Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
MELTEM GÜRLE’DEN “KIRMIZI KAZAK” Denemenin engin sularında hatırlayış atİlla bİrkİye D eneme olmadan olmaz, edebiyat eksik kalır. Roman, hikâye, şiir yaratıcı gücü gösterir kuşkusuz, eleştiri herhalde yol gösteren; anının, günlüğün, yaşamöyküsünün büyük katkısı vardır ama deneme “düşünme üretir”, olmazsa olmazdır. Engin sulardır, belki de bir okyanus. Bizde Ataç ile “başlar”; en azından genel kanı budur ama onunla bir “edebiyat (yazma) disiplini” hâlini aldığı da inkâr edilemez. Ararsak öncesinde de bulabiliriz denemeyi, özellikle de Ahmet Rasim’in kaleminde. Aslında mantıksal olarak Tanzimat Edebiyatı’na kadar uzanmamız gerekir. Bu yüzden midir bilmem, hep Beşir Fuad’ı “deneme”nin başlangıcı olarak görmüşümdür. Belki Ataç’ın açtığı güzergâhta değil de daha çok “töz” olarak. Her şeyden önce Tanzimatçılar arasında Batı’nın epistemolojisini gerçek anlamda benimseyen(1) bu “haylaz dehâ”dır. Gazetelerdeki edebiyat hazzı veren denemeleri özler olduk. İlk aklıma gelen Melih Cevdet Anday’ın yıllar önceki Cumhuriyet’teki “Cuma Denemeleri”. Kuşkusuz başkaları var da Selim İleri, yıllarca İstanbul’u mesken tutan denemeleriyle okuma hazzı tattırmıştır. Kimi köşe yazarlarının sütunlarında deneme yazmaları güzeldi tabii ki. Memet Fuat, Tahsin Yücel, Enis Batur gibi edebiyat coğrafyasının insanları, sütunları da olsa orada deneme yazmaya özen göstermiştir. Ama şimdilerde çok az bu “okuma hazzı”; her şey bir yana hep üvey evlattır deneme! GEÇMİŞE DÖNÜŞ Kırmızı Kazak, bir denemeler toplamı ancak bu toplama sürecine çok kafa patlatılmış, “özgün bir kitap” bütünlüğü oluşturulmuş. Epeyce de hacimli. Denemecinin hep “bir şansızlığı” vardır. Yazıları dergilerde, gazetelerde yayımlanır ama nasıl kitaba dönüşecektir? Kuşkusuz her yazı kitaba girmez; dolayısıyla kitap toplamındaki yazıların her şeyden önce bence tonu birbiriyle tutmalıdır. Öte yandan deneme kitabını, şayet bir konu, bir şehir, bir yazar üzerine yazılmamışsa, elimizdeki kitap gibi zaman içindeki yazıların bir araya gelişiyse parça parça da okuyabilirsiniz. İllâ sıralı bir okuma yapmanız gerekmez (Hacimli oluşunda bir sakınca yok da çoğunlukla yayınevleri buna pek yanaşmaz!). Kırmızı Kazak’taki denemelerin bazılarını daha önce yayımlandığı zaman okumuştum. Kuşkusuz kitaplaşınca başka bir okuma, biraz daha farklı bir okuma oluyor. Elinizde kitap olunca sıralı da parçalı da okuyabilirsiniz. Gerçi internet bize benzer bir olanak sunsa da kitap sayfalarının kokusunu nerede bulacağız! Kitaba adını veren deneme, yazarın, Meltem Gürle’nin “geçmişe dönüşü” ile ilgili. Dahası buna hatırlayış demeliyiz. Aslında bu hatırlayış kitabın hemen hemen bütününe yayılmış. Anıların denemeye taşınması. Taşınması ama şimdiki zamanla, özellikle de “şehir anları”yla ilgi kurulmasıyla taşınması. İster istemez bu bizi, Walter Benjamin’in Baudelaire üzerinden kavramlaştırdığı bir “şehir avâresi”ne götürüyor. Ancak bu avâre, entelektüel bir avâre. Çünkü yalnızca “özgür bir dolanma” değil varlığın anlamlandırılması da yer alıyor bu süreçte. İstanbul’a, üniversite okumaya gelen kızın okuldaki ilk günü, üstünde de annesinin örüp giymesi için verdiği kırmızı kazak. Boğaziçi Üniversitesi’nin göbeğinde bütün gözler onun üzerinde dolayısıyla “taşralı” genç kızın şehirdeki ilk travması! Örgü kazağı ancak bir hafta giyecek. Bu deneme çoğunlukla olduğu gibi edebî bir metinden (daha çok roman) yola çıkarak kaleme getirilmiş. Buradaki de Madam Bovary romanı. Bir motif ama... Görsel olarak kırmızı kazağı kapakta da görüyoruz. Bu örülen bir kazağın ön ya da arka tarafı olabilir. Henüz bitmemiştir, örülmektedir, iki şiş üstündedir (hatta, en altta bir ilmik de kaçmıştır!). Yaka yoktur, kollar yoktur vb. Bitip bitmemiş olması sanırım çok önemli değil de daha çok örgü kazak oluşuna, kırmızı oluşuna da vurgu vardır. Vurgu çok çok önemli dolayısıyla denemeye giren “travma”. Bir daha kırmızı kazak karşımıza çıkmayacak. İlk bakışta niye kapağa alındı bu motif gibi gelebilir. Kırmızı kazak motifini görmesek bile bu motifin yüklendiğini hep duyumsarız. Galiba üstlendiğini demeliyim çünkü söylemek istediğim daha çok teknik bir mesele. Hatırlayış öteki denemelerde de var; bir andan, bir göstergeden, bir duygudan başlayarak ya da bir çağrışımın işateriyle geçmişe doğru yol alış. İlk aklı Meltem Gürle’nin kaleme aldığı “Kırmızı Kazak”, bir denemeler toplamı ancak bu toplama sürecine çok kafa patlatılmış, ‘özgün bir kitap’ bütünlüğü oluşturulmuş. Meltem Gürle mıza gelen kuşkusuz Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’ki anlatıcının ıhlamura batırdığı “madlen kurabiyesi”dir. Kitabın ikinci denemesinde de zaten bu örnek karşımıza çıkar. Çağrışımı bazen denemenin içinde buluyoruz, hatta deneme böyle başlıyor; o hatırlayış neyse bir şekilde günümüze geliyor. Edebiyat (örneklenen metin vb.) çoğunlukla köprünün sağlam ayaklarından biri oluyor. Bazen de anlıyoruz ki bu hatırlayış yazının öncesinde var yani denemenin yazılma nedeni neyse, işte o hatırlayış. Denemede yer almayan bir başlangıç paragrafı, doğal olarak biz onu okumuyoruz; okumasak da oluyor. Biçem özelliği ya da ayrıcalığı diyelim buna da. Yukarıdaki gibi Batı edebiyatının metinlerini, bu hatırlayış ve şimdiki zamanın anlamlandırmasıyla birlikte buluyoruz. Bunlar çoğunlukla çağrışımlar, küçük alıntılar, başlıklar falandır. Bize de Gürle’nin derin edebiyat belleğini ve bilgisini gösterir. Öte yandan sıralı okuma yaptığımızda karşımıza hep çıkan Batı edebiyatının verimleridir; ister istemez denemelerin içindeki İstanbul parçaçıkları dolayısıyla da “Nerede bizim edebiyat”(2) sorusu gelir. Bunun yanıtı, biriki küçük örneği saymazsak kitabın sondan bir önceki bölümde, “Ateşiniz Var mı?” başlığı altında toplanmış denemelerde verilir. Eray Ak roman benzetmesi yapıyor(3). Özellikle de kitabın “kurgusu”na gönderme yaparak. Açımladığımız zaman bölümlemeler, bölümlerde toplanan yazılar, bölümlerin sıralanışı vb. ortaya çıkar. Öte yandan şöyle bir benzerlik de yok mu roman ile deneme arasında (hep böyle gelmiştir bana): Anlatıcı bir “olay”, “durum” vb. üzerine fikir yürüttüğü zaman, Montaigne’nin sesini duymaz mıyız? DENEME İLE ROMAN Yazıların toplamı (kurgu), Ak’ın dediği gibi bir roman “benzetme”si yaptırabilir. Hatta, kitabı hep deneme gibi düşünsem de yukarıda sözünü ettiğim ton benzerliği de bu benzetmenin nedenleri arasında sayılabilir. Kitaptaki denemelere tek tek bu gözle de baktım, sanırım tek bir yazının farklı bir tonu var; ‘Ozanın Ölümü’. Altında tarih yok ama belli ki Yaşar Kemal’in ölümünden sonra kaleme alınmış. Yayımlandığı zaman doğrusu okuduğumu anımsamıyorum. Bir hikâye gibi karşımıza çıkıyor. Denemelerin anlatımcı özelliği artık denemenin sınırlarını iyice aşmış, üçüncü tekil şahıs bir düzlemde ve lirik bir metin. ‘İncelikler Yüzünden’ başlıklı denemenin hepsini buraya alıntılamak isterdim. “Karamazov Kardeşler çok büyük bir romandır” cümlesiyle başlayan, romandaki Dimitri’nin “dönüşümü”nün örneklendiği ve bunun şimdiki zamana ya da yazarın kendi zamanına bağlandığı bu denemenin son bölümüyle yetineyim: “Güzel bir yaz günüydü. Haziran güneşi ön camda patlayıp dağılıyor, her şey fazla parlak, fazla canlı, fazla renkli görünüyordu. Işık öyle kuvvetliydi ki, canımı acıtıyordu. Dayanamayıp gözlerimi kıstım. Bunun üzerine yanımdaki koltukta bir hareket hissettim. Yaşlıca bir adam olan şoför bana doğru uzandı, önümdeki güneşliği indirip gözlerimin hizasına gelecek şekilde ayarladı. Sonra hiçbir şey söylemeden işine döndü ve gözlerini yola çevirdi. Güneşliğin üzerindeki aynada kendimi gördüm. Kızarmış ve kısık gözlerimi. Şoföre teşekkür etmek için ağzımı açtım. Ama sesim çıkmadı. İşte o zaman ağlamaya başladım. Her şeye hazırlıklı olduğumuzu zannederiz. Ama bir gün bir şey olur. Kırılırız. İncelikler yüzünden” (s. 9697). Kırmızı Kazak’taki denemeler bir bütünün parçası. Belki böyle düşünülmemiş yazılırken. Ama yazarın denemeye, hayata ve romana bakışı, bunları yazı düzleminde ele alışı, bunlarla kurduğu ilişki biçimi, biçemi bu bütünlüğü gösteriyor (kitabın hazırlanışını da ekleyelim). Özcesi bu kitaptaki denemeler, kendine çekiyor. n Kırmızı Kazak / Meltem Gürle / Can Yayınları / 424 s. (1) Jale Parla, Babalar ve Oğullar, İletişim Yay. 1990. (2) Denemeler 20092016 arasında BirGün’de yayımlandı. (3) T24.com.tr (K24), Meltem Gürle ile söyleşi. 4 19 Ocak 2017 KItap