Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
>> dile getirebilmenizde size katkı sağlıyor? n Mizah diyorsanız öyledir. İtiraz edecek değilim. Bana göre bir tutum bu, dünyayı ve hayatı algılayış biçimi. Olumlu, güler yüzlü, suratını asmadan üzülebilen, bunalımı bile dalga geçerek kucaklayan bir duruş. Sıkmayan, sıkılmayan. Ciddiyetten uzak, hatta biraz lakayt. Yazmaya oturunca hep bunların peşinden gidiyorum. Okuru biraz, bir an bile gülümsetebilmekten tarifsiz mutluluk duyarım. Ne demiş Çinliler; “Bir güzel söz insanın içini üç kış ısıtırmış.” Sadece yazarken değil, okurken de tercihim bu tutumdan yanadır. n Mizah demişken kahramanınızdan da bahsedelim biraz. Romanı bu yönde en çok besleyen Orhan. Ama ben farklı bir noktadan dokunmak istiyorum meseleye. Orhan en nihayetinde flaneur bir aylak. Edebiyatımızın meşhur aylaklarından onu farklı kılan ne? Bir de neleri gösterebilmenizde yardım etti size? n Doğrudur, Orhan da aylaklardan bir aylak. Kendiyle dalga geçişi, yetersizlikleriyle barışıklığı, mazisindeki çuvallamaları gönlünce eğip bükerek hatırlayıp anlatması falan da onu mevcut kümeden ayırmıyor pek. Ama o zamane gençliğinden, yani yeni. Benim gözümde en belirgin farklılığı uyanıklıkla iyilik arasında gidip gelişleri. Bir şeye, bir işe yarama beklentisi varken aniden çıkarlarına ya da öğretilmiş bencilliklerine teslim olması. Bütün aylakların kafası biraz karışıktır, Orhan’ın kafası ise olduğu kişi hakkında değil, olmak istediği insan hakkında karışık. Bu haliyle hem masum, hem de sahte. n Güncel bir rant meselesi olan “kentsel dönüşüm” ile iç içe geçmiş Sibop. Güne, bugünden bakabilmenin getirdikleri ve götürdükleri üzerine de konuşmak isterim... n Bana kalırsa edebiyatın hiçbir güncel, siyasi, ideolojik ödevi falan yoktur. Bunlar eski bagajlar, geçtiğimiz istasyonlarda bıraktık onları. Lakin bir fanusta da yaşamıyoruz. Yaşadığımız toplum gerilimli, tartışmalı süreçlerden geçiyor. Kentlerimiz hak ile yeksan edilip yeniden kurulmakta. Burnumuzun dibinde acılar çekilirken, tarihî ve kültürel miras gelişigüzel hamlelerle şekilden şekle sokulurken yazılanlar çevremizde olup bitenden elbette ki etkilenecek, elbette bu ağır zamanların her ne kadar manasız da olsa tartışmalarından dem vuracaktır. Taş olsa etkilenir, kaldı ki yazar da nihayetinde bir insandır, ister istemez isyan eder. Zaman dursun, hiçbir şey değişmesin, her şey aynı kalsın denemez. Ancak kentin mihenk taşlarını tavla pulu gibi birer birer yıkamazsınız. Ne olurdu şimdi Emek Sineması yerinde dursaydı? Kıyamet mi kopardı? Kaldırıp attık bir köşeye, başımız göğe mi erdi? “Bugün” maalesef edebiyatın payına düşen biraz da bu yakınmalardır. Sibop 20132016 arasında yazıldı. Bu süreçte Türkiye’de yazılmış her metne olup biten onca şeyin kokusu siner. Sinmese olmazdı. n Sibop / Başar Başarır / Can Yayınları / 324 s. Saşibkoı.p.. Orhan’ın Romanı öne çıkaran kesinlikle dili ama kurgunun da akıcılığını göz ardı etmemek gerek. Bir polisiye havasında gerilim yaratıyor. Eğlenceli ama bir o kadar da düşündürücü bir roman “Sibop”. A rgo ve hiciv kullanan bir romandan söz ederken resmî bir dil kullanmak garip kaçıyor çünkü bir şekilde yazarın dili bulaşıyor okura da. Daha önce öykülerinden tanıdığımız Başar Başarır’ın ilk romanı Sibop da böyle bir etki yaptı üzerimde. Elbette Başarır gibi yazmam söz konusu değil ama onun gibi konuşur, düşünür oldum bu hafta. Hiciv, toplumsal olayları anlamak ve anlatmak için edebiyatın eskiden beri kullandığı bir yazı üslubu. Platon, Atina toplumunu en iyi Aristofanes’in komedilerinin anlattığını boşuna söylememiş, ironi her zaman güçlü eleştiriyi beraberinde getiriyor. Başar Başarır da Sibop’ta 1966’dan başlayarak ülkenin düştüğü durumu çok iyi aydınlatıyor. Romanın kahramanı, aylak, bir işe yaramayan (bunu kendisi söylüyor ama herkes de aynı şeyi söyledikçe inandırıcı oluyor) hukuk fakültesini zar zor bitirmiş, bir baltaya sap olamamış Orhan adında bir genç. Kimsenin kendisinde beğenecek bir yan bulacağını sanmıyor. O yüzden feyste tanıştığı Aslı ile Kaktüs Bar’da buluştuğunda kızın hemen ondan hoşlanmasından kıllanıyor. Hoşlanmasını “beni yemiş olabilir. Medeni halim ve psikolojim müsaitti, yutmuş olabilirim” diye açıklıyor. İlk görüşte aşk, aynı hafta içinde evlenme derken Orhan kendini garip bir durumda buluyor. Aslı’nın en büyük sorunu, uzun yıllardır yurtdışında yaşadığı için Türkçeyi yarım yamalak, yanlış ve çeviri kokulu konuşması; Orhan onun söylediklerini tam anlamıyor ama bunu dert edecek hali yok. Kızın uzun bacakları ilgi alanına girdiği için, anlattıklarıyla pek ilgilenemiyor “insan bi dili nasıl bu kadar erotik konuşamayabilirdi?” diye düşündükten sonra “Her neyse. İtiraf ettim ya, duyduklarımı beğenesim vardı, hepsi kulağıma hoş geldi. Herhangi bi anlam veremediğim bi sürü şeye manyak gibi güldüm, eğlendim.” Aslı bu dünyaya ait “boktan şeyleri öğrenerek kirlenmekten çekiniyodu” belki ama onu kirletmeye çalışan bir ordu insan arasında kalmıştı aynı zamanda. Aslı’nın peşindeki karanlık adamlar Aslı’nın babasının bir zamanlar hisse sahibi olduğu tiyatroyu yıkıp yerine AVM kondurmak istiyorlardır. Roman bundan böyle iki zaman dilimi içinde ilerledikçe olaylar ortaya çıkar. OLAYLARIN GEÇMİŞİ Aslı’nın babası tiyatro sevdalısı Kerim, okulu sahne uğruna bırakıp kendi gibi oyuncu olmaya hevesli üç arkadaşıyla birlikte, bir tiyatroda karın tokluğuna çalışmaya başlar. Arkadaşları Kerim’den farklıdır. Özellikle aralarında en yetenekli olan Şule, para ve şöhret peşindedir, çevresindekileri bu amacı doğrultusunda kullanmaktan çekinmez. Kopmalar, sonra tekrar barışmalar derken, Şule sahnelerin aranan oyuncusu, büyük bir yıldız olur ve tabii tiyatronun da en büyük ortaklarından biridir artık. Aradan yıllar geçmiş bazıları şüpheli de olsa Şule dışında hepsi ölmüştür. Yıllar sonra eve dönen Aslı karşısında kurt avukatlar, karanlık inşaat şirketleri bulur; amaçları Aslı’nın elinden hisselerini almak, tiyatroyu yıkıp büyük paralar kazanmaktır. Bu süre zarfında ülkedeki inşaat sektörünün ve adalet sisteminin rezillikleri ile sinema ve tiyatroların acınası durumu anlatılır. Çağın çarpık düzenini ancak bunca hiciv anlatabilir. Başar Başarır parodi, ironi, alay, sokak dili ile internet dili karışımı üslubuyla ülkenin elli yıllık tarihini anlatıyor. Hiciv her zaman komik olmak zorunda değil, Başarır da abartı sayesinde trajik olayları komikleştiriyor. Aslında olaylar, Aslı’nın gözaltına alınması dahil, her şey gerçek ama yine de okuru güldüren, eğlendiren bir havaya giriyor. KOLEKTİF BİLİNÇALTI Bu noktada kolektif bilinçaltına hicvin nasıl gönderme yaptığını görmeye de başlıyoruz. Toplumsal olayları anlamak için alt kültürün kullandığı argo bu iş için biçilmiş kaftan oluyor. Dilsel sezgilerimiz en gelişmiş halini argoda bulur, daha önce duymadığımız uydurma sözcükler bir şekilde kolektif bilinçaltın da uyarıcı rol oynar. Psikanalist Carl Jung, kolektif bilinçaltının insanlığın ortak imgelerinden oluştuğunu söyler. İnsanlar evrensel imgelere sahiptir ona göre, aynı evrensel korkulara sahip olduğu gibi. Bir insanın hayat deneyiminden oluşmayan, öğrenilmiş de olmayan imgelerdir bunlar. Bunlar sayesinde insanlığın belleğine yazılı, yaşadığı kültüre dayalı sezgileri vardır her bireyin. Ama bunlar bireysel olarak edinilen deneyimlerden değil, insanlık sezgileriyle edinilmiştir. Tüm insanlığı kapsar, her çağın insanında ortak, hatta bağlayıcı unsur olarak mevcuttur. Şimdi romana geri dönersek, Başarır’ın örtük sözcüklerle ve karakter isimleriyle kolektif bilinçaltına nasıl göndermeler yaptığını daha net görmeye başlayabiliriz. Romandaki karakter isimlerinin hemen hepsi hicvin bir parçası olarak çift anlamlı ya da doğrudan çağrışımlı. Yeşilçam’dan romana düşmüş gibiler: yakışıklı aktör Tarık, Nebahat Abla, “Casusluk da amma bayat hikâye be, Kadir inanır ancak, ona da görürsem söylerim” ve daha niceleri doğrudan değilse de çağrıştırarak imgeler yaratıyor okurun zihninde. Aynı şey müteahhitlerin, avukatların, barmen ve garsonların isimleri için de geçerli. Yeni sözcükler ve deyimlerle oynuyor Başarır, erken saatte uykusu gelen genç kız “onbirella” oluyor örneğin. Bunun gibi çok hoş oyunlar var romanda, benim en hoşuma gidenlerden biri “Nasıl oluyor bu işler, bilmiyorum. Bildiğim şu ki, dünya mars olmuş. Ben de beraber.” Romanı öne çıkaran kesinlikle dili ama kurgunun da akıcılığını göz ardı etmemek gerek. Bir polisiye havasında gerilim yaratıyor. Eğlenceli ama bir o kadar da düşündürücü bir roman Sibop. n KItap 1519 Ocak 2017