25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SEZGİN KAYMAZ’DAN “NEFHA” ‘Kaybettiğimiz Cennet’i arıyoruz’ Sezgin Kaymaz yeni romanı “Nefha” ile “Ateş Canına Yapışsın”da araladığı Cennet’in kapılarına geri dönüyor. Kaymaz, Cennet’teki düzenin değişmesinden sonra geride kalan meleklerin hikâyesini anlatıyor “Nefha”da. Fakat her ne kadar meleklerse de hikâye edilen, aslında âdemoğlunun kadim gerçekleridir kaleme dökülen. Kaymaz’la yeni romanını ve kendine has dünyasını konuştuk. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr G erçek ve gerçeküstü arasındaki ilişkinizi sorarak başlamak isterim söyleşiye. Şundan: Ne yazsanız gerçek ama hepsi fantastik... Aynı durum tersi için de geçerli. Bu ikisi arasında bir denge arayışınız oluyor mu? Sözün özü; hangi gerçek sizin için daha gerçek? n Âdemoğlu yeryüzünde şu an sahip olmadığına, şu an görmediğine, şu an faydasını veya zararını bilmediğine doğru yürür. Çünkü hayâl eder, hülyalanır, rüyasını görür ve aramaya başlar. Böylece bir zamanlar olmayan ve olacağı katiyen düşünülemeyen nice şeylere erişir, ulaşır, ille de hayâllerine kavuşur. Kavuşur da ne olur? Belli mi olur? Belki başı göğe erer, belki belâsını bulur ama kavuşmuş olur. Fantastik yazar da döner sorar bunun üzerine: “Hani yoktu? Hani olmaz dediydin?” Hayâl varsa her şey vardır kardeşim. Hayâl, gerçekten daha gerçektir. Tekerleğin bilinmediği medeniyet seviyesinden kalktı geldi buralara insanlık. Hayâl etmese gelebilir miydi? Bak şuraya çiziyorum; hayâl, hülya ve rüya mevcuttan çok daha gerçektir, haberin olsun. n Bu hayal evreninin bir kolu “bizim” dünyamız; tamam. Diğerinde ise konuşan köpekler, geyik çeviren melekler ve dahi türlü mahluk var. “Bizim”ki tamam ama diğeri neresi? n Sözlükler der ki, “Fantastik, gerçekte var olmayan, olamayacak olandır.” Ben de derim ki, gerçekte neyin var olup neyin var olmadığını, neyin olabilecek olup neyin olamayacak olduğunu sen nerden biliyorsun? Uçan fil gerçekte olabilirmiş gibi gelir miydi sana bir zamanlar? Hâlbuki bindir bugün kargo uçağına, uçtu gitti. Cevabım şu: İkisi de burası, ikisi de biz, ikisi de bizim dünyamız. Ne var ki, zihnimizin bir doktrin ve önyargı çöplüğüne çevrilip saltanatlarını sürdürebilmek için inanç taciri egemenlerin ruhumuzu tepe tepe kullanmasına razı olduğumuz sürece o dünyayı başka, bu dünyayı başka zannetmeye devam edeceğiz. n Gerçek ve gerçeküstü arasındaki ikilem benzeri çok karışım var yazdıklarınızda. Aydınlık ve karanlık hep kol kola örneğin. Aynı şekilde iyi ve kötü, hüzün ve güldürü... Daha da sayılabilir. Bu “iki”likler nasıl “tek”liğe hizmet eder hâle geliyor? Varlık algınızın genişliği ve empati kurabilmeniz bu noktada yazdıklarınıza katkı sağlıyor mu? n Cehennem’e kuru odun olacak kadar kötü bir insan düşün; terütaze, mis gibi bir bebekti bir zamanlar, mâsumdu, suçsuz günahsızdı; onu biz kötü yaptık. Kaldır aradaki şu kadar zaman farkını, bir de şimdi bak o geberesiceye; ikisini de bir göreceksin, hem iyi hem kötü aynı anda. Hem güzel hem çirkin, hem ışık hem karanlık, hem acıklı hem komik, hem melek hem şeytan, hem Cennet hem Cehennem. İkisi de bir. Böyle hissettiğim için böyle yazıyorumdur zâr; ayırmadan, bölmeden, ikilikten çekip çıkarıp birlik noktalarını görüp göstererek. Varlık algım budur benim, tek bir insan vardır şu yeryüzünde, o da insanlık denen kalabalığın ta kendisi. Birinin birine yaptığı kötülük, aslında hepimizin hepimize yaptığı kötülüktür; o herifi kötü deyip kendinden soyutlayamazsın, değil mi ki seyirci kaldın, kötüden de kötüsün; başka türlü algılamaya hakkın yok. “CENNET OL, CEHENNEM GİBİ YAKIP DURMA” n Nefha’ya, dolayısıyla birbirine eklemlenen hikâyelerinize gelelim. Nefha’yı, dileyen Ateş Canına Yapışsın’ın bir adım ötesi olarak okur dileyen başlı başına... Merak ettiğim şu: Hemen her söyleşide hesapsız kitapsız yazıyorum diyen biri, nasıl oluyor da devam hikâyelerini art arda sıralıyor? Yani nasıl bir yazı disiplini, ne yaman çelişki bu? Aynı şekilde madem bu kadar plansız programsız; nasıl oluyor da bu bir sürü roman, yanına hikâyeler ekleniyor? n Nefha, Ateş Canına Yapışsın’ın devamı olsun diye yazılmadı. Mekân ve zaman aynı ya da yaklaşık olup kahramanlar da nüfusça kısıtlı, dolayısıyla aynı veya benzer olduğunda bu soru hep karşıma çıkıyor. Ben de diyorum ki, “Romanlarımın ve hikâyelerimin yüzde doksanı Ankara’da ve hemen hemen aynı zaman diliminde geçiyor, cem türkel hepsi mi birbirinin devamı yani?” Kahramanlar elbette çeşitleniyor iş Ankara’ya bağlanınca çünkü nüfus beş buçuk milyon, seç beğen al. Cennet’te öyle mi ya? Topu tupu dört kadim melek var; hikâye oradan esince sen de aynı kahramanlara doğru esiyorsun mecburen. O zaman da bu onun devamı gibi oluyor. Bunu onun devamı gibi gösteren bir diğer şey de şu: Hikâye de melekler gibi kadim. Azâzil yasak çiğneyip sürülür ve macera başlar. Biz buraya kadarını biliyoruz teolojik külliyâttan, bundan sonrasını bilmiyoruz. Abartmak gibi olmasın, işte ben de orasını biliyorum. İster inan ister inanma. Disiplinin ne olduğunu kurcalarsak altından çok çapanoğlu çıkar. Oturup haldır haldır test çözen öğrenci mi daha disiplinlidir, okuyan, bakan, araştıran, soruşturan, sorgulayan, görmeye, anlamya çalışan öğrenci mi? Peşin peşin kabul edip “Sen ne dersen odur, vur de vuralım, öl de ölelim!” diyen körü >>körüne bir bende mi disiplinlidir, “Hoop, şu söylediğin aklıma pek 10 31 Ocak 2019 KItap
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear