Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cüneyt Ayral’dan “Kambur” ‘Henüz sesim tam olarak duyulmadı’ Cüneyt Ayral son kitabı “Kambur”’la, bir “ başkaldırı biçimi” olarak tanımladığı şairlikte kırk yılını doldurdu. Ama bu kez yumuşak bir üslupla aşk şiirleri yazmış. Hem tensel hem duygusal aşk üzerine dizeler yer alıyor “Kambur”da. Ayral’la yeni kitabı ve şiirleri üzerine söyleştik. r Nedim GÜRSEL yucuyla buluşurken çok daha sakinim; neyin, ne olduğunun ayrımındayım, o nedenle şiirdeki başkaldırım daha çok bir “söyleme” dönüştü, başkaldırının içinde barındırdığı hırstan çok insan odaklı bir sevgi ile başkaldırmayı yeğlediğim bir zaman ayrımında olduğumu söyleyebilirim. mi değil mi? Çok yerde, çok kere söylemiş olduğum gibi şiir benim için bir yaşama biçimi. Özünde “anarşist” ruhlu olduğum için söylediğine katılabilirim ancak Başkaldırma şiir kitabımı 1974’te yayınladığım zaman, henüz yirmi yaşında genç bir adamdım, yaşıma rağmen başımdan pek çok sıkıntı geçmişti, korkularım vardı. O yıllarda “korkunun” insanın kendisi tarafından yaratıldığının bilincinde değildim, “korkusuzluğu” tanımıyordum henüz. Sevgilimin elden gitmesine mi, yoksa siyasi iktidarların özgürlüğümü kısıtlamasına mı, çalıştığım devlet kurumunun sigorta primlerimi yatırmamış olmasına mı başkaldırıyordum? Yani duygularım karmakarışıktı, neyin ne olduğunu anlayabilmem için daha çok yol yürümem gerektiğini bilmediğim yıllarda yayınlandı o kitap. Bugün, Kambur oku N eye başkaldırıyordum diyorsun Kambur’un özsözünde. Şiir, özünde bir başkaldırı biçi “GERİYE BAKMAKTANSA İLERİYE BAKMAYI YEĞLİYORUM” İçinde taşıdığın, mutlaka zinhinden kopması, kendi özerkliğine kavuşması gereken bir nesne olarak görüyorsun şiiri. Biraz açar mısın. Acıktığın zaman yemek yiyorsun, kızdığın zaman bağırıp çağırıyorsun ya da üzülüp ağlıyorsun. Bunlar insanın yaşama biçimi. Şiir de benim yaşama biçimim olduğuna göre, ben de yazıp benden kopmasını istiyorum, yani bir çığlık ise ya da yakarma ise duyulmasını... Edebiyat ve gazetecilikte kırk yılı geride bıraktın. 40’lara karışmadan önce, dönüp geriye baktığında, ne söyleyebilirsin? Edebiytta 40’ıncı yılımı 2009’da, İstanbul’da bir şiirfotoğraf sergisiyle (Gültekin Çizgen’in fotografları, benim İstanbul Şarkıları şiirlerimle) kutlamıştık, yani bugün artık 45 yıl olmuş. Gazetecilikte ise sanıyorum 47 yıl bitmiştir. Benden çok uzakta olan arşivime bakmam lazım ilk haberimin yayımlandığı güne. Gazetecilikte yaptığım en önemli iş Kostantıniyye Haberleri Gazetesi’ni beş yıl süreyle yayımlamış olmam. Bu gazeteye senin de katkıların oldu. Şimdi hayatta olmayan pek çok usta yazarımız, edebiyatçımız bu gazeteye katkı sundu. İstanbul için yapılmış çok önemli ortak bir işe öncü olduğuma inanıyorum. Edebiyatta ise şimdiye kaCüneyt Ayral “şiir bizim geleneksel sanatımız, içimde var ve içimden dar Kambur dahil on sekiz taştığında yazıyorum, yoksa başına oturup romana ya da başka bir kitabım yayımlandı, henüz konuya çalışır gibi çalışmıyorum şiir için” diyor. 8 n 8 M A Y I S 2 0 1 4 sesim tam olarak duyulmadı. Okuyucuyla yeteri kadar buluşamadığımı düşünüyorum, elbette bunda kitap satmakla limon satmak arasında pek bir fark kalmamasının etkisi büyük. Edebiyat dergilerinin satış rakamları ortada, Türkiye’de sizi yerden yere vuracak eleştirmen sayısı da belli. Ayrıca bu siyasi ortamda insanların roman ya da şiir okuyacak pek keyifleri de yok açıkçası. Önümde yazarak geçireceğim 1015 yıl olduğunu düşünüyorum, yani geriye bakmaktansa ileriye bakmayı yeğlediğimi söyleyebilirim. İstanbul Şarkıları Kitabı’ndan farklı bir dili var Kambur’un. Bu yeni dil, eskisine oranla yeni bir anlayışın habercisi mi? Hayır, yeni bir dilin habercisi değil! Çünkü benim şiirde kullanmakta olduğum üç ayrı dil var. Senin Kambur’da karşılaştığın dilin tıpkısını Mürekkep Kâat ve Sen kitabımda da bulabilirsin. İstanbul Şarkıları Kitabı başlıbaşına bir denemedir, aynı denemeyi Paris için yapmak istediğimi daha birkaç gün önce sevgilime, İklil’e söylüyordum yollarda yürürken. Bir de siyasi içerikli şiirlerimde kullandığım bir “anlatı” dili var. Şiirimde çok derin ve ayrıştırıcı anlayış değişiklikleri olacağını sanmıyorum, olursa eğer yaşama biçimim değişiyor demektir. Kambur’da kısa şiirler var, önceden anlatı unsurları da taşıyan şiirler yazdığını anımsıyorum. Bir yoğunlaşma, öze yöneliş arzusu mu şiirlerini kısalttı? Benim şiirlerim genellikle kısa ve yoğun. Lâfı uzatmayı sevmediğimi romanlarımdan da anlarsın zaten. Şiirlerimde genel olarak çok anlamlı kırık dizeler kullanarak okurla duygu birliğini kurmayı, benden, yazdıklarımdan etkileneceğini düşündüğüm okurun, aynı dizelerden kendine göre bambaşka bir anlam çıkartabilmesini ve kendi yaşama biçimine uyarlamasını beklerim. Senin “anlatı” dediğin, yine İstanbul Şarkıları Kitabı’dır ki bu apayrı bir deneme. Buna benzer biraç tekil şiirim de yok değil ama bunlar belirleyici olamaz... “SEVGİMİ DOKUNARAK GÖSTERENLERDENİM” Yeni kitabının genel izleği aşk. Duygular daha çok öne çıkmış gibi erotizm biraz daha geride duruyor. Neden? Benim şiirimin genel izleği zaten kadın ve aşk. Çünkü beni var edenin aşklar olduğuna inanırım hep, yaşamımdaki belirleyici özelliği çok derinlemesinedir. Romanlarımda erotizmi yer yer “porno” seviyesinde kullanıyorum ve bundan apayrı bir tat alıyorum, söylenmekten çekinilenleri söylemeyi “çok” seviyorum. Şiir de ise bir “dokunulmazlık” duygusu beni hep sarmalamıştır. Şiire zarar(!) gelmemesi için belki de. küçük İskender’in sert şiirlerini dinlerken (özellikle kendisinden dinlerken) hoşuma gidiyor, ustam İlhan Berk’in erotizmi beni çok heyecanlandırmıştır, etkilemiştir, denemeler yapmama neden olmuştur ama ben gündelik yaşamımda “dokunarak” sevgisini gösterenlerden olduğum için belki de, daha “azgın” şiirleri şimdilik yazmadım. Ama baştan beri dediğim gibi yaşama biçimi bu, yarın ne gelir belli olmaz... Romanın egemen olduğu bir ortamda, şiirde direnmek, şiir yazmayı sürdürmek ne anlam taşıyor? Roman da yazıyorum, hele yazmakta olduğum romanı okuyunca seveceğini umuyorum. Şiir bizim geleneksel sanatımız, içimde var ve içimden taştığında yazıyorum, yoksa başına oturup romana ya da başka bir konuya çalışır gibi çalışmıyorum şiir için. Şiir önce taşıyor, sonra kenarda bir süre dinleniyor ve ardından kendisine gelmeye başlıyor, bitiyor. Roman ya da yazmakta olduğum yemek kitapları öyle değil, onlar için mesai harcıyorum. Şiir yazmayı sürdürmek değil benimkisi, şiir ile birlite yaşamak ya da şiir gibi yaşamak. Bu şiirlerde, çok az da olsa, Paris’e göndermeler var. Paris Notları’nin yazarı Cüneyt Ayral’a bu kentin, onu nasıl etkilediğini sormak istiyorum. Şimdilik dünyada Paris ve İzmir’in Karaburun nahiyesi yazıyı rahat yazabildiğim iki yer. Bir dönem Ankara’da, İstanbul’da, İngiltere’nin Weymouth şehrinde hatta Hong Kong’un hay huyunda bile şiir yazdım. Ancak ilk romanımı Paris’te yazabildim, bu nedenle 48 Rue de Turbigo’da yaşamış olduğum ev benim yazı yaşamımdaki belirleyicilerdendir, o evdeki yazma heyecanını, huzurunu bir de Karaburun’da bir arkadaşımın evinde hissediyorum. Paris, başlıbaşına “yazdıran” bir şehir. Şehri gezip dolaşırken binaların üzerine koyulmuş tabelalara dikkat edersen, ne kadar çok başka ülkenin yazarı gelip burada yaşamıştır, burada yazmıştır. Tılsımı olan bir şehir demek daha mı doğru? Benim Paris’le olan ilişkim neredeyse 35 yılı buluyor, hâlâ her sokağa çıktığımda heyecanlanabiliyorsam, her seferinde bir başka yenilik görebiliyorsam, bir farklılık ben de birkaç yeni cümlenin oluşmasına neden oluyorsa... Yazmayı sürdürdüğüm yeni bir kitap var, adını henüz koymadım ama, Paris Sokakları’nı yazıyorum, orada bu sorunun tam yanıtını bulacağını umuyorum... Hrant Dink’e adanmış şiir, kitaptaki diğer şiirlerden çok farklı. Güncel siyaseti irdelemişsin. Bu durum duygusal ve tensel aşk şiirlerine ne katıyor? Yüzbaşının Oğlu adlı son romanında arkadaşının annesi ile sevişirken bir yandan da televizyonda gördüğün başbakana amansızca saldırıyorsun. Bu sorunun cevabı bence senin son romanında gizli. n Kambur/ Cüneyt Ayral/ Oğlak Yayıncılık/ 72 s. K İ T A P S A Y I 1264 S A Y F A C U M H U R İ Y E T