22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Selçuk Altun’la “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” üzerine ‘Romanlarım hakkında ahkâm kesme hakkım bir okurunki kadardır’ kısmet olmamıştı. Komşusu Kızıltepe ise bir ara, Türkiye’nin “N.Ç. Olayı” diye hafızasına kazıdığı skandalla gündeme gelmişti. Gazetelerden öğrendiğimize göre, içinde ilçenin önemli kamu görevlilerinin de bulunduğu bir güruh 2000’li yılların başında küçük ve yoksul bir kızı kirletmiş yakalananlara, 10 yılı aşan bir yargı sürecinin sonunda, asgari cezalar verilmiş, Türkiye; Yargıtay’ın verilen asgari cezaları onamasına tepkide bulunmakla yetinmişti. Bir gazeteci gidip de, sıfırdan olayın perde arkasını incelemişse benim bundan haberim olmadı. Ben gidip rezaletin perde arkasını irdeledim. Duyduklarımdan utandım ama kanıt bulmak için çok geçti. Tepkimi “Quentin Tarantino” vari bir (b) ölümle yansıttım. KANLI DÜELLOLAR Kemalettin Tarantinoğlu karakterinizin (namı diğer Mem) Tarantino’dan rol çalmasına ne diyelim? Gerçi kendisi Quentin Tarantino’ya mahcup olmamak uğruna kalkışıyor tüm bu işlere… Quentin Tarantino filmlerinde, genellikle, yoksul veya hakkı yenmiş karakterler, tek başlarına güçlü ve haksızlara başkaldırırlar. Bu tepki en kanlı düellolara dönüşebilir ve sonuçta yoksul ve haklılar galip gelir. Bu ülkede kadınlarımızın ve kızlarımızın başına gelenlere yazıyla daha sert bir tepki örneği aklıma gelseydi onu kullanırdım. (Bu söyleşi 25.02.2014 tarihinde yapıldı. Aynı günün Cumhuriyet’inden bir başlık: “(Sakarya) 14 yaşındaki kıza 34 kişi tecavüz etti, bir kişi ceza aldı, utanç katlandı.” Ceza alan bir polis müdürüdür.) Toparlarsak Dede Suner Bey, yaşamayı yarıda kestiği maceralı hayatın kalan kısmını torunu Alp’e, kısmen de Mem’e bahşediyor diyebilir miyiz? Romanıma son noktayı koyduktan sonra onun hakkında ahkâm kesme hakkım her hangi bir okurunkinden farklı değildir. Bu arada “ıskalanma”, “anlaşılamama” olasılıklarını da kabul ediyorum. İşte yine aklıma geldi, Türk edebiyatının en büyük iki eksiği nedir diye sorarsan, nitelikli eleştirmen ve editörler derim. Son soru: Siz artık küresel bir yazarımız oldunuz. Nasıl gidiyor Türkçe dışındaki yazın maceranız? Bu romanınız mesela, sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde de ses getirebilir? Küresel bir yazar değilim Erdem. Yaşayan iki küresel yazarımız var, onlar da Yaşar Kemal ile Orhan Pamuk ustalar. Son üç romanım İngilizceye çevrildi, en son romanımın (Bizans Sultanı) yayın hakları şimdiye dek 10 ülke tarafından satın alındı. Bu skorun %70’i Kalem Ajans’ın sahibi Nermin Mollaoğlu’na aittir. Yurt dışında romanlarım eleştirmenlerce övüldü, bir uluslararası ödülde aday adayı oldu ama gündeme gelmek için etik dışı girişimlerim olmadı, olmayacak. Bu romanın yurt dışında ses getirmesi olasılığı için şunu söyleyebilirim. Bir gün bunun, yine novella kapsamında, devamını yazabilirsem İngilizceye çevirtebilirim. Devamının anlatıcısı 90. yaş gününü kutlayan Suner Bey olmalı. Hatta ilk cümlesi de sanırım hazır. n Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme/ Selçuk Altun/ Sel Yayıncılık/ 104 s. K İ T A P S A Y I 1256 Selçuk Altun yeni kitabında bizi bu kez usta şair Oktay Rifat’ın “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” dizesi eşliğinde gizemli bir yolculuğa çıkarıyor. Alp, puslu bir ipucundan yola çıkarak tüm sorunlarının çözümünün içerisinde olduğuna inandığı günlüğün peşine düşerken yardımcısı Mem’in de başka hesapları vardır: Doğduğu kente, Mardin’e gidip mahkemenin yarım bıraktığı işi tamamlayarak kendi adaletini gerçekleştirmek. İstanbul’dan Mardin’e, Denizli’den Londra’ya, bütün fazlalıklarından arındırılmış bir anlatı bizi bekliyor. r Erdem ÖZTOP 300400 sayfalık romanlar yazmaya, biz de okumaya alışmışken, siz 104 sayfalık bir romanla çıktınız karşımıza. Neden? Bu soru, son KİTAP İÇİN’de kullandığım Anton Çehov özdeyişini anımsattı: “Okuyup da uzun bulmadığım bir romana henüz rastlamadım.” Uzun romanlardan ürkerim ve uzun yazmam. “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” için kendime 1 1,5 yıllık bir süre tanımıştım. Yurt içi iki gezi dâhil, roman dört ayda bitince ikirciklendim. Bana göre bitmişti, üç usta yazar ve eleştirmenin damak tadına sundum, onlardan onay alınca rahatladım. Adı uzun roman, novella’ya (kısa roman) dönüşmüştü, kısmeti böyleymiş. Ayda bir çıkan KİTAP İÇİN’lerde bir buçuk sayfada 25 değişik maddeye yer yaratmak için de kısa kısa yazıyordum. Bunun da etkisi yok değil gibime geliyor. Muzip çevirmen Feyza Howells’a, “Son romanımı yüz sayfaya sığdırdım deyince” demek ki sonunda bu işi öğrenmişsin diye takılmıştı. Hele bir de 104 sayfaya paralel giden birbiriyle de bağlantılı üç hikâye sığdırmışsınız… O işi hakkıyla kotarıp kotarmadığımın kararı nitelikli eleştirmenler ve birikimli okura aittir. S A Y F A 1 6 n 1 3 M A R T S elçuk Bey, herkes artık Oktay Rifat’ın dizeleri nasıl kitabın adı oldu? İllaki bir hikâyesi vardır? Romanlarımın adları yazma şevkimi artırır, onlara layık olmaya çalışırım sanki. Şiirsel bir başlık bulmalıydım. İki şairimizin dizeleri arasında gelgit yaparken bu yıl 100. yaşını kutladığımız, gözde şairim Oktay Rifat’a tekrar sığındım. DRAM, GERİLİM, POLİSİYE Romanda dram da var, gerilim de, yer yer polisiye unsurlar da… Bir de size benzeyen bir Suner Bey var… Ne dersiniz? Haklısın derim! Suner Aykan, Selçuk Altun ile Cevdet Suner’in harmanlanmasından mürekkeptir. Cevdet Abi 1970’li yıllarda Arthur Andersen firmasında çalışırken amirimdi. Tüm Redhouse sözlüğünü ezbere bildiği, Financial Times’ın kazık bulmacalarını bir oturuşta çözdüğü ve kumarhanelerdeki performansı yalan değildir. Siz de yeni torun sahibi oldunuz! Yoksa kapaktaki çerçevedeki kare, kitabı da ithaf ettiğiniz torununuz Ali mi? Kapak deseninde minik fotoğraftaki bebek, torunum Ali’nin sekiz aylık halidir. Elindeki kitaba odaklanmasından etkilenmiştim. Şu anda 1,5 yaşında ve kitap karıştırmaktan zevk alıyor. Umarım ilerde bir bibliyofil olur, ben de kitaplığımı huzur içinde ona emanet ederim. Roman ana eksende Suner Bey’le to2 0 1 4 runu Alp’in hikâyesine/ ilişkisine odaklanıyor. Bir önceki sorumu bunun için sordum: Torun sahibi olmak bu romanın hikâye örgüsüne katkı sağlamıştır, değil mi? Kesinlikle! Dedetorun ilişkisi bambaşka duygusal bağlara dayanıyor. Romanın finalinde, bu ilişkinin boyutları açısından şoke edici bir sürpriz var. Suner Bey’e benzemezsiniz, değil mi ileride? Bu kışkırtıcı soruya yanıt verirsem karakterim Suner Aykan ile eminim aramız açılır. Benim ona galiba daha gereksinimim var. Evet Alp’e dedesinin sahaftan alıp hediye ettiği günlük, Alp’in onu okuyup yollara düşüşü, kendi hikâyesindeki Erdem Abi’si (ismi hiç üzerime almadan!) üzerinden yaşadığı dram… Ama okuyunca herkesin de dikkat kesileceği bir nokta var ki!.. Mardin’deki N.Ç. davası romana Mem karakteri üzerinden kurgu olarak giriyor ve intikamla sonuçlanıyor! Herkes de aklanmışken (!), risk almış olmayasınız? Romanım için yurt içinde iki gezi yaptığımı söylemiştim. Önce Mardin’e (ve onun ilçeleri Kızıltepe ile Derik’e) sonra da tarihçi, yazar ve estet John Julius Norwich’in yeryüzünün en önemli arkeolojik kenti dediği Afrodisias’a gitmiştim. Mardin’in Derik ilçesinde rahmetli babam Fahamettin Altun kaymakamken 1962’de ilkokulu bitirmiş ondan sonra da orayla hasret gidermek C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear