Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
HERMANN HESSE’DEN “KLEIN VE WAGNER” ‘Biri aile babası, öteki cani’ Hermann Hesse “Klein ve Wagner”i, Jung’un öne sürdüğü ‘gölge’ kuramı üzerine inşa ediyor. elİf aktan H ermann Hesse’nin sıkıntılı bir yaşamı olmuş. Biyografisini biraz karıştırınca bile karşımıza çıkıyor buna dair önemli kırılmalar. Küçük yaşta, bir misyoner olan babasından gördüğü dinsel baskılar, kendi ayaklarının üzerine durma çabaları, yazarlık yolunda giriştiği mücadele, başarısızlığa uğramış bir evlilik, bu evlilik sonucu dünyaya gelmiş çocuklarının dört bir yana savrulması ve savaş... Birinci Dünya Savaşı, Hermann Hesse’nin yaşamında kırılma noktası. Savaşmak için gönüllü olmuş ancak sağlık sorunları nedeniyle cepheye alınmamış, Alman savaş tutsakları için kitap toplamakla görevlendirilmiş. 1919’da savaş bi tip sivil hayata döndüğünde ise Hesse’nin ardında bıraktığı hiçbir şey eskisi gibi olmaz artık. Evliliğinin yıkılması, ailesinin dağılmasıyla yaşadığı ağır bunalım, psikiyatrik tedavi görmesini zorunlu kılar ve Jung’un öğrencisi olan Lang ile tanışır. Psikanaliz tedavisi sürecinde ruh bilim ve Lang, dolayısıyla Jung’a duyduğu ilgi büyür, bunun edebi meyvesi olarak da Klein ve Wagner doğar. Klein ve Wagner Türkçede henüz yayımlandı. Kitabı, Kâmuran Şipal’in usta işi çevirisiyle okuyoruz. Kısa bir anlatı Herman Hesse’nin kaleminden çıkan, doksan sayfayı ancak buluyor fakat gerek yazarın yaşamının kırılma noktalarının üzerinden imgelerle örülü bir dil ile geçmesi gerekse de Jung’un görüşlerinin edebiyata yansıması Klein ve Wagner’i, Herman Hesse’nin yazdıkları arasında farklı bir yere koymamızı sağlıyor. Hesse, Klein ve Wagner’i, Jung’un öne sürdüğü “gölge” kuramı üzerine inşa ediyor. Bu kurama göre “gölge”, bilinçdışındaki arketiptir. Bilinç ve benliğin karşıtıdır. İstenilmeyen, kabul görmeyen tüm kişisel özelikler, gölge arketipine dahil olur. Kişi kendini ince olarak tanımlıyorsa onun gölgesi kaba ve katıdır. Acımasız birinin gölgesi şefkatli, kendini çirkin olarak tanımlayan kişinin gölgesi ise güzel olur. Bu kısa anlatıda Jung’un gölge arketip kuramı ile yaratılan kahramanı Klein. Klein, yaşadıklarının bir imge örtüsüyle kapanmış hâliyle Herman Hesse’den başkası değil aslında. Kitabın sayfaları arasında ilerledikçe göreceğiz ki Klein’ın kaçış durakları bizi, Hesse’nin kendini huzurlu hissettiği en güzel çağlardan birine, 1901’de çıktığı İtalya gezisine götürecek. Bu anlamda Klein ve Wagner’in bir kaçış anlatısı olduğunun altını çizmekte yarar var fakat bu kaçış kitapta, maddi bir plan üzerine oturmuşsa da aslında zihinsel bir yolculuktan başkası değil. Klein’ın hem kaçtığı hem de kucakladığı kişi ise Wagner. Jung’un “gölge arketip” kuramı, tam da Wagner anlatıda sahne aldığı anda kendini gösteriyor. Wagner’in sahne alışı da tam olarak zihinsel gelgitlerle ortaya çıkıyor. Saygın bir memur, sadık bir koca ve iyi bir aile babası olan Friedrich Klein’ın kendini birden bire hayali bir cinayet ve suçun yükü altında bulmasıyla başlıyor hikâye. Devlet dairesinden kaçırarak istiflediği paralar, ceket cebinde sahte bir pasaport ve tabancası olduğu hâlde “güneye”, İtalya’ya doğru sehayat etmektedir. Bu seyahatin amacı hem kendi benliğinin derinlerindekini hem de tam anlamıyla kendisini bulmaktır. Karşısına çıkacak kişi ise Wagner olacaktır, yani Klein’ın gölgesi... Kliein ne kadar artılarla donanmışsa, Wagner onun tam tersi kişiliktedir. “Öteden beri iki ayrı Friedrich Klein var olagelmişti, biri gözle görülen, öbürü gizli, biri memur, öteki katil, biri aile babası, öteki cani Klein,” derken de Hesse tam anlamıyla böyle bir ikiliğin tek vücuttaki varlığından bahsediyor. Aynı şekilde “Efendi bir adamdı ve efendiliğinin gerisinde rezillik ve yüz karasından başka bir şey saklı değildi,” derken de... Hesse, “(...) neredeyse kırkında bir adam, işine gücüne bağlı bir memur, entelektüel eğilimlerle donatılmış, sessiz, kendi hâline bir vatandaş, gül gibi çocukları olan bir baba[nın]” kendi içinde, yani gölgesinde taşıyabileceklerini kaleme döküyor Klein ve Wagner’de. Klein ve Wagner bu anlamda kendi kaybetmeye çalışıp yeni bir benlik algısıyla hayata devam edebilmenin de anlatısı hâline geliyor. Klein ve Wagner tüm bu içerdikleriyle zor bir anlatı. Fakat zorluğu hikâyenin okunmaz ya da kelimelerin anlaşılmaz oluşuyla değil, herkesin kendine doğru yolculuğunda farklı kapılar açabileceğinden... n Klein ve Wagner / Hermann Hesse / Çeviren: Kâmuran Şipal / Yapı Kredi Yayınları / 88 s. NATSUO KİRİNO’DAN “TANRIÇA GÜNLÜĞÜ” Pişman ruhlar Natsuo Kirino’nun kadınerkek ilişkileri, aile sırları ve ihanetler ile genişleyen yeni romanı “Tanrıça Günlüğü”, hakikati, Japon mitolojisinden yola çıkarak bulmaya çabalayan bir kadının feminist hikâyesi. pınar GÜrler J apon kültürü ile gerilim öğelerini bütünleyen romanlar kaleme alan Natsuo Kirino, Türkiye’de Çıkış ve Grotesk isimli kitaplarıyla biliniyor. İnsanların, an gelip hiç beklenmedik şekilde şiddete başvurmasını, hatta kişinin yanına başkalarını da alarak bunu kolayca suç ortaklığına dönüştürebilmesi gibi temaların haricinde kültür erozyonunun bireyleri uzun vadede birbirine düşman eden bir gerçek olduğunu işliyor kitaplarında. Yazar, bütün bunları kadınerkek ilişkileri teması etrafında konumlandırıyor. Kirino, yeni romanı Tanrıça Günlüğü’nde yine kadınerkek ilişkilerini merkeze alıp bunun içine aile sırlarını, ihanetleri, çeşitli oyunları serpiştiriyor; hakikate, fazlasıyla bulanık bir dünyada Japon mitolojisinden yola çıkarak erişmeye çabalayan bir kadının feminist hikâyesini anlatıyor. KADININ YÜKLERİ Kirino, romanın başında on altı yaşında ölmüş, “Dalgaların Ortasındaki Kadın” Namima’yla tanıştırıyor okuru. “Karanlıklar Diyarı”nın Tanrıçası İzanami’yi temsilen konuştuğunu ve hayattakinden daha keskin duygularla hareket ettiğini söyleyen Namima, bu hâline kendisi de şaşırıyor. İzanami, “kadınların kadını” veya “kadınlar arasındaki kadın” olarak niteleniyor; onunki, aslında tüm kadınların “kaderi”. Namima ile İzanami’nin hikâyesi iç içe geçerken Japonya’ya dair öyküler ve mekânlar da giriyor araya. Namima, küçük bir kızken Tanrı’yı, tıpkı büyükannesi gibi vakur bir kadın olarak tasavvur ediyor. Anlattığı hikâyenin, ailenin büyükleriyle küçük olan kadınları arasında geçtiğini kısa süre sonra kavrı yoruz. Tabii okur böylece bazı sırlara, çekişme ve ihanetlere tanık olurken Namima’nın tatlı çocukluk günleri ablasının evden ayrılmasıyla bitiyor. Bu olay, yaşadıkları adadaki kadınlara özgü gibi görünen ama evrensel bir sorunu; kadınlara sırf kadın olduğu için karşılaştıkları güçlükleri ya da sırtlarına bindirilen yükleri anlatmaya imkân veriyor: Doğduğu günden itibaren her kadın ne yapması ve hangi kalıba (kız çocuk, genç kız, eş ve anne...) girmesi gerekiyorsa Namima hepsini birer birer anlatıyor, bunların nasıl bir ağırlığa dönüştürüldüğünü Japon gelenekleri dahilinde sıralıyor. Kirino, Namima aracılığıyla çizilen “kaderi” resmediyor: Erkekler balık avlıyor, kadınlar kendini dualara ve ritüellere adıyor. Namima’nın “kaderine” karşı çıkışının “ödülü” ise lanetlenmek. YAŞAM VE MİTOS Hayattayken yarı ölü gibi olan Namima, sonsuzluğu yaşamak üzere gittiği “Ölüler Diyarı”dan yeryüzünü daha rahat görüyor. Huzursuz ruhlara evsahipliği yapan bu mekân, dünyevî aidiyetlerinden henüz kurtulamayanlar için biçilmiş kaftan. Namima’nın “Ölüler Diyarı”na girmesinden sonra, Japon mitolojisi de romandaki ağırlığını hissettiriyor. Kadın ve erkeğin dünyaya gelişi, geçirdikleri evreler, aralarındaki gerilimlere dair ilgili bölümlerine göndermeler yapılan Japon mitolojisi, aynı zamanda hâlâ geçerli olan bazı geleneklerden de örnekler veriyor. Böylece roman, iki başlı bir hikâyeye; kadının ve erkeğin öyküsüne dönüşüyor. Form ve ruh olarak kadın konusu da gündeme gelirken bu kez sahneye kendi “kaderiyle” İzanami çıkıyor. “Kaderine” başkaldırıp “Ölüler Diyarı”nda yaşamaya başlayan Namima ve orayı yönetip ölecekleri belirleyen İzanami’nin farkında olduğu bir gerçek var: “Yeraltı dünyası teselli bulamayan, çaresizce karanlıkta bekleyen, kalpleri ölümün bu kadar çabuk çabuk geleceğini bilsem şunu da yapardım pişmanlıklarıyla yüklü ruhlarla doluydu...” Hayatın ve mitosun bu sularda yüzdüğü kitapta yazar, hem kadınların hem de erkeklerin birbiri için hangi fedakârlıklarda bulunduğunu karakterleri aracılığıyla dile getiriyor. Anlatıcı Namima’yı, yarım kalan işlerini bitirmeye uğraşıp “Ölüler Diyarı”nda Tanrıça İzanami’yle ortaklık kurarken resmeden Kirino karanlıkla, sırlarla, ihanetle ve hatta şüpheli ölümlerle çevrili bir romana imza atıyor. Yazarın, hayat ve mitos arasında kurduğu bağlantı, yeni doğan bir şeyin bulunmadığı “Ölüler Diyarı”ndan dünyaya sesleniyor. n Tanrıça Günlüğü / Natsuo Kirino / Çeviren: Aycan Başoğlu / Doğan Kitap / 232 s. 16 23 Mart 2017 KItap