Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı Guillaume Apollinaire James Joyce Henri Barbusse Romain Rolland André Gide Ernst Hemingway Öte yandan, savaşın yaşanmışlığından yola çıkılarak yazılmış romanlar bildiğimiz gibi, savaş edebiyatının ağırlık noktasını oluşturur. Genellikle yazarların notlarından kurgulanmışlardır. Kurgulama tekniği ne olursa olsun anlatıların tek çabası “gerçeği yazmak”tır. Yaşananlarla yazı arasında belli bir mesafeyi koruyan savaş romanları kendi kurmaca retoriğini de oluşturur. Maurice Genevoix’nın “tanıklık edebiyatı” dediği bu tür, André Malraux’nun LouisFerdinand Celine’i kast ederek “Yalnızca insan deneyimi bir romanın uzun ömürlü olmasını garanti eder” diye dile getirdiği saptamanın da geçerli kıldığı “savaş romanı” yeni bir tür olarak 1916 yılında edebiyat terimcesinde yerini almaya başlar. Amerika ve Avrupa edebiyatları yeni bir roman türüne kucak açmaktadır. ROMAN ESTETİĞİ Yaşanmış deneyimlerin temelini oluşturduğu savaş anlatılarında çoğunlukla birinci kişinin ağzından anlatılır olaylar. Barbusse, Genevoix, Remarque ya da Jünger’in yazarın yansıması gibi beliren ve savaşın varlığını ironik dille sorgulayan anlatıcılarının yanı sıra, Drieu La Rochelle’in La Comédie de Charleroi/Charleroi Komedisi ya da Celine’in Gecenin Ucuna Yolculuk adlı romanlarında anlatıcıların savaşa birlikte katıldığı farklı toplumsal sınıflardan gelen cephe arkadaşlarını anlatmaya giriştikleri de görülür. Anlatılan, ötekiyle karşılaşmadır aynı zamanda. Bununla birlikte dayanışma ruhu, birlik duygusu anlatılara egemendir. Savaş romanları yazarı savaş sırasında insanı gözlemlediği ölçüde anlatı alanını sınırlandırır. Anlatılacak her şey savaşla, savaşta var olmayla ilgilidir. Yazarın yansıması olan anlatıcının tüm kaygısı yitimleri, saldırıları, yaşam mücadelesini aktarmaktır. Dolayısıyla ideolojik bir yanı vardır anlatıcı söylemlerinin. Askerler arasındaki diyaloglar da yine savaşa ilişkin yazarın düşüncelerini iletme amacı taşır. Son aşamada, geleceğe ve barışa duyulan inancı, umutsuzluğun gölgesinde filizlenebilecek umudu aktarmaktır romanın yönelimi. S A Y F A 20 n 23 Araştırmacılar genellikle kesit kesit ilerleyen bir anlatı türü olduğuna dikkat çekmiştir savaş romanının: Genellikle savaşın gelişi, savaş deneyimi ve savaş sonrası çekilme biçiminde eklemlenen bir olay örgüsü vardır. Olayların aktarılmasında güçlü anlar ile zayıf anlar arasında denge kurulması önemlidir, okurda heyecan uyandıracak bir olay düzenlemesini gerektirir roman yapısı. Ancak diğer roman türlerinden farklı olarak savaş romanı “ortak bir yazgı”nın anlatısı olarak öne çıkar. “Çıkış, arayış ve çekilme/dönüş”ten oluşan çevrimsel düzenlenimiyle, Orfeus’un cehenneme inişinden Ulysses’in yolculuğuna kadar Batı edebiyatı kanonunun temel niteliği olan “söylensel” (mythique) yapıyı yineler. Bununla birlikte başrolde tek bir kahramanın bulunmadığını, bir kahraman topluluğunun (birlik, çete, tabur…) bu anlatıların eylem şemasını oluşturduğunu anımsatalım. Kahramanların gerçekten yaşamış, yazarın tanıdığı kişiler olması da sıklıkla karşılaşılan bir özelliktir savaş anlatılarında. Genellikle halkı, köylüyü kısaca bir sınıfı temsil eden kişiler romanın sahnesindedir. Batılı insanın o zamana değin yaşamadığı türden bir bireşim söz konusudur toplumsal sınıflar arasında. Doğru ya, Emile Zola madencileri anlatırken yönetici sınıfın temsil ettiği burjuvaziyle emekçi sınıfının temel karşıtlığını aradaki ayrışımı vurgulamaktan geri kalmamıştı. Sınırların silindiği gündelik bir gerçeğin içinde buluşur her sınıftan insan. Cendrars gibi yazarlar yürekli duruşlarıyla bu halk insanlarının etkileyici betimlemelerini çizerler, konuşma biçimlerini (ağız, lehçe, vb.) roman diline katarlar. Tüm bu roman estetiği bir tek amacı gerçekleştirir. Yaşanmış bir gerçekliğin ait olduğu dünyayı yeniden kurmak. Ernest Hemingway’in 1918 yılında 19 yaşındayken İtalya cephesinde Kızıl Haç ambulansı sürücüsü olarak katıldığı savaş deneyimi, genç adamın bir ay sonra yaralanmasıyla yarım kalır. Silahlara Veda bu kısacık süre içinde yaşadığı deneyimden ne kadar beslenebilirdi diye soran kimi eleştirmenler ikinci el malzeme kullanmasını eleştirse de 1918 öncesinin can alıcı bir tablosunu Amerikalı yazara borçlu olduğumuzu unutmamak gerekir. Savaşa katılan Jean Giono’nun Le Grand Troupeau/Büyük Sürüsü ise unutulmaz bir mahşeri betimler. Bizlere kalan parçalanmış dünyanın bu büyük resmidir. Ne olursa olsun savaşın içinde yer alan insana, eyleme ve insan yazgısına bir övgüdür savaş romanları, insanın yaşam ve ölümle söylensel (mitik) bağını yeniden dokur. Satır aralarında ise savaşın ideolojilerini, mantığını, söylem retoriğini taşır. Değişen dönemlerle birlikte alımlama edimine her zaman açık duran anlam katmanlarıyla gerçekçi edebiyatın ayrıcalıklı bir türüdür. Ernst Jünger’den Jean Giono’ya, Rudyard Kipling’den Kate Mansfield’e, Sigfried Sassoon’dan Ernest Hemingway’a nice yazarın kaleminden çıkmış savaş anlatılarını yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde bir daha okumak, edebiyatın yaşama her an farklı bir şeyler katabildiğini anımsamak için de yeterli bir fırsat olabilir. n (*) İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı “Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde, giderek önlenemez biçimde belki de önlenmesi arzulanmayan biçimde bilenen öfke ve gelişen savaş teknolojileriyle kurban verme ve alma biçimlerini sürekli sorguladığımız savaş ve savaşın galipleri konusunu bir kez daha düşünmemizi istiyor yüz yıl öncesinden gelen bu tanıklıklar. Bir kez daha, savaş yıkımlarından bıkmayışımızı, trajedileri bir türlü bitiremeyişimizi düşündürüyor.” EKİM 2014 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1288