Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Alocu Tilki’nin Serencamı “Alocu Tilki’nin Serencamı” kısa ve etkileyici bir roman. Okuru sarsıyor ve kendine birçok soru sormasına neden oluyor. Damon Galgut, “İyi Doktor”da gözden uzak bir kasabada, kaderine terk edilmiş bir hastanede hemen hiçbir şey yapmadan günlerini tüketen bir doktorun genç ve idealist bir meslektaşının hastaneye gelmesi ile yaşadığı iç çatışma ve karmaşayı anlatıyor. mrah Polat “Alocu Tilki’nin Serencamı”nda başına hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi yaşayan bir dolandırıcının eski yaşamına dönmesinin mümkün olmadığı bir olaydan sonra başından geçenleri anlatıyor. “Alocu Tilki’nin Serencamı”nın (2014, İletişim Yay.) iki ana ekseni var. Bir yanda neşeli bir dolandırıcılık öyküsü, diğer yanda belden aşağısı tutmayacak şekilde sakatlanmış birinin, bir omurilik felçlisinin yaşadıkları. İkisi de aynı kişi. Tilki Selim aileden dolandırıcı. Amcasından öğrendiği “aloculuk” yöntemini kullanarak insanları kandırıp dolandırıyor. Büyük paralar kazanıyor. Olağanüstü konuşma ve ikna etme yeteneği ile telefonla aradığı kişileri yüksek mevkide ya da önemli bir kişi olduğuna inandırdıktan sonra paralarını alıyor. Burada başarının ölçütü dolandırılan kişinin “iyilik yaptım”, “muhtaç birine yardım ettim” inancı ile durumu olabildiğince geç, hatta hiç fark etmemesi, dolandırıcının yakalanmaması. Tilki Selim bu işte başarılı oluyor, birkaç olay dışında yakalanmamayı başarıyor. Yakalandığında da küçük cezalar yiyor. Onun başını belaya sokup dönülmez bir biçimde hastaneye gitmesine neden olan dolandırıcılıktan kazandığı para ile yatırım yapması, bir bara ortak olması. Romanın girişinde Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”ndan “Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler” alıntısı var. Emrah Polat’ın esas amacı da bu “büyük hastalık” ve sonrasında yaşananları anlatmak. Alocu’luk okuru romana bağlamak ve belki de “büyük hastalık” bölümünde anlatılanların ağırlığını bir nebze hafifletmek amacıyla yazılmış gibi. İletişim Yayınları’nın künye sayfasında yazarların biyografileri yer alır. Sanıyorum yazarlardan kaynaklanıyor, genellikle bu biyografiler bir iki cümle ile adeta geçiştirilir. Yazar hakkında doğru dürüst bir bilgi verilmez. Emrah Polat’ın biyografisi de kısa ama onlara göre çok daha bilgilendirici. Daha önce yayınlanan kitaplarında yer almayan üç cümle ise yazarı doğrudan romanına bağlıyor; “2000 yılında manik depresif bozukluk sebebiyle psikoza girdi ve maalesef yüksekten atladı. Ölmedi. Ancak belkemiği kırıldığı için yürüyemiyor.” Emrah Polat, bir omurilik felçlisi olarak S A Y F A 1 4 n 4 E “Alocu Tilki’nin Serencamı” kısa ve etkileyici bir roman. Okuru sarsıyor ve kendine birçok soru sormasına neden oluyor. En önemli soru da romanın sonunda tekerlekli sandalyede hastaneden taburcu edilen Tilki Selim’in başına daha neler geleceği. İYİ DOKTOR Damon Galgut, “İyi Doktor”da gözden uzak bir kasabada, kaderine terk edilmiş bir hastanede hemen hiçbir şey yapmadan günlerini tüketen bir doktorun genç ve idealist bir meslektaşının hastaneye gelmesi ile yaşadığı iç çatışma ve karmaşayı anlatıyor. Apartheid, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1948’den 1994’te dek uygulanan ırkçı yönetim biçimine verilen ad. Tek partili sistemde toplum insanların renklerine göre sınıflandırılmış. Apartheid azınlıktaki beyazların dışında kalanların sağlık, eğitim gibi devlet hizmetlerinden daha az yararlanmaları sonucunu da doğurmuş. Nelson Mandela’nın önderliğinde onlarca yıl süren bir mücadele ile 1994’te ilk kez tüm halkın katıldığı seçimler yapılmış. Mandela da devlet başkanı seçilmiş. Mandela, ülkede Apartheid’ın etkilerine son vermeye, ırkçılığı engellemeye, fakirlik ve eşitsizliği ortadan kaldırmaya çalışmış. “İyi Doktor”da (Eylül 2014, çev. Kıvanç Güney, Yapı Kredi Yay.) Apartheid sonrasında taşrada yaşananlara şahit oluyoruz. İdari yönetimin değişmesinin halkın hayatına nasıl yansıdığını görüyoruz. Aslında Damon Galgut, “İyi Doktor”da genel olarak insanlığı ilgilendirebilecek bir ruh halini anlatıyor. Emrah Polat, hastanede yaşananları kendi durumundan yola çıkarak çok etkileyici bir biçimde anlatıyor. hastanede yaşanacakları kendi durumundan yola çıkarak çok etkileyici bir biçimde, hatta “aşırı” gerçekçi bir bakışla anlatıyor. Ama bu anlatıma ne kendisini koyuyor ne de duyguları abartıyor. Dışarıdan diye bileceğimiz, Burcu Aktaş’la söyleşisinde ifade ettiği gibi “‘acıya’, ‘şiddete’ belli bir mesafeyle” yaklaşan soğuk bir dil kullanmış (Radikal Kitap 7.11.14). Hastanede yaşananların yoğun kasvetini ironik, hatta mizahi bir dille anlatmış. O büyük acıyı komik yönlerini bularak bir nebze hafifletmiş, okunaklı hale getirmiş. Tedavi edilmesi çok zor, hatta imkhansız olan bir hastalıkla mücadelede, iyileşmeye çalışırken girilen ruh halleri ve yaşananlarsa bire bir yansıyor, ulaşıyor okura. Aşırı gerçekçi dememin sebebi de bu. Öte yandan insanın en onulmaz hastalığa yakalansa bile nasıl umudunu yitirmediği, en küçük bir hareketten, yoruma açık bir sözcükten bile nasıl umutlar ürettiğinin öyküsü de anlatılıyor. Tabii özel hastane çarkının nasıl işlediğini, insanların umutlarının nasıl paraya çevrildiğini ve hastanın iyileşme arzusundan yararlanarak nasıl büyük faturalar çıkartıldığını da görüyoruz. İnsanları tatlı dili ile bir telefon konuşmasında dolandırıp parasını alabilen zekâ ve yetenekteki Tilki Selim’in konu iyileşmek olduğunda, hiç umut olmadığını bile bile “ya faydası olursa” diye önerilen pahalı tedavi yöntemlerine parasını son kuruşuna kadar verişini de okuyoruz. A R A L I K 2 0 1 4 Damon Galgut Apartheid uygulamalarını hayata geçirmek amacı ile kurulmuş bir “yurtluk”ta terk edilmiş bir hastanede çalışıyor Dr. Frank Eloff. Yurtluklar, köylerde dağınık olarak yaşayanlara devlet hizmetlerini götürmek, onların sisteme entegre olmasını, köylerinden kopup işgücü haline gelmesini sağlamak amacıyla kurulmuş yapay kasabalar. Halk bu uygulamaya pek ilgi göstermemiş, sonuç olarak da bu yurtluklar devlet hizmetlerini vermeye devam etseler de terk edilmiş gibi bir hal almışlar. Eloff’un çalıştığı hastaneye hemen hiç hasta gelmiyor. Yöneticilerin taleplerine rağmen devlet de bu durumun değişmesi için bir şey yapmıyor. İlaç, sağlık gereçleri yollamıyor. Nadiren gelen hastalara ya küçük müdahaleler yapılıyor ya da hasta başka bir hastaneye sevk ediliyor. Eloff da hastanede çalışan diğer kişiler gibi bu durumu kabullenmiş. Sanki hayatını hiçbir şey yapmadan tamamlamayı bekler gibi. Laurence Waters okuldan yeni mezun olmuş idealist bir doktor. Mecburi hizmet için bilinçli olarak bu gözden uzak hastaneyi seçmiş. Oradaki yoksul halka iyi bir sağlık hizmeti vermek arzusunda. Hastaneye çekidüzen verip tekrar halkın geleceği hale getirmesinin kısa sürede mümkün olmadığını anlayınca halkın ayağına gitmeye karar veriyor. Hastanenin yöneticisini de ikna ederek gezici bir klinik oluşturuyor. Eloff, odasını paylaştığı bu idealist doktorun fazla dayanamayacağını düşünüyor. Doktor Laurence’i desteklemiyor ama engellemek için de bir çabaya girişmiyor. Ama Laurence’in dinamizmi onu etkilemeye başlıyor. Canlanıp hareketleniyor. Geceleri kasabanın tek barında zaman geçiriyor. Uzun süredir arayıp sormadığı aşk, daha doğru deyişle seks ilişkisini tekrar başlatıyor. Eloff’un yeniden sosyalleşmesi ile aynı zamanda kasabada da bir canlanma oluyor. Askerler gelip gitmeye başlıyor. Askerlerin komutanını barda tesadüfen görmesi Eloff’a doktor olarak askerlik yaptığı Apartheid günlerini hatırlatıyor, belleğinin karanlık köşelerine itip unutmaya çalıştığı kötü anıların tekrar canlanmasına neden oluyor. Apartheid döneminde işkenceci olarak rastladığı bu komutan hâlâ görevdedir ve terfi etmiştir. Yine o dönemde bölgede diktatörlük yapmış eski bir komutanın da oralarda olduğu söylenmektedir. Gasp ve hırsızlık olayları artmış kasaba askerlerin gelişi ile güvensiz bir yer halini almaya başlamıştır. Damon Galgut’u geçen yıl yayımlanan “Sahtekâr” (Yapı Kredi Yay.) romanıyla tanımıştık. Orada da geçmişini gömmüş, taşraya gelmiş bir “Issız Adam” vardı. Ama roman adına uygun olarak farklı bir boyuta ulaşıyordu. Galgut’un sakin bir anlatımı var. Yalın bir dil ve kısa cümlelerle anlatısını yavaş yavaş örerek adeta hissettirmeden gerilimi artırıp okuru kitaba bağlıyor. Dr. Frank Eloff’un bilinçli seçilmiş yalnızlığının nedenlerini ve sonuçta geldiği ruh halini de zamanla anlıyoruz. Ömer Türkeş’in romanla ilgili yazısında söylediği gibi Galgut “insanların bu rahatsız edici gerçekleri göz ardı ederek yaşamayı daha ne kadar sürdürebileceği”ni sorguluyor. Bu sorgulamayı da hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yapıyor. n K İ T A P S A Y I 1294 C U M H U R İ Y E T