Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA15 Ankara’nın öyküye armağanı Öykünün neredeyse kalesi Ankara! Öykü dergiciliğindeki ısrarlı tutumuyla, öykü atölyeleri, öykü işbirlikleriyle doğumlusu, yaşayanı Ankaralı öykücüleriyle, evrenlere veya karakter olarak öykülere sızan Ankara kentiyle ülkemizdeki öykü erkesi üretim merkezi bir bakıma… zcan Karabulut, öykücülüğümüzde benzerine ender rastlanacak tutumla bitmez tükenmez bir erkeyi sabırla yürütüp öykünün Ankara koluyla birlikte militan gibi yapacağını yaptı yine. Tuttu, “14 Şubat Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği” adıyla bir yazın/öykü örgütlenmesine yöneldi arkadaşlarıyla. Başta yazınbilimci, kuramcı, eylemci Aysu Erden, yazar, öykü örgütçüsü İnci Gürbüzatik olmak üzere… Ankara’nın bir kıyamet öykü seğmeni sonra… Say say bitmez bir nice çoklukta… Bir de yer edindiler mi kendilerine, hem de kalıcı biçimde… Bundan böyle öykü rüzgârı Ankara’dan eserse şaşmayın derim bu nedenle… Nitekim ellerinde büyük yanarcalar, köreleduran Ankara Öykü Günleri geleneğini bile mangalda nefes bekleyen köz gibi çabucak diriltiverdiler… Şu sıra 711 Mayıs tarihleri arasında yine bir Ankara Öykü Günleri etkinliği yaşanıyor kentte. Yazıyı birkaç ay öncesinden kaleme aldığım için bilmiyorum Ankara’da olabilecek miyim bu tarihlerde? Gelebilmişsem Orhan Kemal öykücülüğü üzerine konuşacağım, gelemiyorsam eğer, yüreğimle yanlarında olmaktan onların, kim alıkoyabilir beni? Orhan Kemal’in öyküleri, öykücülüğü üzerine kaleme aldığım onca yazının ardından söyleyecek söz de arıyor değilim zaten… Hele başkent, başkentliler baharın sevinç taşan şu günlerinde öykülerle soluyadururken… Öncelerden masama aldığım kadın öykücülerimizin de devamı bağlamında Ankaralı ya da Ankara yaşayanı kimi kadın öykücülerimize odaklanayım istiyorum şu birkaç hafta, Ankara’ya da bir selam olması dileğiyle… Şimdiye dek adlarından söz etsem de öykülerine yer açamadığım Bilge Öngöre’yi, Esra Odman’ı konuk alacağım ilkin… Bilge Öngöre’den Lamba (Çınar, 2003), Sis ve Sır (Heyamola, 2010); Esra Odman’dan Gölgesi Bedenim (Havuz, 2007), Göründüğü Gibi Değil (İlya, 2009), Boşluk (Bence Kitap, 2012)… BİLGE ÖNGÖRE: ÖYKÜ DEDİĞİN DİLDE SALINCAK… Bilge Öngöre, kitaplı yazarlığının yirminci yılını doldurmuş bir şair, öykücü. Daha başka kitapları da var Öngöre’nin. Ben andığım iki öykü kitabını okuyabildim ancak. On dört yaş üzeri gençler için kaleme aldığı S A Y F A 14 n 8 M A Y I S ö öyküler toplamı Zamanda Dalgalanma’ya da (Koza, 2011) göz atabilmiş değilim. Andığım iki kitabında hikâye anlatıcısı olarak öne çıkıyor Öngöre. Kitaplara dağılan öyküler ise, tam anlamıyla türdeşlik sergiliyor. İkinci kitabına aldığı başlık çerçevesinde öyküyü buğulayıp gizle bulandırarak sarmalamaya çabaladığı sezilebiliyor yazarın. Demek ki Bilge Öngöre, anlamlandırmaya sırt dönmese de anlatımcı bir öykü yazarı. Örtük bir romantizm eşliğinde, tatlı tatlı fısıldanan hikâye izlenimi bırakıyor anlatısı. Salt anlatılanla ortaya çıkan, artalan yoğunluğu ya da gerekli anlam ağları kurmak için özel çabaya girişmeyen, böylesi tutumlar yerine anlatıyı daha çok görünenle sınırlamaya girişen, yetinmeci bir öyküleme bu. Öykü kişilerinin geçmişine dönük yazar bakışı da dıştan anlatıma dayandığından bir zaaf algısı uyanabiliyor. O zaman yapılandırılmış değil yazarca biçimlendirilmiş çizgisel kişilikler baş gösteriyor karakterlerde. Ancak yazarın, kişileri için hiç mi hiç emek vermediği, bu yönde çaba harcamadığı düşünülmemeli. Çünkü yazar, birer anı ya da yaşantısal olguların anlatımı gibi görünen öykülerini, özel bir dil tadıyla biçimlendiriyor. Diyelim yaşantısal olguları, oluntuları, anıları öykü gereci yapıyor değil mi, dönüştürümlere uğratıyor bunları, hikâye olarak kurduklarında bile öykü tadı yayabiliyor. “Bir Yeni Yıl Armağanı”, “Dello” vb. böyle örnekler. Öte yandan Öngöre, gerek kurduğu evrenler gerekse yapılandırdığı kişiler bakımından çeşitliliğe dayalı zengin bir yelpazeyle de nefeslenme koridorları açıyor öykülerinde. Böylelikle gerek izlekçe, konuca gerekse evrence farklı coğrafyalara, alanlara, kentlere, sokaklara, okullara, evlere uzanan öykülerle okur ilgisini ayakta tutmayı başarıyor sonuna dek. Ayrıca Öngöre’nin kendi kenti Bolu’ya yönelik kucaklayıcı yaklaşımının, bu yolla kentlilik kültürü, bilinci oluşturmaya dönük tutumunun altını çizmeyi gerekli görüyorum. Bir an önce söyleyiverme sabırsızlığının yol açtığı aceleci tutuma kendini kaptırmadan soğukkanlı bir öykülemeyle Bilge Öngöre 2014 bunların altından kalkıyor yazar. Öykü evreninden yayılan sıcaklıkla, dıştan bakışla da olsa karakterlerden yükselen gerçektenlikle birlikte harmanladığı bir duyarlılık çıkarıyor okur önüne. Bütün öykülerin, özenle kurulu sözdizimlerine yaslandığı, ışıltılarla kaydırılan bir güzel dille yapılandırıldığı görülebiliyor. Şiir işçiliğiyle emeğinden beslenen bir birikimin enikonu kendini gösterdiği de eklenmeli buna. Kazandırdığı eylemlilikle ustalıklı geçişler de kolayca okunmasını sağlıyor öykülerin. Arada bir, bir çakımcık kendini gösteren buruk bir alaysamayla da karşılaşılıyor anlatıda. Kitaplarına dağılan öykülerini severek okuyorsunuz yazarın… Özelde klasik hikâyeden hoşlananların ellerinden bırakamayacağı verim örnekleri gözüyle de bakılabilir bunlara. Bu bağlamda zaman zaman şair, öykücü yanıyla öne çıkan anlatıcının şu sözleri, öykü sanatının gereksindiği özeni ele vermesi açısından önemli: “Yazmak, her gün daha iyi yazmak için çalışmak da zamanımın çoğunu alıyor…” (Lamba, 23) ESRA ODMAN: ÖYKÜDE KAVRAMSALLIĞIN EŞİĞİNDE… Esra’yı Ankara yaşayanı bir öykücü olarak biliyordum ya, meğer kaşla göz arasında Balıkesir’e taşınıvermiş… Ama bırakalım öykülerinden sızan Ankara’yı, salt “İyinin ve Kötünün Bahçesinde Boşluk” başlıklı öyküsünde toplumsal vicdanımızda derin yaralanmaya yol açan Bahçelievler kıyımını soyutlayıp dönüştürmesi bile onu Ankara öykücüleri arasında saymamız için tek başına yeterli kanımca… Esra Odman, Bilge Öngöre gibi türdeş öyküler kaleme almıyor, tersine o, bir yandan apaçık anlatımcı öyküler verimlerken öte yandan bakıyorsunuz, bunların yanında başarılı anlamlandırma öyküleri de koyuyor ortaya. Bu çerçevede anlamlandırmaya dayalı öykülerinin evrenlerinde doğal duruşlu boşluklar açarak bir yandan bunları sessizlikle, suskunlukla örerken aynı zamanda yan anlam ağlarıyla zengin sayılabilecek çeşitlilikte, sıkılıkta artalanlar yerleştirerek dikkati çekiyor. Ancak yine de böylesine güçlü kurulmuş öykülerin yanına sıradan alınmış gibi duran kimi zayıf örnekler insanı şaşırtmıyor değil. Sözgelimi değerini konusuyla değil biçemiyle hatta işlemedeki hünerinden ötürü elde etmiş görünen, bu çerçevede okurun yükleyeceği anlamlandırmalarla başını doğrultan “Faili Meçhul”, “Roman: Tarihsiz Ölüm”, “Annemin Süt Kokan Kucağı”, “Boşluk” vb. öykülerin yanında bunlarla yan yana durmayacak kertede anlatımcı örnekler de göze çarpıyor. Yazar, üç öykü kitabında da bir dönme dolaptakine benzer biçimde hem çok yükseklere çıkmış hem de bu yükseklikten oldukça aşağı inmiş öykülerle geliyor okur önüne. Yazarın bu tutumunu farklı kitaplarında sürdürmesi, öyküleme konusunda biçemsel arayışlar peşinde olduğunu gösteriyor bir bakıma. Oldukça yükseklerde bir öyküleme düzeyine ulaşan öykücü, gizlice kendine de kıymıyor mu peki aynı zamanda? Belki çok geniş bir okur kesimini aynı kitapla kucaklama isteğinden kaynaklanıyor bu tutumu Esra’nın, bilemem, ama bir yazar, bu tutumun kitaplardan yansıyan estetik bütünlüğü zedeleyebileceği kaygısını göz ardı etmemeli derim yine de. Ne ki ben, en yükseğe çıktığı düzeyle anacağım yine de onu, bir yazarın karşılanması gereken konumu bakımından. Yola koyulduğu ilk kitabından beri öyküsünü yoğun içkinlikle örüntülemek isteyen bir yazar izlenimi bırakıyor Esra. Bu, işin başında kitaplarındaki bölüm başlıklarından, hemen her kitabında umulmadık biçimde karşımıza çıkıveren düşünsel söylemli örneklerden kolayca anlaşılıyor. Bu çerçevede yazarın bir kavramsallaştırma için kolları sıvadığı açık. Peki, bu başarılıyor mu? Sözgelimi Esra’nın kadın erkek ilişkilerine yönelik değil yalnız, erkeklere dönük tutumunda da pek çok kadın öykücümüzde göremediğim açıklıkta öykü kuruculuğuna tanıklık yapıyoruz. Bu doğrultuda yaşanan şiddet, taciz, cinsel saldırı gibi suçlar karşısında sergilediği duyarlı, kararlı, direngen tutumunu, pek çok öyküsünde yeniden yeniden gözlüyoruz. Sonra sınıfsal, ekonomik vb. açılardan yaşanan alt üst oluşa değgin açılımlara savaş olgusuna, çocukların korunmasızlığı ekleniyor. Ama anlatımcı tutumla yürütülen söyleme dayalı öyküleme, okur bilincinde dip kıyı derinlere inen bir tortu bırakarak kalıcı bir kavramsallaştırma eylemine ne ölçüde yol açabilir? Örneğin “parfüm” ayrıntısındaki kolaycı tutuma karşın yarattığı kavramsallaştırma açısından “Faili Meçhul”ün, sonra “Boşluk”un ağırlığı unutulabilir mi? Bütün bunlar ber yana, öyküdeki direngen tutumuyla Esra’nın Esra’ya kıymayacağından, okurunu geniş yelpazede yaygınlaştırmak yerine, süreç içinde çok katmanlı bir yapıyla anlamlandırmaya dayalı öyküler verimleyeceğinden kuşku duymuyorum… Kadın olgusuyla toplumsal oluntuları aynı siyasal temele dayandırdığı bakışıyla ileride çok daha belirgin yer tutacağı umulabilir onun. ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE ANKARA’NIN ÖZGÜL AĞIRLIĞI… Ankara’nın öykücülüğümüzde başlı başına özgün bir yere sahip olduğu düşünülebilir… Farklı bir erke bu… Fethiyeli olsa da özbeöz Ankaralı saymamız gereken Salim Şengil’in de, Ankara öykü erkesinin simgesi sayılabilecek Adanalı Özcan Karabulut’un da Ankara’da bir öykü değirmenini birlikte var ettikleri görülmüyor mu? Bu çerçevede Ankara öykü kolunca gerçekleştirilen etkinliklerin nerdeyse geleneğe dönüştüğü göz ardı edilebilir mi? Bunun öykücülüğümüzde bir “özgül ağırlık” olarak ortaya çıktığı kesinlenebilir pekâlâ Kendi payıma İstanbul’dan İzmir’e, Eskişehir’den Bursa’ya, Antalya’ya farklı kentlerde sergilenen öykü erkesinin hiçbirinde Ankara’daki yüksekliği, derinliği, örgütlülüğü gözleyemediğimi söylemekten çekinmeyeceğim. Öykünün neredeyse kalesi Ankara! Öykü dergiciliğindeki ısrarlı tutumuyla, öykü atölyeleri, öykü işbirlikleriyle doğumlusu, yaşayanı Ankaralı öykücüleriyle, evrenlere veya karakter olarak öykülere sızan Ankara kentiyle ülkemizdeki öykü erkesi üretim merkezi bir bakıma… Ne yalan söyleyeyim, bu bağlamda uzaktan da olsa Ankaralı sayılmak bahtı, mutlu etmeye yetiyor beni. Bana öyle geliyor ki öykü günlerinde öykücülüğümüz, Ankara’yla daha bir anlam kazanıyor… Gelin bu anlama hep birlikte katılıp daha da yoğunlaştıralım öykü harmanını… Üzerinde çağlalı çiçekler, Karşıyaka’ya da üç dal uzatıp, Esra Odman’ın yaptığına benzer “inadına Ankara” diyebilelim öykülerimizle… n K İ T A P S A Y I 1264 C U M H U R İ Y E T