24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

J.M.G. LE CLÉZIO’DAN ‘AYAĞIN HİKÂYESİ’ Sömürgeciliğe direnenler Nobel ödüllü yazar J.M.G. Le Clézio, dokuz öykü ve bir deneme yazısından oluşan derlemesi Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler ’de kıtalar ve yüzyıllar arasında gezinirken ülkeler, ırklar ve cinsiyetler içindeki sömürgeciliğin izlerini sürüyor. BUSE ÖZLEM BAY Ç ocukluk yılları İkinci Dünya Savaşı’yla lekelenmiş, farklı kültürlerin karıştığı bir soydan gelen, sömürü düşüncesine karşı çıkarak İngilizce yazmayı bırakıp Fransızca yazmaya başlayan Le Clézio, sömürgecilik sonrası edebiyatın simge isimlerinden biri. Orijinal dilinde 2011’de yayımlanan Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler, Le Clézio’nun Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmesinden sonra yazdığı ilk kitabıydı. Aslında tüm öykü derlemesini özetlediğini düşündüğü (bu nedenle derlemenin de başında olması gerektiğini tasarladığı) bir deneme yazısı ve dokuz adet öyküden oluşan Ayağın Hikâyesi, alt başlığında da vurgulandığı gibi bir fanteziler bütünü. Çünkü yazma deneyimi Le Clézio için bir metro yolculuğu gibi. Bitişi olmayan bir yolculukta, sürekli hareket halindeyken göze takılan şeylerle bir hayal kurma hâli, yeni fanteziler yaratım süreci... Bitiş çizgisi her an gelebilir ama o bitiş ânı bilinmez ve bu bilinmeyenin sonsuzluğunda her gün yeniden yeni fanteziler yazılır, yaratılır, yolculuğa öyle dayanılır. İletişim Yayınları tarafından basılan ve Işık Ergüden’in çevirisiyle okuduğumuz kitabın önsözünü kaleme alan Güneş Akkor’un da vurguladığı gibi, öykülerin büyük bir bölümü bu yolculuk halini vurguluyor. Seyahat edenler, göç edenler, savaştan kaçanlar, hayata dayanmak için durmadan yürüyenler ve hareketin peşinde olanlar Le Clézio’nun metroda gözüne çarpan ayrıntılar oluyor. SÖMÜRGECİLİĞİN MAĞDURLARI Öykülerin anlatıcıları ya da merkezdeki karakterleri sömürgeciliğin birebir mağdurları, günümüz dünyasının keşmekeşinde sıkışanlar ve her şeye rağmen direnenler, boyun eğmeyenler oluyor. Le Clézio’yu dönemdaşı öteki yazarlardan ayıran en büyük unsur da bu direnme hali ve onun getirdiği umut duygusu oluyor. Le Clézio’nun öykülerinin her biri bir umut ışığıyla bitiyor. Kavuşanlar, yeniden harekete geçenler ve kendi sesini bulan kadınlarla son buluyor öyküler. Bu umutlu hava, derlemenin sonlarına doğru biraz daha azalsa da, özgürlüğün simgesi deniz ve onun dalgaları, uçsuz bucaksız gökyüzünün sahibi kuşların cıvıltıları tüm kitaba eşlik ediyor. İNSAN YORULURKEN YAŞAR “Ayağın Hikâyesi” bir ayağın tasviriyle başlıyor, daha sonrasında Ujine’nin ayaklarına odaklanıyoruz. Hayata karşı direnen, vurduğu yerde ses çıkaran, çokça zaman yorulan ayaklar Ujine’nin ayakları… Dans ederken yoruluyor Ujine ama pes etmiyor, ayaklarını vurmaya devam ediyor çünkü insan yorulurken yaşadığını anlıyor. 16 yaşında kumsalda koşarken hayat avuçlarının içinde capcanlı. Ujine’nin Budist olan annesi ise bu hareketli dünyanın tam tersinin bir simgesi. Yavaşlığın, sakinliğin, modern ka pitalist dünyanın ihtiyaçlarının yanında sadece kendinle var olmanın bir hali olan Budizm ve şefkatin, sıcaklığın, tam olma duygusunun sembolü olmuş annelik… Ujine’nin annesi ölünce bu duygular da ölüyor ve Ujine’nin bunları yeniden keşif yolculuğu başlıyor. AKLIN KARŞISINDA BEDEN Öykülerin büyük çoğunluğunda karakterlerdeki bu ebeveyn eksikliği göze çarpıyor. Yurtlarından sürülmüş ya da savaşın yerle bir ettiği şehirlerine yeniden alışmaya çalışan karakterlerin anavatanlarındaki ya da devlet babalarındaki eksik yanlar da daha somut bir kılıfa bürünmüş oluyor. Ayrıca bu öykülerde klasik Batı felsefesinin tam tersine bir yol izliyor Le Clézio. Aklın karşısında bedeni var ediyor. Aç bedenler, şehvetle tutuşan vücutlar, sürekli adım atan ayaklar, ezilen uzuvlar… İnsani gerçekliği, kanlı canlı bedeni hatırlatıyor. Batı’nın soğuk aklının insanlığı getirdiği nokta ise daha fazla çile oluyor sadece: daha fazla bomba, daha fazla kanlı elmas, daha fazla kaybolan çocuk, daha fazla kayıklardaki umut yolculukları… Oysa hayatın bitmek bilmeyen hareketliliğine karşı beden ve zihnin birliği gerekir. Düşünmekle belki “ben” var olabilir ama “biz” kendine yer bulamaz. Le Clézio her öyküsünde bu “klasik” düşünceleri yerle bir ediyor, dünyanın sadece bir bölümüne ait olan geçmiş fikirlerin “klasik” olamayacağını hatırlatıyor. ÖZERK KADINLAR Öykülerin bir başka dikkat çeken yanı da özerk kadın karakterler oluyor. Seven, sevilen ama kendi yolunu seçen karakterler bunlar. Kadın dayanışması da sıklıkla vurgulanıyor. “Ağaç Yama” öyküsünde Mari ve Esmée savaştan kaçarken bir ağacın kovuğuna saklanıyorlar. Ağacın duvarları onlara çatı olurken bir sırtlan da onlara siper oluyor, doğa ana çocuklarına sahip çıkıyor. Mari, bu ağacı büyükannesi Yama’nın adıyla hatırlıyor, çünkü bebekken, başka bir çatışma sırasında Yama da onu bu ağaç kovuğunda korumuş. Doğa ananın rahmi olmuş bu ağaç: Hayat vermiş ve muhafaza etmiş. “Erkeklerin deliliği buraya giremez. Erkeklerin iktidar hırsından, kana susamışlıklarından, elmas arzularından uzak burası.” diye düşünüyor Mari. Kovuk ve doğa bunu sağlıyor ama insan yine yıkımı yaratıyor. Delilik ve iktidar hırsı tüm dünyayı sararken belki de bu uzun metro yolculuğunda sanat da doğayla aynı ipi göğüslüyor; Le Clézio gibi savaşın travmasını yanında taşıyan, babasıyla bile ancak yedi yaşındayken tanışabilen bir çocuktan ayaklarını yere vura vura yazan birini yaratıyor. Sanat, elindeki kırıntılarla bu yolculukta pes etmeyen bir yazarı var ederken ve onu gözetirken, onun hikâyeleri de başka kırıntılardan başka bireyler yaratıyor. Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler de kendi çocuklarını koruyan bir rahim oluyor ve kimi zaman da karşısında durduklarına bir sırtlan gibi tırnaklarını geçiriyor… n Ayağın Hikâyesi ve Diğer Fanteziler / J.M.G. Le Clézio / Çeviren: Işık Ergüden / İletişim Yayınları / 298 s. / Ağustos 2020. 8 10 Eylül 2020
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear