25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Dil belirleyen, yazın belirlenendir Dil, yazınsal yapıtların malzemesi ve dolayımıdır. Dolayısıyla, dil belirleyen, yazın ise belirlenendir; ancak nitelikli her yapıt, dilin estetik gizilgücünü artırır, anlatım olanaklarını çoğaltır. Dil, yazınsal yapıtların toplamı olan yazının hem malzemesi, hem de dolayımıdır. Dolayısıyla, dil belirleyen, yazın ise belirlenendir; ancak nitelikli her yapıt, dilin estetik ve anlatım yeterliliğini etkiler, dilde kalıcı izler bırakır. Özdemir İnce, “Türk yazını” yerine “Türkçe yazın” kavramını kullananları eleştiren yazılarında (20 Eylül ve 22 Eylül 2020) konuya ilişkin daha önceki yazılarını da anımsatarak Türkçede üretilen yazınsal yapıtların nasıl adlandırılması gerektiğine ilişkin düşüncelerini açıklamıştır. Bu tartışma, ideolojik önyargıların ya da başka takıntıların aşılmasına katkıda bulunduğu ölçüde yararlı olabilir. Hemen vurgulamak isterim: En geniş anlamıyla kültür/kültürsüzlük üreten Türk ulusu bir olgudur. YAZIN, DİLİN EN SANATSAL KULLANIM TARZIDIR Yazın, hem kapsayıcı bir kültür üretimi ve değeridir, hem de kültürü süreklileştiren en önemli etmendir. Dil felsefesinin öncüsü olan Wilhelm von Humboldt’un deyişiyle, tinsel bir ürün ve gerçekleştirim olan dil, yapıtları yoluyla kalıcılaşır ve düşünsel gelişim sürecini etkiler. Dilin en ince, en tinsel kullanım tarzı olan yazın, dilde üretilir ve dili boyutlandırır. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu ve Âşık Veysel’e değin uzanan Türk halk yazın birikimi bu bağlamda değerlendirilebilir. Düşünsel derinlikleri ve insancıl kapsayıcılıklarıyla bilinen bu ozanlar, Türkçenin yazın dili niteliği kazanmasına kalıcı katkılar yapmıştır. Dil, her türlü kültür değerini/değersizliğini biriktirir, saklar ve aktarır; bu yönüyle kültürün taşıyıcısıdır. Dilsiz kültür, kültürsüz dil olmaz. Bu bakımdan, dil elbette kapsayıcı bir dolayımdır; yazınsallaştırmanın oluşturucu öğesi olan biçemselleştirmeyi belirler, ancak yazarın politik kimliğini belirleyemez. Eğer böyle olsa, bir dilde yazınsal yapıtlar üreten tüm yazarların birbirine benzemesi gerekirdi. Türkçede yaratılan yazınsal yapıtların toplamı, elbette “Türk yazını” olarak adlandırılır. Cumhuriyet’ten önce ve sonra Türkçe yazan yazarlar, Türk yazınının oluşturucularıdır. Dil Devrimi, Türk yazınının bütün yazınsal türlerde, özellikle de roman türünde yetkinleşmesine ortam hazırlamıştır; çünkü bu devrim dilseldüşünsel parçalanmayı ortadan kaldırarak Türk halkının tümel düşünme, duyumsama ve bunları anlatma gizilgücünü özgürleştirmiştir. Yazınlar arasında hiyerarşik ilişki kurulamaz; bir başka deyişle, yazınlar, değerlilikdeğersizlik ölçütüne vurulamaz; çünkü yazınsal yapıtların yazımı, alımlanımı, diyesi, eleştirel edinimi tümüyle özneldir. Bu ilke, bütün sanat dalları için geçerlidir. Yazınsal iletişim, yazar ve yapıtı aracılığıyla, okur, yorumcu, kitap tanıtımcısı, eleştirmen ve yazın bilimcilerin katılımıyla gerçekleşir. ULUSAL YAZIN DÜNYA YAZINI Erich Auerbach’ın “Yabanın Tuzlu Ekmeği” (Metis, 2010) adlı yapıtının “16. yüzyılda Avrupa’da ulusal dillerin oluşumu” bölümünde de belirttiği gibi, ulus devlet, ulusal dil ve ulusal yazın karşılıklı bir belirlenim ilişkisi içindedir. Yazında ulusallık ve uluslararasılık ilişkisi, Goethe’nin 1827’de “Ulusal yazınların etkileşiminin derinleşmesiyle bir dünya yazını oluşmaktadır” dediği zamandan (1827) beri tartışılmaktadır. Bu söz, sanatsal niteliği yüksek yapıtları içeren bir ulusal yazının, dünya yazınının bir öğesine dönüşebileceğini anlatır. Öte yandan, küreselleşme çağında yazınlar, özgünlüğünü koruyarak etkileşmek yerine, belli ölçüde benzeşmektedir. Jakopson, Todorov, Lotman ve Kristeva’nın “metinlerarasılık” savı, etkileşme ya da benzeşmeye dayanır. “Metin olarak kültür” ve “kültür olarak metin” kavramları da bu kapsamda görülebilir. Kültür olarak metin, “kültür olarak yaşam dünyası” kavramına dayanır ve yaşam dünyası, aynı dil gibi, ‘öznelerarası’ bir özyapı taşır. Dilin öznelerarasılık niteliği, toplumsalkültürel çoğulluğu, Bakhtin’in deyişiyle, ses çokluğunu içinde taşımasından kaynaklanır. Romantik felsefe ve yazında eleştiri kavramını felsefileştiren Walter Benjamin’in “bir dil, diğer dillerin çevirisidir” belirlemesi de böyle değerlendirilebilir. Öte yandan, 20. yüzyılda deneyimlendiği gibi, üst düzeyli bir toplumsal örgütlenmenin ve bilincin ürünü olan ulus kavramı, ideolojik güdülemeye ve araçsallaştırmaya da açıktır. İnsancılık ve uygarlık ülkülerini önemseyenler, ulus kavramının ideolojik/politik olarak araçsallaştırılmasının ne tür yıkımlara yol açtığını ve bundan sonra da açabileceğini bilirler. Bu konuda “Aydınlanma Eğitim Felsefesi Eğitim ve Bilimin Sefaleti” kitabımda ele aldığım Theodor Adorno’nun ‘Alman Nedir?’ yazısını anımsatmak isterim. Yazınsal yapıtların adlandırılmasının ölçütü nedir? Ayrıca, ‘Dil belirleyen, yazın belirlenendir’ sözünün görecelileştirilmesi gerektiğini düşündüren örnekler de vardır. Bütün yapıtlarını, Anadolu’nun düşünsel ortamında Farsça yazan Mevlana, İran felsefesi ve yazınının bir öğesi midir? Anadolu’nun ışığı diye nitelenen ve torunu Halil’in aktardığına göre, her akşam dava arkadaşlarıyla birlikte Yunus Emre’nin şiirlerini yorumlayan Şeyh Bedreddin’in bütün yapıtları Arapçadır. Bu durumda, Şeyh Bedreddin’i nasıl değerlendirmek gerekir? “Uluslararası terminolojide ‘Fransızca edebiyat’ diye bir kavram yoktur” belirlemesi, Fransa için geçerli olabilir. Fransa’da, Fransız olmayan, ama Fransızcayı yazın dili olarak kullanan yazarlara “Frankofon”, buna karşın Fransa’da doğup büyüyen Bröton, Katalan, Bask, Korsika kökenli yazarlara “Fransız yazar” denilmesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Ancak bu durum genelleştirilemez. Almanya’da “Alman yazını” kavramının yanı sıra, “Almanca yazın” kavramı da kullanılır. Almanya’da doğup büyüyen, yazın dili olarak Almancayı kullanan Türk kökenli Alman yurttaşı yazarların yapıtları, 1980’li yıllara değin “yabancı yazını”, 1990’lı yıllardan sonra da “göçmen yazın” ya da “salt Alman(ca) olmayan yazın” gibi nitelemeler önerilmiştir ve bu nitelemeler bugünde kullanılmaktadır. Şimdilerde “göçmen kökenli yazarların yazını”, örneğin, “AlmanTürk yazarların yapıtları”, diyesi, Türk kökenli Alman yurttaşı yazarlarca üretilen yazın, “kültürlerarası yazın”, hatta “aşkın kültürel yazın” gibi adlandırmaları kullananlar da vardır. Yazın, dilin estetikleştirilmesine dayanan anlatı sanatıdır. Dilin içerdiği biçemselleştirme olanakları ve yazarların bu olanaklardan yararlanma yeterliliği, yazarları ve yapıtları birbirinden ayıran başlıca ölçüttür. Bir yazınsal yapıtı kalıcılaştıran, yazarının etnik kökeni değil, dilin estetik gizilgücünü kullanma ve Hegel’in deyişiyle, insanın derin ilgilerini anlatılaştırma yetkinliğidir. ‘RÖNESANS’TAN ROMANTİZME’ Gizli tarih ve tarihsel bilinç... B u incelemesinde “gizli tarih” kavramının köklerinin 17. yüzyılda bulunabileceğini ifade eden kültür tarihçisi Peter Burke, kavram hakkında ayrıntılı ve eğlenceli bilgiler sunuyor. On üç özgün makaleden oluşan inceleme, historiyografi, Rönesans ve entelektüel tarihe dokunan, bilinçle bir araya getirilmiş bir toplam. Günümüzde bilerek görmezden gelinen kimi tarih yazıcılığı metotları, Rönesans’ı görünür kılan sosyoloji, antropoloji ve coğrafya, yazılı ve sözlü kültürle iç içe geçmiş sözlü şiir geleneği, yeni metin okuma yöntemleri ve entelektüel tarih yapıtta bulabileceklerinizden bazıları. n Rönesans’tan Romantizme Gizli Tarih ve Tarihsel Bilinç / Peter Burke / Çev: Çağla Çakın / Islık Yay. / 328 s. 6 19 Kasım 2020 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear