmda güzel anılar, değerli eserler bırakarak...# Aylin KotÜ Dolap temizliği zamanı G ünlerdir ertelediğim gardırop temizliği gene evde olduğum bir pazar günü huzursuz oturmama neden oluyor. Bir yanım, sabah keyfi yapayım, kahvemi içeyim derken, diğer yanım önce şu dolabını hallet diyor. Tıpkı düşüncelerim gibi... Hoşuma gitmeyen, üstüne varıp temizlemem gereken düşüncelerim de hep en keyifli anlarımda aklıma gelır. Yüzümde o an gülümseme varsa bir an dona kalır. Sonra dolabımı derleme işinde olduğu gibi bir refleks, erteleme mekanızmamı devreye sokar. Dolap temizliği yapacağım zamanlarda, dolabın önüne gelince farklı durumlar olur bende. Mesela hiç tereddüt etmeden eleyeceklerim vardır. Bazen de kopamadıklarım... Bu yönden de düşüncelerıme benzerler. Kendimi geliştirdikçe, okudukça, öğrendikçe bir de çağın getirdikleriyle, doğru bildiklerim yanlış çıktığında diretmem. Hemen uzaklaşırım yanlış düşüncelerimden. Bazen de kopamadıklarım olur. Bir daha hiç giymeyeceğimden emin dahi olsam bazıstndan aynlmak zor gelir. Bilirim, hatta eminimdir, ama gereksiz alışkanlık olarak beni çevreleyen, kimi zaman tabu dediklerim de böyledir. Kendi iç dolabımdan onları atmadığım sürece yeniliklere yer bulamayacağım için yenilenmeme de engel olurlar. Uzun kabanımı kısaltıp giyebiliyorsam ne âlâ... Ancak kısalttıktan sonra yeni bir alternatif bulamayacaksam, artık saklamanın manasızlığını da görmem gerekir. Tıpkı çağa ve güne uymayan " Dolabımı derlerken yaçadığım güçlüğün benzerlnl, i ç dolabımı' temizlerken de yaşarım. Ama bilirim ki elemezsem, yenllenemem." alışkanlıklarım ve seçimlerim gibi... Sistemi farklı farklı yorumlayıp bir verim alamıyorsam sıstemde bir sorun olduğunu görmem gerektiği gibi. Bazı eşyalarıma karşı ise daha duygusalım. Annemden babamdan kalanlara mesela... Tıpkı sevdiğim ve oğluma aktarmak istediğim örflerimiz, geleneklerimiz gibi... Ama yenilemeliyim, elemeliyim, hatta başkalanyla paylaşmalıyım dolabımı.. Kendimi yetiştırmek için düşüncelerimı, fikirlerimi yenilemek, elemek ve hatta başkalarıyla paylaşmaktan keyif aldığım gibi. Ama örflerım bana kalmalı. Hatta benden oğluma geçmelı. Tıpkı babamın kol saati gibi... • aylin@kotilsarigul.com