26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

CARL EINSTEIN’DAN “BEBUQUIN” Hınzır mı hınzır bir metin “Bebuquin”, Carl Einstein’ın ilk ve son kitabı; onun ilk dışavurumcu, ilk antiroman ve bir “metaroman” olduğu iddia edilir. Dahası, “avantgarde akımın peygamberi” unvanını Einstein’a kazandırır. Kitaptaki mizahtan en fazla nasibini alan ise din ve Tanrı inancı. ELVAN KIVILCIM “Bir kopya istemiyorum, etki altında kalmak da istemiyorum, kendimi istiyorum. Ruhumdan çok özgün, eşsiz bir şey ortaya çıkmalı.” İşte bu sözlerle Bebuquin’in genç kahramanı şair Giorgio Bebuquin, liberal, Hıristiyan ve rasyonel dünyanın kendisine biçtiği kaderi, “aptallığın tekrarı”ndan başka bir şey olmadığı için reddeder ve farklı bir kader, yepyeni bir yaşam biçimi, “bir mucize” arayarak yaşadığı kentin altını üstüne getirmeye başlar. Söz konusu kent, yirminci yüzyılın başlarındaki Berlin’dir. Kafelerinde süregiden hararetli politik tartışmaları, asi sanatçıları, muhalif düşünürleri, Yahudi mahalleleri ve delişmen gece hayatıyla halen çokkültürlü, çok renkli ve capcanlı bir şehirdir Berlin. Fakat aynı zamanda, insanı sürekli dehşete düşüren, felce uğratan, yeni teknolojilerle zamanı ve mekânı parçalayan bir metropoldür. Bebuquin de daha sonraki dönemlere ait romanlarda sıkça göreceğimiz ve peşine düştüğü bir kişi, gizem ya da amaç uğruna gece gündüz ama özellikle geceleri büyük kentlerde dolaşan ve o esnada modern yaşamın çılgınlığına tanıklık eden tüm erkek karakterler gibidir. Varoluşsal mucize arayışı ana kahramanımızı, “Ucuz Eğlenceler Müzesi” bir genelevden, oyuncu, ressam, filozof ve işçilerin gelip gittiği bir bara, dev bir sirkten, çeşitli mesihler ve Budist bir rahiple karşılaşacağı bir manastıra ve sonunda kentin kıyısındaki bir mezarlığa dek götürür. “REN NEHRİ’NİN YANLIŞ TARAFINDA...” Kent köşe bucak gezilir de eksantrik refakatçiler ve olağanüstü karşılaşmalar eksik kalır mı? Genç “heveskâr”ımızın refakatçileri de “Delikanlı, siz gidip uygulamalı bilimlerle uğraşsanıza” diye çıkışan yaşayan ölü Böhm ve kadına yönelik kadim ikiliğin cisim bulmuş hali, fahişeanne Bayan Euphemia’dır; karşılaştığı tuhaf kişiliklerden bazıları da fırsatçı ressam Heinrich Lippenknabe, Platoncu filozof Ehmke Laurenz ve aktris Fredegonde Perlenblick gibi karakterlerdir. Çıktığı bu yolculukta Bebuquin, babalarının kuşağına ait muhafazakâr dünya görüşünü ve gelenekleri reddeden ve yeni insanı yaratmaya girişen dönemin Alman gençlerinin tipik bir örneği gibidir. Ancak önemli bir farkla: o günlerde, Almanya’daki genç kuşağı etkisi altına almaya başlayan milliyetçi düşünceye ve hissiyata yüz vermez. Hatta Alman milliyetçilerinin baş tacı ettiği Nietzsche ve Goethe’yle bayağı dalga geçer. Ne de olsa Bebuquin’in yazarı, sanat tarihçisi ve eleştirmeni Carl Einstein, bir anarşist aktivist ve komünizm sempatizanıdır. Yahudi bir ailenin oğlu olarak 1885’te, Almanya’nın Neuwied kentinde dünyaya gelen Einstein, doğduğu bölgeyle ilgili, “Ren Nehri’nin yanlış tarafındaydı” der. Bu kısacık cümleyle taşra yaşamının ona hissettirdiği tüm iç sıkıntısını özetleyen Einstein, çocukluğunda detektif romanları, Karl May’in kovboy ve Kızılderili hikâyelerini ve Rimbaud okuyarak öğretmenlerinin cehaletini telafi etmeye çalıştığını anlatır. Sonunda, daha on beş yaşındayken Berlin’e, felsefe ve sanat tarihi okumaya gider. Burada kent yaşamıyla ilgili çalışmalar da yapan Georg Simmel’in derslerine devam ederken bir Paris seyahatine çıkar ve orada Pablo Picasso, sonradan yakın dost olacağı Georges Braque ve Juan Gris’le tanışır (Bebuquin’in, kübist sanat akımının edebiyattaki karşılığı olduğunu savunanlar da vardır). Öte yandan, yine o yıllarda dışavurumcu efsanevi Die Aktion dergisinde yazıları yayınlanır. Zaten Bebuquin de ilk olarak 1912’de Die Aktion dergisinde tefrika edilmiştir. Carl Einstein, bir anarşist aktivist ve komünizm sempatizanıydı. Yazar, yaşamını anlatırken romana da damgasını vuran şakacı zekâsıyla “Yirmi yaşındaydım ve edebiyata bulaşmıştım” diye kestirip atsa da aslında bir “olayroman”dır Bebuquin: Carl Einstein’ın ilk ve son romanıdır; ilk dışavurumcu romandır; ilk antiroman ve bir “metaroman” olduğu iddia edilir. Dahası, “avantgarde akımın peygamberi” unvanını Einstein’a kazandırmış bir metindir. Sayfa sayısı itibariyle yazarı gibi alçakgönüllü, o sayfalarda girişilen varoluşsal, estetik ve edebi proje itibariyle son derece cüretkârdır. “Dünya düşünmek için bir araçtır, bilmek için değil” gibisinden yaşama, ölüme, sanata ve felsefeye dair aforizma tadındaki cümlelerle doludur. Romandaki şiirler, dokunaklı olduğu kadar iğneleyici ve gülünçtür de: “Zaten insan çoğu zaman heveskârlara özgü bir dehşetle donup kalır/ Pelüş kanepede geçirilen bir kalp kriziyle son bulur her şey/ Karşısında da/ boynunda kırmızı papyonuyla/ bir mops durur”. Her şeyden öte, baştan sona ince bir mizahla örülü, hınzır mı hınzır bir metindir Bebuquin. Bu mizahtan en fazla nasibini alan da din ve Tanrı inancıdır. Haftalarca odasında oturup odanın bir köşesinin kendiliğinden canlanmasını bekleyen başkahramanımız, “Bu da mümkün olmalı, tıpkı eskiden insanların, dünyayı yoktan var eden bir Tanrıya inanmaları gibi” der. Bir başka yerde ise Tanrı’ya inanmayı sürdüren Euphemia’ya, “Ayrıca, sırf sen bir uzaylıya inanıyorsun diye de ölemem ben” diye isyan eder. Bebuquin’de, “dünya bizim için kendisini dönüştürmek zorunda” diyen Einstein, bu dönüşümü gerçekleştirmek için dünyayı kavrama ve temsil etme biçimlerimizi değiştirmemiz gerektiğini savunur. İNSANIN “DELİLİĞİ” Einstein’ın 1915’te yayımlanan Negerplastik çalışması da sanat tarihi ve eleştirisi alanında benzeri bir işe soyunmuştur. Afrika heykellerini, “Afrika sanatı”, yani estetik form ve anlatım olarak inceleyen ilk çalışmalardan biri, aynı zamanda sıkı bir sömürgecilik ve Batı sanatı eleştirisidir. Bebuquin’de de perspektif bir kenara bırakıldığında sanatın ne denli güçlü olduğundan ya da simetrinin tıpkı Platonik İdealar gibi bizi çıkmaz sokaklara sürüklediğinden dem vurur yazar. Fakat dünyayı değiştirmek için bunlarla da yetinmez Einstein. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Belçika’daki Spartakist ayaklanmada yer alır ve İspanya İç Savaşı’nda devrimci ve anarşist cephelerde savaşır. Bebuquin, “sadece ölüler ölür; kişi genç ve güçlüyken ölüyorsa belki de bir başkası için ölüyordur” demiştir zaten. Dahası, Einstein bu romanda, Almanya’yı ve dünyayı yakıp yıkacak faşizm cinnetini çok önceden haber verir gibidir. Kentte kutlanan bir karnaval sırasında toplu cinnet öyle bir noktaya gelir ki insanlar, birbirini öldürmeye, bununla da yetinmeyip ölüleri bile aşağılamaya başlar. Sirkteki izleyicileri saran toplu cinnet ise sirkin çökmesi ve hemen ardından Auschwitz’i akla getiren bir sahneyle son bulur: “Felç kenti ele geçirmişti/ Öğlen üzeri çok sayıda vagon sirkin önünde durdu/ Huzur dolu gün ışığı altında ölüler tasnif edildi/ Arkasından deliler vagonlara bindirildi.” Einstein, iki dünya savaşı arasındaki dönemde sağcıların hedefi haline geldiğinden 1928’de Hitler’in iktidara gelişinden beş yıl önce Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşir. Fakat bütün Avrupa’yı ele geçirmeye başlayan faşist cinnet onu 1940’ta Paris’te yakalar. Önce Fransızlarca tutuklanıp diğer Alman göçmenlerle birlikte bir toplama kampına yerleştirilir. Alman ordusunun hızlı ilerleyişi nedeniyle ülkede başgösteren kaos ortamında kamptan salıverilince o da Nazilerden kaçmak için tıpkı Walter Benjamin gibi Pireneler üzerinden İspanya’ya geçmeye çalışır. Ancak yine Benjamin gibi sınırı geçemez ve Nazilerin eline düşmektense intihar eder. Einstein’ın bu seçimini doğru anlamak için fiziksel ve sembolik ölüm arasındaki farkın ve yaşayan ölülerin ıstırabının sıklıkla dile getirildiği Bebuquin’e tekrar kulak vermek gerek belki de: “İnsan, kendi ölümünü sahiplenip gerçekleştirecek kadar deli olabilmeli.” n Bebuquin/ Carl Einstein/ Çeviren: Elvan Kıvılcım/ Encore Yayınları/ 112 s. 22 17 Mart 2016 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear