Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Fethi Naci’nin romancıları Fethi Naci bir okuldu, tıpkı Nurullah Ataç, Memet Fuat, Melih Cevdet, Cemal Süreya, Akşit Göktürk, Nermi Uygur, Vedat Günyol, Sabahattin Eyuboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Cevdet Kudret, Azra Erhat, Asım Bezirci, Rauf Mutluay, Füsun Akatlı vb. nicelerinin okul oluşuna benzer biçimde… ethi Naci’yi 23 Temmuz 2008’de yitirmiştik. O öldükten sonra doğan bebeler artık okullu oldu. Gün günden uzaklaşırken bu tarihten, daha mı ırağına düşüyoruz onun, yoksa daha mı yaklaşıyoruz yanına? Yıllar önce “Fethi Naci Öldü mü?” başlığıyla yazmıştım “Kitaplar Adası”nda… (8.6.2006) “Ulan, Fethi Naci Öldü mü be?” dercesine, dayısından devraldığı küfürbazlığına nazire olsun diye. Böylesi göndermeyle yazmaya kalksam, şöyle bir başlık mı atmam gerekecek şimdi: “Fethi Naci’siz yaşanır mı ulan yazının şu yabanında?” Tuhaf bir çağdayız, besbelli… Değerbilirliğin esamisinin okunmadığı, minnet duygusunun yüreklere yanaştırılmadığı, herkeslerin kendine yontarak Rabbena hep bana dediği devirlerde değil miyiz? Madem öyle, vur öyleyse Fethi Naci’ye diyeceğiz demek ki… Oysa o Fethi Naci, yazılarında değil yalnız, konuşmalarında bile kimi yazarlar veya yapıtlar karşısında takınılan suskunluğa bakarak, bunların aslında dizgeli bir “sessizlikle karşılama” tavrı olduğundan söz ederdi hep, hem de sıklıkla… Fransızların kullandığı deyişle birlikte… Ne günlere kaldık. Meğer bunu, şimdilerde Fethi Naci için de kullanacakmışız, inanılır gibi değil… Peki, bu, olası mı? Geçmişte yazınımızda kendilerine bir biçimde yer açan; adları, yapıtları üzerinde durup tanınmalarında aracılık yapan, bütün bunları aşar boyutta sevgisini paylaşan bu adama karşı yazarlar ne yapıyor günümüzde? Döneminde duydukları minnet, Fethi Naci’nin kendilerinden söz edişi nedeniyle ortalıkta gururla dolaştıkları günler sona mı erdi? Fethi Naci bir okuldu, tıpkı Nurullah Ataç, Memet Fuat, Melih Cevdet, Cemal Süreya, Akşit Göktürk, Nermi Uygur, Vedat Günyol, Sabahattin Eyuboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Cevdet Kudret, Azra Erhat, Asım Bezirci Rauf Mutluay, Füsun Akatlı vb. nicelerinin okul oluşuna benzer biçimde… Ama bu okullarda okursunuz ya da bunlara sırt dönersiniz, dersleri geçersiniz veya boş verirsiniz, sizin bileceğiniz iş, kim ne diyebilir? Siz, onun romanımızdaki yetkeliğinin sona erdiğini mi düşünüyorsunuz yoksa? ROMANCILIĞIMIZDA BİR DORUK YETKE… Yazdıklarına bakılarak Fethi Naci’nin bu romanları neden seçtiği ya da okumadıklarından kalkılarak bunlara neden C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I F E T H İ N A C İ Z A M A N I F uzanmadığı sorgulanabilir elbette… Ne ki, üzerine kalem oynattığı romanlar ortada durduğuna göre, bir söz edilecekse eğer, romanlarla bunlara değgin yazılanları karşılaştırmanın daha doğru olacağı ortada değil mi? Hulki Aktunç, bir söyleşisinde, biraz da hayıflanarak, onun, kendi öykülerinden hiç söz etmediğine değinmişti. Bütün öteki eleştirmenler gibi Fethi Naci her yazarı, verimlerini tanımak, okumak zorunda değil elbette. Bu yönde bir ön kabulle yola çıkmak olanaksız o halde. Bu çerçevede Fethi Naci’nin de kimi yazarlarla kitapları atlayıp bunları gözden kaçırdığı, unuttuğu, okuma fırsatı bulamadığı, hatta zaman ayıramadığı gibi pek çok gerekçe sıralanabilir. Bu yazıyı kaleme alırken ben, bir “Google Alert” düştü epostama (3.7.2014) Nadir Kitap, Fethi Naci’ye imzaladığım Uykusu Sakız’ı (Can, 2001) satışa çıkarmış… Onun bana imzaladıkları kitaplığımdaki değerli yerini koruyacak elbette. Hani ileride sahafa inerse, olur a, bilinsin isterim şimdiden, adresim temelli değişmiştir o zaman, tıpkı Fethi Naci gibi. Ama ilginç olan bu değil, satışa çıkarılan kitabın “kondisyon”unun “çok iyi” durumda oluşu… Neden ilginç bu? Okuduğu her kitabı eskittiğini bildiğim Fethi Naci’nin, benim öykülerimi okumadığı apaçık ortaya çıkıyor da ondan… Okumaz okumaz, n’olmuş, bu kendi payıma, onun her satırını okumama da, her 23 Temmuz’da onu anmama, onun üzerine kalem oynatmama da engel değil tabii! Öyle ya herhangi yazar, söz konusu eleştirmen, kitabını okumadı diye ona gönül koyabilir mi? Böyle bir hışırlık hakkından söz edilebilir mi yazarın? Bu nedenle bir yazar, Fethi Naci’nin, kendisiyle ilgili yazdıklarını dikkate almak kadar bir biçimde beğenip öne çıkardığı ya da beğenmediği, hatta söylendiği yazarlarla yapıtları üzerine yazdıklarını da dikkate almak zorunda. Değerlendirmelerine bakacağız eleştirmenin. Var mı bir diyeceğimiz, önemli olan bu! Örneğin romanlar üzerine söyledikleri ortada. Bu çerçevede onun romancılığımıza birer armağan olarak alınabilecek iki yapıtı duruyor önümüzde: Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981), Yüzyılın 100 Türk Romanı (1999). Gerçekten de onu bir “eleştirmen” bağlamında değerlendirirken kendisini romancılığımızın bir yetkesi olarak almaktan başka yol göremiyorum doğrusu. Nitekim On Türk Romanı’ndan (1971) başlayıp bunu yaklaşık otuz yıl gibi bir sürede 1 2 7 4 Yüzyılın 100 Türk Romanı’na yükseltirken Fethi Naci, aynı şekilde 40 Yılda 40 Roman (1994), 50 Türk Romanı (1997), 60 Türk Romanı (1998) uğraklarını da gözden uzak tutmamak gerekiyor. Romancılığımızda yarım yüzyıla varan eleştiri emeğinin somut adımları bunlar… Üstelik Fethi Naci, yazarları dönemlere göre alırken akan yıllarla birlikte bakış, yaklaşım değişikliği de yansıtıyor. Diyeceğim, bellediğini yineleyen, aynı sözleri sakız yapıp çiğneyen konum sergiliyor değil yaşamının hiçbir evresinde o. Sözgelimi yıllar içinde beğendiği romancı adlarıyla bunların sayısının değiştiği gözleniyor hep. İyi de üzerinde durduğu, yapıtlarına yönelik tartışmalar açarak gündeme taşıdığı romancıların bunu bilmemesi olası mı? Hadi, yazarların bir bölümü, kendi romanlarına uzanmadığı için Fethi Naci’ye görece uzak duruyor diyelim, iyi de adlarını, romanlarını yazın kamuoyuyla buluşturduğu yazarlar nasıl bir tutum sergiliyor dersiniz? Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, bir romanını Fethi Naci’ye sunmuş olması çok anlamlı geliyor bana. FETHİ NACİ AHLAKSALLIĞI… Fethi Naci, açık bir ahlaksallık olarak durdu önümüzde hep. Diyeceğini yekten söyleyen, ikircimsiz bir eleştirmendi o… Bu çerçevede önümüzdeki birkaç hafta boyunca, onun adları, romanları üzerinde durduğu, gündeme taşıdığı, bu doğrultuda yazınımızda tartışmalar açtığı üç yazarla bunların son romanları üzerinde bir çeşitleme yaparak konuyu sürdüreceğim… Anımsanırsa eğer ya da “Eleştiri Günlükleri”ne veya yukarıda andığım roman yazılarından oluşan yapıtlarına göz atılırsa Fethi Naci’nin, 1980’lerde Mehmet Eroğlu ile romanlarına yer açtığı, on yıl sonra 1990’larda Hasan Ali Toptaş’ı, onun değerini vurguladığı görülüyor. Bir on yıl daha geçiyor, 2000 başlarında bu kez Yiğit Bener üzerinde duruyor. Onar yıllık üç farklı dilimden yansıyan üç romancı… Bir açıdan yazınımızın son otuz 17 yılına kabaca da olsa göz atma fırsatı veren birer örnekçe bağlamında alınabilir bunlar. Ancak hemen belirteyim ki, andığım bu üç yazar da üretimlerini sürdüren, ötesinde romanımızda özgün konum sergileyen bir yere sahipler… Kendi payıma ben, Fethi Naci’nin bu üç yazarla romanlarına değinen yazılarını, söz konusu romanlarla karşılaştırmaya girişmek yerine Eroğlu, Toptaş, Bener üçlüsünün onun ölümü sonrasında verimlediği romanlarına yer açmak düşüncesindeyim. Böylece bir yandan Fethi Naci ahlaksallığına vurgu yapmış olayım, öte yandan onun bu yazarlara yer açarken, bizi, nasıl da göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik paydasında buluşturduğunu göstereyim istiyorum… Hasan Ali Toptaş’ın bütün romanları üzerinde durabilmiştim zaten. Bu kez yalnızca son romanı Heba’yı (İletişim, 2013) alacağım. Bir iki satırla Kusma Kulübü’ne (Agora, Dördüncü basım, 2005) değinmenin ötesinde Mehmet Eroğlu romanlarına yer açabilmiş değilim bugüne dek, ama önümüzdeki hafta, onun “Fay Kırığı” üçlemesiyle başlayacağım sözünü ettiğim bu mini diziye: Mehmet (Agora, 2009), Emine (Agora, 2011), Rojin (İletişim, 2013)… Fethi Naci’nin “Eleştiri Günlüğü”nde sözünü ettiği Yiğit Bener’in Eksik Taşlar’ı (2001) üzerinde ben de durmuştum geçmişte Adam Sanat’ta. Bunların dışında iki romanı daha var bildiğimce yazarın: Kırılma Noktası (2004), Heyulanın Dönüşü (2011). Can Yayınları basımı iki romanına yer açacağım bu kez Bener’in. Çünkü şunca yıl sonra ancak ulaştı kitaplar elime. Yiğit, “iktidarsız yazılar”ından oluşan Kusursuz Gezinti (Can, 2014) başlıklı deneme kitabını da imzalamış bu arada. Ama biliyorsunuz, bankalar para veriyor da kitap vermiyor. Hoş öteki yayınevleri farklı mı? Neredeyse her gün yayımladıkları kitaplarla ilgili destan gibi bülten gönderiyorlar da kitap yollamak akıllarından geçmiyor. Yanılıp yunulup, kem küm kitap isteyecek oldum bir iki, “Bundan sonra mı, tövbe!” dedim ardından, Fethi Nacice… Çalışma masama levha astım: “Babam sağ olsun!” Doğrusu başım rahat artık… SİZİ LEYLEKLER Mİ GETİRDİ YAZINIMIZA?… Mehmet Eroğlu, “Fay Kırığı” üçlemesinin tümünde, Hasan Ali Toptaş da Heba’da vicdan, minnet duygusu vb. sorunsalları da deşiyor iyiden iyiye. Yiğit Bener’in de romanlarında gezindiği temel izlekler, kavramlar arasında bunlar… Bir biçimde Fethi Naci ahlaksallığının süregittiği düşünülebilir bu verilere bakılarak. Ya bizler? Çocuklar sorardı eskiden, “Anne ben nereden geldim?” diye, anne kuşlar da ciklerdi bebelerine: “Seni leylekler getirdi yavrum…” Ah, sevgili yazarlar, çocukluk dönemini aştıysanız eğer, leyleklerce getirilmediğinizi de öğrenmişsinizdir herhalde, değil mi? Böyle olunca hiç mi borçluluk duymazsınız peki Fethi Naci’ye, yukarıda andığım, anamadığım nice ada karşı? Yerinizde sağ olun öyleyse, ne diyeyim… Oysa o aramızdan ayrıldıktan sonra dünyaya gelen çocuklar, çoktan öğrendi kendilerini leyleklerin getirmediğini… Vay benim güzel ağabeyim, bulamadık belki henüz sana uygun bir yer, ama, aramayı sürdürüyoruz biz yine de… Kuşkun olmasın, bir gün bulacağız, evet, yazınımızda Fethi Naci, bir “yetke” olmayı sürdürecek hep! n 2014 n S A Y F A 19 T E M M U Z