22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

küçük İSKENDER’DEN “WALİZ BİR” vedat arık Doğaya akan bir hayat “Waliz Bir” günlüklerini okumaya başladığımızda küçük İskender’in hayatını ya da içinde bulunduğumuz dünyanın gerçeklerini farklı açılardan görmeye başlıyoruz. Öncelikle yatağını, sonra yaşadığı odayı, evini, içinde bulunduğu toplumu ve insanları büyük bir içtenlik ve öfkeyle resmediyor küçük İskender. özkan alİ bozdemİr ozkanalibozdemir@hotmail.com 15 Kasım 1959 gecesi Kansas’ta yaşanan ve bir çiftçi aile ile iki çocuğunun ölümüyle sonlanan katliamın sebebini tüm ayrıntılarıyla öğrenmek ve bu konuda bir makale yazmak üzere yakın bir arkadaşıyla birlikte oraya giden Truman Capote, yerel halkla ve katliamı gerçekleştiren iki adamla yaptığı konuşmalar sonrasında bu olayı haber yapmaktan vazgeçer ve bir roman yazmaya koyulur. Sebepsizce gerçekleşen bu eylemin altında neler olduğunu detaylarıyla üstelik birinci ağızdan öğrenen Capote, adına daha sonra “nonfiction” denilecek bir türde yazdığı “In Cold Blood (Soğukkanlılıkla)” adlı bu romanıyla gerçek ile kurgu arasındaki ince çizgiyi tamamen silerek yepyeni bir eser, bir belgeselroman ortaya koyar böylelikle. KİŞİSEL BİR BELGE Dünya edebiyatında eşine az rastlanan bu çalışma, gerçek hayat ile kurmaca arasındaki yakın ilişkiyi tüm hatlarıyla ortaya çıkarması ve gerçeğin mi yoksa kurgunun mu daha acımasız olabileceğini göstermesi bakımından iyi bir örnek. Geçenlerde yayımlanan Waliz Bir adlı kitabında küçük İskender de bu düşünce etrafında dolanıyor; yaşadıklarını ve gördüklerini tamamen gerçek kişi ve olaylara dayanarak anlatmaktan sakınmıyor. Waliz Bir ile Soğukkanlıklıkla romanı arasında bu açıdan güçlü bağlar var ancak küçük İskender tamamen kendi hikâye ve deneyimlerini yazarak aynı zamanda kişisel bir belge sunuyor okuruna. Üstelik Waliz Bir’deki yazılar bir günlük bütünlüğünde ortaya konduğu için gerçeğin sarsıcı gücü daha net bir biçimde hissediliyor. Bu ilişkiyi biraz daha netleştirmek için Kansas Katliamı’nı ve temelde Soğukkanlılıkla romanının yazılış sürecini anlatan Capote adlı sinema filmini de burada hatırlamak gerek. Filmin önemli bir sahnesinde Capote’nin yakın arkadaşı ona, katil Perry Smith’i sevip sevmediğini sorar ve yazardan ilginç bir cevap alır: “Biz onunla sanki aynı evde büyüdük. Ben evin ön kapısından çıktım, o ise arka kapısından.” Waliz Bir’de küçük İskender de bu alıntıyı yapıyor ve ev imgesi üzerinden farklı bir konuya dikkat çekiyor. Buradaki ev sözcüğünü genel anlamıyla toplum, ülke veya evrenle ilişkilendirmek mümkün. Tüm insanların aynı evde doğduğu fikrinden hareketle mutsuzluğun, hüznün, vahşetin, anlamsızlığın ve yabancılaşmanın ortak bir kanalda ilerlediğini ifade ediyor küçük İskender ve suçsuz bir kimse ile azılı bir caninin temelde aynı noktada durduğunu ve sadece yaşam karşısındaki tutumlarının gidecekleri yolu belirlediği sonucunu çıkarıyor. Şöyle diyor bir günlüğünde: “Sanatçı ve yaşadığı toplum aynı evde büyümüştür ve herkes bulduğu ilk delikten, açıktan, çatlaktan, bacadan dışarı çıkmıştır. Dışarı çıkamayanlar ise tıpkı rahimde ölüp anneyi zehirleyen bebek gibi bulunduğu coğrafyaya öfke kusarlar, çevrelerine olumsuzdurlar ve daha da kötüsü kendilerini de sevmeyi beceremezler.” Waliz Bir günlüklerini okumaya başladığımızda küçük İskender’in hayatını ya da içinde bulunduğumuz dünyanın gerçeklerini farklı açılardan görmeye başlıyoruz. Öncelikle yatağını, sonra yaşadığı odayı, evini, içinde bulunduğu toplumu ve insanları büyük bir içtenlik ve öfkeyle resmediyor küçük İskender. Özel hayatının parçalarını birer birer ifşa edip okuru da içinde bulunduğu çukura doğru hızla sürüklemeyi başarıyor ve yaşadığı ilişkileri, pişmanlıklarını, kaygılarını, yalnızlığını dile getirerek kabuğunda yaşayan bir canlı olmanın zorluklarını da göstermiş oluyor böylelikle. Bu açıdan bakıldığında kitapta yer alan günlük lerin belge olma özelliği biraz daha öne çıkıyor ve yazar hakkında öğrenilmek istenen hemen her şeyin burada gizlendiği ya da açığa çıktığı anlaşılıyor. Waliz Bir’in belki de en önemli özelliği yazarı hakkında fazlaca bilgi vermesi ve küçük İskender’in yaşamını bütün çıplaklığıyla görebilmek için çok doğru bir kaynak olması. Belki de ileride küçük İskender için hazırlanacak bir belgesel ya da sinema filminin malzemelerini bu “valiz”in içinde bulmak mümkün. YAŞAMIN İÇİNDEN küçük İskender’in yaşamını biraz daha aralamak ve anlamak için kitabın neredeyse bütününde göze çarpan ve yazarın özellikle böcek dememeyi tercih ettiği karafatmaları da burada hatırlatmakta fayda var elbette. Karafatmaların yaşamında ne kadar büyük bir yer kapladığını büyük bir içtenlikle anlatan küçük İskender, 13 Şubat 2016 tarihli günlüğünü şu cümleyle açıyor örneğin: “Yılın ilk karafatmasını saat 01.45 itibarıyla yakaladım.” Sonraki günlüklerinde de karafatmaların bütün evi nasıl işgal ettiğini, yatağına hatta bedenine kadar sokulduklarını anlatıyor. 24 Ağustos 2016 tarihli günlükte şöyle diyor: “Geçen hafta salonda öldürmek için peşine düştüğüm karafatma sinsice dolanıp ani bir hareketle ‘çıplak’ göğsüme, oradan da yüzüme tırmanma girişiminde bulundu. Büyük olasılık, kin, intikam ve saldırı.” Tabii burada Kafka’nın Gregor Samsa üzerinden kurduğu alegoriden ya da William S. Burroughs’un halisünasyonlar sonucunda gördüğü yapışkan ve korkunç böceklerden farklı bir gerçeklik var. Edebi bir lezzetin peşinde koşmadan var olan bir gerçekliği, yani yaşamın içinden bir ayrıntıyı ifade ediyor küçük İskender. Burroughs da her ne kadar gerçekleri ve gördüklerini >>yazan biri olsa da küçük İskender’in anlattığı dünyanın sahiciliği elbette daha çarpıcı. Belki de William S. Burroughs’un kabusların 16 1 Aralık 2016 KItap
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear