Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
TÜRKÇEDE İÇLİ BİR “ÇIT” SESİ: ENVER ERCAN ŞİİRİ Sen sözcükler içinde uyu... Düşen yaprağın altında kalacak denli kırılgan bir şairin, hayatın acımasızlığına ve kitapların kuruluğuna karşı yaratacağı iç dünya ve düş gücü, hayattan da kitaptan da varsıl olacaktır kuşkusuz. Enver Ercan da ilk kitabı “Eksik Yaşam”dan son kitabı “Türkçenin Dudaklarısın Sen”e bu varsıllıkla yaşadı. Dört kitabı da bu yalnızlık ve kırılganlıktan yapraklandı. MUSTAFA KÖZ B ir renk, bir ses, bir çağrışım, kırık dökük bir imge, bir görüntü kalır bazı tanışma anlarından geriye. Belki hayal meyal, sisler içinde bir iki yüz... Odaya yapışmış birkaç eşya, silinmiş zaman kırıntısı... Sonrası unutulur. Nerede, nasıl tanıştığınızdan çok, ne konuştuğunuz, ne konuşmadığınız anımsanır. Hele şiirse konuşulan, dünyanın sözünü kuyu ve mağaralara doldursanız da yine bir boşluk orada öylece bekler durur sözcüklerle, anılarla dolmak için. O gün ışıyıp duran o boşluğu doldu ramamıştık Enver’le. Varlık dergisinin Cağaloğlu Yokuşu, Edes Han’daki yazıhanesine uğramıştım elimde Varlık’ta yayımlanacak ilk şiirimle. 1992’nin serince bir güzü. Demek ki yirmi altı yıl. Yine de dün gibi belleğimde o akşamüstü. Şiiri aldı, tarttı ve bana döndü: “Şu dizedeki ‘mülteci’ sözcüğü, bu lirik şiir için biraz eski değil mi?” diye sordu. Düşündü, sonra “Peki, kalsın” dedi. “Mülteciden başka bir sözcük de karşılamıyor sözdeki çaresizliği.” “Mülteci bir ay yalnızlığı akşamın eşiğinde”ydi dize. Bir eke takıldı sonra “Bu ek fazla değil mi?” diye sordu yeniden. Ek fazlaydı ve “dokundukça bembeyaz parmak uçların” dizesindeki “uçlarının” sözcüğünden son ek uçtu ve dize, şiire “dokundukça bembeyaz parmak uçları” diye oturdu. Söz, daha çoğul bir çağrışım edindi. Şiir, bu değişikliklerle yine o güz sonunda ‘Çünkü Aşk Vardır’ adıyla yayımlandı Varlık’ta. Sonradan Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman kitabından öğrendim ki Enver de aşk şiirleri yazıyormuş o sıra. Biraz da aşktan konuştuk. Gençtik, aşktan ve şiirdendi yaralarımız. Enver’le kaşla göz arasında “aşk matinesi” ve “şiir atölyesi” yapıvermiştik. Şiirime sev gisi, yakınlığı ve önerileri göstermişti ki “sözcük”, Enver’in de atasıydı. Mallarme’nin “şiir, sözcükler dinidir” ve “şiir, duygularla değil, sözcüklerle yazılır”, Cemal Süreya’nın, “şiir geldi, kelimeye dayandı” sözleri, Enver Ercan’ın şiir bilgisinin ve görgüsünün de anahtarıydı. “SÖZE TUTSAK” Önce şiirin değil, sözcüklerin koklanması gerektiğine inanmıştı hep. Şiir nasıl olsa gizlendiği yerden çıkar gelirdi. Bunun için de o, şiiri değil, şiir onu aradı. Esine inanmadı. Esin denen şeyin bir şiir birikimi olduğunu biliyordu. Bu birikimin de şiiri düşündüğü her an, kendisine şiirin kapılarını ardına kadar aralayacağını görmüştü. Bir kolaysama gibi görünmesine karşın onun şiiri daha ilk kitabıyla bir yol görgüsü edindiği için üslup dediğimiz şiirsel farklılığı da ilk kitabıyla kurmuştu. Son kitabı Türkçenin Dudaklarısın Sen’i hastalığın gemi azıya aldığı o yoğun, sıkıntılı günlerde iki ay gibi kısa bir sürede yazması, onun birikimi şiire nasıl dönüştürdüğünü de gösterir. Kimi şairleri şiirlerinden öte, sözcükleri ele verir. Enver’in şiirinde seçilen sözcüklerden çok “sözcük”ün kendisine verdiği ağırlık, ayırıcı bir özellik gibi görünebilir. Özellikle, Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman ve Türkçenin Dudaklarısın Sen kitaplarında bu kullanım çok belirgin. İki kitapta da “sözcük”, sözcüğü, değişik bağlamlarda şiirlerde birleştirici öğe. Bunun için Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman’da bir aşk ertesi kederini, yalnızlığını sözcüklere yükleyerek silmeye çalışır şair. Bölümlere ayırdığı uzun şiirin bir yerinde şöyle der: “aslolan sözcüklerdir tabii gerisi elbette gevezelik hadi okuluna yazdır beni bugün harfleri sen dağıt dilin gurbetindeyiz nasıl olsa söze tutsak hangi tümceye başlasak çıt!..” Ercan’ın şiiri, Türkçenin gurbetinde olmadı hiç, dili onun anayurduydu ama şair, “söze tutsak” olduğunu kendisi de söylüyor. “Aslolan sözcükler”in tutsaklığıydı, “gerisi gevezelik...” Şu gevezelik meselesi, Enver Ercan şiirinin başka bir algısını da imliyor aslında. Enver, şiirde gevezeliği, kof, boş sözü, imge hamallığını hiç sevmedi. Şiir yalın ve “ev içi” olmalıydı. Bugünün şiirine “mahalleleşme Türkçesi” önerir gibiydi. Bu ev ve sokak diliyle özgün bir şiir yaratmak için çok sabırlı ve titiz davrandı. Çok şiir yazmamasını, “şiir sabrı”nı bu “şiir özeni”ne bağlayabiliriz. Enver’se az şiir yazmasını, şiirle zaman zaman arasını açmasını, hayatın günlük hayhuyuyu, geçim derdiyle beraber “sokağa şair olarak çıkabilmek için” diye özetliyor. Şiirine güveninin de altını çiziyor bu söz. Az, öz, yalın ve kimileyin felsefi, özdeyişsel, aforizmaya yakın bir söylem... Özellikle son kitabı Türkçenin Dudaklarısın Sen’deki fıkra dili, durumdan şiir yaratma, çocuksu dervişlik... Eskilerin “sehli mümteni” dediği, kolay kurulabilirmiş gibi görünen ama yalınderinlikli bir şiir örgüsü... Süssüz, cıvıl cıvıl, doğal bir Türkçe... Bu yüzden şiirini retoriğe, abartılı, yaldızlı, çın çınlı hayallere boğan şairler için o hınzır, bıyık altı gülümsemesiyle “Hayatı yok ki şiiri olsun!” derdi. Ona göre şiir, hayata fena hâlde benzemeliydi. “ACITAN BİR ŞAİRİM...” Konuşmalarımızda çoğunlukla üzerinde durduğu konulardan biri de “şiir ve hayat ilişkisi”ydi. Gündelik hayatı şiirinin derdi kılmayanın şiiri olmayacağını, olsa da kalmayacağına inandı. Gündelik hayat dediği, şairin içine doğduğu hayatın şiirinde “hayat bulması”, şiirinin hayata, hayatının da şiire benzemesiydi. Bu yüzden İlhan Berk, “Her adam şiirlerine benzemez ama sen benziyorsun” demişti Enver için. Enver’in de “kalp kırmak istemem ama her şiir sahibine benzer kimi daha yazılırken teslim eder ruhunu kimi ölü bile geçirilemez ele” demesi bundandı... İçtenliğin ve alçakgönüllüğün şiirin kurucu ögelerinden olduğunu biliyordu. Böyle davranmayan şairlere kızgınlığını göstermekten kaçınmıyordu. >>Bir söyleşisinde “Bir şiiri yazarken beklendiği gibi değil, istediğim 14 22 Şubat 2018 KITAP