Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
AHMET ŞIK’TAN “İTHAM EDİYORUM” ‘Bu yükü bölüşmek zorundayız’ “İtham Ediyorum”, Ahmet Şık’ın, Cumhuriyet gazetesi davası süresince mahkemedeki beyanlarının bir araya getirilmesiyle oluşmuş. Hatırlamakta yarar var: Ahmet Şık, “İmamın Ordusu” isimli kitabı üzerine çalışırken ve çalışma henüz taslak aşamasındayken 2011’de tutuklanıp on üç ay hapis yatmıştı. O zaman Ergenekon’cuydu. Takvim 2016’yı gösterdiğinde bu kez Cumhuriyet gazetesi davasında, gazetemizin yazar ve yöneticileriyle birlikte FETÖ’ye yardım ve yataklıkla suçlandı. On beş ay tutuklu kalıp yedi buçuk yıl hapis ile cezalandırıldı. “İtham Ediyorum”da, ‘Ben Ergenekoncu’yken’ diye başlıyor Şık, ‘Ben FETÖ’cüyken’ diye de bitiriyor. Sonuç olarak da ortaya bir devletin hukukla imtihanını gösteren bir tablo çıkıyor. Şık’la yeni kitabını ve devletten hukuk çıktığında geriye kalanları konuştuk. ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr K itabın isminden konuşarak başlayalım: “İtham Ediyorum”. Bu ithamın öznesi nedir, kimdir? Kişi, kurum, devlet, dünya, düzen... Ne olur cevabın? n İtham edilen elbette siyasal iktidarın kendisi. Ama burada bahsedilen iktidar; sadece siyasetçilerden, AKP’lilerden, saray kadrosundan meydana gelmiş bir olgu değil. Mahkemedeki beyanımda da söylüyorum bunu; siyaset, yargı, medya, devlet bürokrasisi, ülkeyi bu ekiple birlikte yağmalayıp talan eden sermaye grupları... Bunların hepsi bir bütün. Ülkeyi talan edip devleti yağmalayan, sistemi elinde tutup adına suç dediğimiz zamkla bir arada durmasını sağlayanların içinde her kim varsa onları itham ediyorum. Ve evet, bu bir ithamname. Bu düzen elbet son bulacak ve burada anlattıklarım onların iddianamesi olacak; o yargı mensuplarının da, siyasetçilerin de, güvenlik bürokrasisinde bu emri verip yürütenlerin de, medyasının da, talancı sermayenin de... n Mahkeme günlerinden beri dile getiriyorsun bunu: “Bu düzen son bulacak,” diyorsun. Bu bir inanç mı yoksa gördüğün bir resmin analizi mi? n Bu görülüyor. İktidar bloğunun sürdürülebilir hiçbir hareket noktası kalmadı. AKP’nin handikapı şu: Bir rejimi yıkma teşebbüsünü sürdürüyor fakat yerine ne getireceğini bilmiyor. Bu bilmezlik de korkunç bir yağma düzenini beraberinde getiriyor. Tam da bundan her şey ortada yaşanıyor, yapılanlar gizlenemeyip mutlaka ortaya çıkıyor. “ARKAMIZDA DEĞİL YANIMIZDA OLSUNLAR” n Bu da garip değil mi? Hem koca bir hukuksuzluk düzeninden bahsediyorsun hem de bu düzen kaynaklı tüm ayıpların gözler önünde yaşadığını söylüyorsun. Birbirinden uzak iki durum. Ayıp genelde saklanır bildiğimiz... n Garip olmaz mı! Medyayı susturdular çünkü medyayı susturarak toplumu susturuyorsun. Evet, sessizlik bütün dikta rejimlerinin en büyük silahıdır. Hannah Arendt’in de dediği gibi sessizlik en büyük şiddettir aynı zamanda. Çok doğru bir tespit ama gözden kaçırılan bir şey var; sessizlikte insan çok daha iyi duyar. O nedenle herkes her şeyi duyuyor, görüyor ve her şeyin farkında. Tam da bu nedenle düzenin böyle devam etmeyeceğinden eminim. Evet böyle bir inancım, umudum var ama aynı zamanda bütün parametreler bunu gösteriyor. Seçim çok yakında. AKP’yi alaşağı edecek seçim sonuçları göreceğimizi düşünüyorum. Velev ki yanılıyorum ama ona rağmen bu düzenin böyle devam etmeyeceğini görmek zor değil. Ömürleri uzun değil, bunun da farkındalar. n Hannah Arendt’ten bahsettin az önce. Ben de Stephane Hessel ve kitabı Öfkelenin’den bahsetmek istiyorum. Hessel kitabında özellikle gençleri, uygar bireyleri, haksızlık ve sorunlara kayıtsız kalmayarak neoliberal masallara kanmamaya, çevreye duyarlı olmaya, sosyal adaletsizliğe, tekelci sermayenin diktatörlüğüne karşı çıkarak öfkelerini barışçıl yollarla dile getirmeye çağırıyor. Senden bahsederken de Hessel’in sözünü ettiği bu öfkelenişin izlerini görüyoruz her yerde. Senin bu öfkenin beslendiği, yöneldiği kaynaklar neler? n Kamuoyu beni hep mahkemelerde gördü. Öncesinden bilip takip eden de haberlerimden biliyordur. Buralardaki öfkem çok doğal. Mahkemelerde bin türlü saçmalıkla karşı karşıya kalmak ki benim gibi binlerce insan var insanı öfkelendirmesin de ne yapsın? Benim diğer binlerce kişiye göre avantajım tanınırlığımın ve yaşadıklarımı ifade edebilme şansımın daha kuvvetli olmasıydı sadece. Diğer yandan elbette öfkeliyim. Evet, her dikta rejiminde bu türden olaylar yaşanır, kendilerinden olmayan, düzenlerine bulaşmamış herkesi vatan haini ilan ederler ki bu beni şaşırtmıyor ama beni şaşırtan bu yargının, böyle bir rejim önünde bu kadar kolay biat etmesi, bu kadar kolay diz çöküp teslim olması. En büyük öfkem ona. Ben bir işçi çocuğuyum. Annem ba bam da okumuş etmiş insanlar değil fakat bize hep şunu söylediler: Biz sizin başınızı öne eğecek hiçbir şey yapmadık, siz de yapmayacaksınız. Bu benim için çok önemli bir rehber oldu hayatımda. Aynısını kızıma söylüyorum, biliyorum ki kızım da anne olursa kendi çocuklarına söyleyecek. Bu noktada beni en çok düşündüren şu oluyor: Bu yargı mensupları kendi çocuklarına iyi insan olmayı nasıl öğretecek? Themis heykelinin bir kefesinde haysiyetleri diğer kefesinde menfaatleri var ama görünen o ki hep menfaatlerinin olduğu kefe ağır basıyor. Kaldı ki bizi yargılayan mahkemeler de iddianamelerde belirtilen suçlamaların hiçbirine inanmıyor ama günün sonunda hakikate karşı bir suç işleniyor ve o suçun zamanaşımı yok. Diğer yandan suçlu olduklarını da biliyorlar ve suçlarını kapatmak için daha çok suç işliyorlar. Bu da beni öfkelendiriyor. Evet öfkeliyim; dediğim gibi o suçlamalara maruz kalmak, adalet mekanizmasındakilerin menfaat peşinde koşması öfkelendiriyor ama bir de o koca sessiz çoğunluğa karşı öfkeliyim. >>Sürekli şunu duyuyoruz: “Arkanız dayız!” Arkamızda değil yanımızda 12 21 Haziran 2018 KITAP