Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 20 AĞUSTOS 2004 / SAYI 961 Bergman'ın çalışma defteri Gürhan Uçkan Unutulmaz kadın portrelerinin anlatıldığı filmlerin yönetmeni Ingmar Bergman tiyatroyu "belkemiğim" diye tanımliyor. Sinemada ise endüstrinin koşullarını dikkate almadığı filmlerini seviyor. Bu yüzden olmalı, pek de beğenmediği son filmi "Saraband"ın sadece televizyonlarda gösterilmesine S tockholm'ün en güzel semtlerinden biri olan Östermalm'in tam ortasındadır "Kungliga Dramatiska Teatern" yani "Kraliyet Dram Tiyatrosu". Ingmar Bergman'ın gerçek hayatı, bu binada geçti. En büyük tutkusu tiyatroydu, ama dünya onu filmleriyle tanıdı. Bergman uzun yoluna tiyatroyla çıktı ve onunla yolun sonuna ulaştı. Ibsen'in "Hayalet"i sahneye koyduğu son piyes oldu, "Saraband" ise son filmi. Bu film adının kaynağı, 17.18. yüzyılda pek gözde olan bir dans türü "Saraband". Bergman, bu filmin yalnızca televizyonda gösterilmesine izin veriyor, sinema için onu yetersiz buluyor. Kullanılan dijital tekniğin, duygulan ve titreşimleri yeterince yansıtamadığı görüşünde. Isveç sinemasının temeli 1913'te yönetmen Victor Sjöström'ün filmi "Ingeborg Holm"le atüdı. Bu filmden 18 yıl sonra, 1931'de Ingmar Bergman 13 yaşındaydı. Babası, bir sinemacının cenazesini düzenlediği için kendisine verilen para zarfında, bir de Isveç sinemasının kuruluş yeri olan Stockholm'deki Râsunda semtinde bulunan stüdyolarını gezme davetiyesi buldu. Oğluna bunu söyleyince çocuk sevincinden delirecek hale geldi. Stüdyolan gezdikleri gün ters bir rastlantı sonucu film çekimi yoktu. Ama film setinin havasını bol bol soludu. Bunu da şu satırlarla yıllar sonra dile getirdi: "O yülar Isveç sinemasının en görkemli yıllarıydı.Ben 1942'de SF'de (Isveç Filmi adlı resmi kuruluş, bir çeşit Sinematek) işe almdığım sıralarda ülkede 120 sinema salonu vardı ve ydda 25 uzun film çekiliyordu. Her an iki film çekim halindeydi. Filmlerin arşivlenmesine 1933'te başlanmıştı. Bu görev, 1964'te şimdiki Film Enstitüsü tarafından devralındı." KADIN PORTRELERİ Ingmar Bergman, kadın portreleriyle sinema dünyasına girdi ve yerleşti. Sevdiği oyunculara ısrarla filmlerinde rol verdi. Onunla sette bulunanlar, kendisinin fevkalade eziyedi, her şeye karışan, ama oyuncularının verilen rolleri icra ederlerken kendi kafalarma göre değişiklikler yapmalanna da saygı gösteren bir yönetmen olduğu söylenir. Norveçli sinema sanatçısı ve daha sonra yönetmen ve yazar olarak dikkat çeken Liv Ullmann, Bergman'ın en yakın dostları arasında. Ullmann, Bergman'la bir süre birlikte yaşamıştı ve bir de çocuklan oldu: Linn Ullmann. Liv Ullmann, Bergman'ın kadın portrelerini en yoğun olarak çizdiği filmlerde yer aldı. "Perso', "Fısdtılar ve Çığlıklar" ile "Yüz yüze", Bergman'ın kadınlarının ruhsal uzlaşmayı, yatıştırılmayı ve yaşama gücünü birbirlerinde buldukları filmlerin en belirgin üç örneğini oluşturuyor. "Persona "da Liv Ullmann ile Bibbi Andersson'un çizdiği ikili ilişki resmi, sinema tarihine klasik bir örnek olarak geçti. 1965'te Kraliyet Dram Tiyatrosu'na şef olunca bu film için tiyatrodan özel izin aldı: "O sonbaharda Dramaten'e geri döndüğümde, yola çıkmak üzere olan savaş gemisine yeniden girmiş gibi oldum. Tiyatrodaki anlamsız idari işlerin insanı yıpratışiyla Persona'daki özgürlüğiin farkını ruhumda hissettim. Bir defasında, Persona'nın benim hayatımı kurtardığını söylemiştim. Bu bir abartma değildir. Eğer o zaman başaramasaydım, bir kenara çekilip her şeyi bırakırdım.Bir defalık da olsa, sonucun izleyicilerin hoşuna gidip gitmeyeceğini hiç düşünmemiş olmamın, sonuçta önemli etkisi oldu. Sinema endüstrisinde senaryonun anlaşdır olması kaygısıyla ydlardır kurdeşen dökmüştüm ve aıtık bu kaygının canı cehennemeydi! (Zaten yeri de orasıdır.) Bugün de aynı görüşteyim. Persona'da ve daha sonra Fısıltılar ve Çığlıklar'da gelebileceğim en ileri noktaya geldim. Sözcüksüz gizemlere özgürce dokunabilmem yalnızca sinema sanaü sayesinde mümkün oldu." Isveç'in en tanınmış sinema eleştirmenlerinden Betty Skawonius, söyleşilerden kaçınmasıyla tanınan Ingmar Bergman'la 86. yaş günü öncesi konuşmayı başardı. Dagens Nyheter gazetesinde yayımlanan söyleşide Bergman tiyatroya ve sinemaya veda edişini şöyle anlatıyor: TİYATRO BELKEMİĞİM... "Hayalet'ten sonra kararımı verdim. Artık yetmişti. Tamamdı. Beni tiyatrodan taşıyarak çıkarmak zorunda kalmayacaklardı. Kendim gidecektim. Kimse çıkıp, 'Bu moruk da artık bir kenara çekilecek kadar aklı selime sahip olmalı!' diyemeyecekti. Benim için tiyatro hep belkemiğim gibi oldu. Çağdaş tiyatroyu ve klasikleri incelemek benim için hem bilgilendirici oldu, hem de şevklendirici. Hep birlikte olmak, oyuncular ve grup çalışması, benim meslek yaşantımın odak noktası olmuştur." 1982'de çektiği "Fanny ve Alexander"ın son filmi olması konusunda ("Saraband"ı sinema filmi olarak saymıyor) Ingmar Bergman • andarmdan biı* senaryo çıkabileceğini düşünüyor... ise şöyle diyor: "Fanny ve Alexander'la 7 ay içli dışlı olduk. Son derece zevkli bir çalışmaydı. Çok başardı oyuncularım ve müzisyenlerim vardı. Ama akıl almaz uzunlukta, yorucu ve karmaşık bir çalışma oldu. Gala gecesi başarıyla sonuçlandıktan sonra kararımı verdim: Artık son nokta konulmuştu! Ne kadar kanlı ve canlı bir zevk olsa da, benim için film çalışması artık bitmişti. Bu kararımdan asla pişman olmadım. Tek bir gün olsun sinema setinin yokluğunu hissetmedim. Asla!" Ingmar Bergman, halen bir "çalışma defteri" hazırlıyor. Elinde çok geniş bir malzeme olduğunu ve bunları oturup yazmasının zaman alacağını söylüyor. "Belki de ortaya bir film senaryosu çıkar" diyor ve ekliyor: "Ama bu çalışmamın bir deadline'ı yok. Sanırım (Göran) Tunström yazmıştı: 'Olüm, sessizce arkamda dolaşan ve takım elbise için ölçülerimi alan bir adam.' Benim bütün hayatım deadline'larla geçti. Bu kez öyle bir şey yok. Zamanım gelince, kendi başıma öleceğim." • Gönül DönmezColin İnsan hakları için sinema... I nsan haklarının dünyanın her yerinde sosyal, politik, ekonomik, geleneksel, dinsel ve kişisel özürlerle devamlı çiğnendiği çağımızda sinema da bu konuyu ele alıyor. Avrupa festivalleri bu konuyu irdeleyen özel bölümler hazırhyorlar. 414 Ağustos arası gerçekleşen 57. Locarno Film Festivali de izleyiciye geniş bir insan hakları programı sundu. Locarno'da ttalyanca konuşulsa da bir îsviçre kenti olması, dünyanın her çalkantdı bucağından göçmene uzun ydlar yardım eli uzatması açısından önemli. Programa alınan belgesel ya da kurmaca filmler ise insan haklarının yalnızca geri kalmış ülkelere özgü olmadığının bir kanıtı. Örneğin ABD'den George Paul Csicsery'nin "Hungry for MonstersCanavarlara Aç" belgeseli 199O'lı yıllarda Amerika'da salgına dönüşen yanlış suçlamalan konu almış. Ensest olaylarınm gündeme geldiği bir dönemde ruhsal bunalım geçiren bazı genç kızların ifadeleri sonucu birçok suçsuz insanın yaşamı bir karabasana dönmüştü. Csicsery'nin dokuz ydda tamamladığı bu film yerli yersiz ön yargdara karşı bir uyan amacı güdüyor. lar, taciz ve ruhsal vahşeti sergiliyor. "Until the Violence StopsVahşet Son Bulana dek" de kadın haklannı odaklayan bir film. Abby Epstein'in bu ilk yapıtı New York Harlem'inden Kenya'ya her gün karşı cinsten vahşete maruz.kalan kadınlartn haykınşlannı aktarmış beyaz perdeye. 2002 ydında Ensler'in "Vagina MonologuesVajina Monologlan" piyesinin ardmdan düzenlenen VDay hareketine 800 kent katılmıştı. Fdm bu hareketin beş uluslararası merkezde devamını izlerken kadınlarm ve kız çocukların dünyanm her yerinde ırza geçmeden sünnete uğradıkları fiziksel ve ruhsal vahşeti yansıüyor. Yine kadın sorunlarında odaklaşan George Paul Cfclcsery'nln "Canavarlara Aç" belgesellnden bir satıne... "Born into BrothelsGenelevde Doğmuş" filminde Ross Kaufman ye Zana Briski Kolkata'nın ünlü genelev mahallesi Sonagachi'de en çok taciz görenlerin kadınlardan çok çocuklan olduğunu ileri sürüyor. Profesyonel bir fotoğraf sanatçısı olan Briski yedi yd bu çocuklara fotoğraf ve kamera dersleri vererek onlan annelerinin kötü kaderinin kısır döngüsünden kurtarıp daha umut verici bir yaşama yönlendirmeye çalışmış. Üçüncü dünya genelevleri üzerine yapdmış kimisi dikizci öğeler taşıyan fdmlere karşın "Genelevde Doğmuş"un her bir karesi kahramanlarının temiz ruhunu aktanyor. TAMAMLANMAMIŞ ÖYKÜ... 87. Locarno Festivali'nde İnsan haklan fllmleri de gösterildl. Belgesel ve kurmaca filmler gösterdl kl, İnsan haklan sadece üçüncü dünya ülkelerinln sorunu değll. Toplu Saldın, Canavarlara Aç, Dokuzuncu Gün, bu fllmlerden blrkaçı. • Bu yd, Güney Afrika'da gerçekleşen ilk demokratik seçimlerin ve Mandela'nın hapisten çıkışının da 10. yddönümü. Pascale Lamche'nin ikinci belgeseli "Nelson Mandela Accused no. 1 Nelson Mandela Bir Numaralı Suçlu", bu iki önemli olayı kutlarken vahşet ve insan hakları ihlallerine artdc son verilmesine bir çağrı amacı da güdüyor. Insan Haklan Programı dışında olup da yine bu konuyu ön plana alan fdmler de vardı festivalde. Örneğin Alman Yeni Dalga akımının en önemli yönetmenlerinden ve "Teneke TramJ Italya'dan Francesca Comecini'nin "MobbingToplu Saldın" fUmi Batı ülkelerinde kadınlarm iş yerinde sık karşdaştıkları haksızldc pet" gibi bir klasiğe imza atmış Volker Schlöndorff un "Der NeunteTagDokuzuncu Gün" yapıtı. Fransız sinemasınm en aydın ve çok yönlü yönetmenlerinden Patrice Leconte'un Kamboçya filmi "Dogora" ise diyalog ve oyuncu yerine imgeler ve müziğe dayanan müzik ve şiirin tek beden olduğu sıra dışı bir yapıt. Iran fümi "Dastan NatamamTamamlanmamış Öykü" başka bir ülkeye göç etmeye çalışan birtakım insanm dramını gereğinde mizah da karıştırarak veriyor. Sansürün gölgesinde gerçekleşen fdmin söylemek istediğini pek söyleyememiş havası yetenek yetersizliğinden çok bu nedene dayanıyor. Kısacası insan haklarını anlatırken yönetmeni de içine katan bir film. Yektapanah'a göre Birleşmiş Mdletler konferanslar, zirveler yerine bu' tür filmlere destek verse ülkeler araŞ^ndaki anlaşmazlıklar daha kolay çözülebilecek. Gerçekten iyi bir fikir, ama asıl iş George W. Bush ve onun gibi düşünenlere bu fUmleri gösterebdmek. Eski bir Ingdiz atasözünün dediği gibi "Atı suya getirirsin ama içmeye zorlayamazsın".# J