22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

K Kaan Arslanoğlu, 2000’ler boyunca yayımladığı romanlarında hep farklı yapılar kurmaya girişti, bu arada biçemsel açıdan alabildiğine gezginci ruh sergilemekten geri durmadı hiçbir zaman. aan Arslanoğlu, ilk romanı Devrimciler’i yirmi beş yıl önce 1988’de yayımlamıştı. Romancılıktaki çeyrek yüzyılını tamamlarken on ikinci romanını yayımladı yazar: Kayıp Devrimin Öncesinde (Yazılama, 2013). Bu ikisi arasında kalan on romanın adları, yayın tarihleri ise şöyle: Kimlik (1989), Çağrısız Hayalim (1992), Kişilikler (1995), Öteki Kayıp (1998), İntihar / Zamanımızın Bir Kahramanı (1999), Kuş Bakışı (2001), Yoldaki İşaretler (2004), Sessizlik Kuleleri2084 (2007), Karşıdevrimciler (2008), Reenkarnasyon Kulübü (2011)… Yirmi beş yıl; on iki roman… Demek ki Arslanoğlu, iki yılda bir yeni romanla okur önüne çıkıyor. Biraz dikkatli bir gözle bakıldığında Kaan Arslanoğlu’nun ilk altı romanını daha çok dramatik yapıda temellendirdiği, anlatısını bu ana damar üzerinde kaydırdığı görülebiliyor. Kuş Bakışı’yla birlikte Kaan, romanlarını yapılandırırken artık alaysamayı temele almış görünüyor daha çok. Bu alaysamanın bir yandan aykırı gerçekçilikle öte yandan kara anlatıyla, yer yer gülmeceyle at başı gittiği pek çok farklı örnekle kendini ele veriyor. Hatta Sessizlik Kuleleri2084’te olduğu gibi anlatı ütopik biçeme de dayandırılabiliyor. “Devrim”, “devrimci” sözcüğünün geçtiği üçüncü romanı yazarın Kayıp Devrimin Öncesinde. Ancak bu üçünün farklı evrelerde farklı biçemlerle karşımıza çıktığını ekleyeyim. Ne var ki yazarın son romanı başka bir nitelik daha sergiliyor. Arslanoğlu, bir tefrika roman geleneğine göz kırparak bambaşka bir deneyimin kapısını aralamaya girişiyor çünkü. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ROMANCILARIMIZ ARASINDA17 Tefrika romanda güncel açılım deneyimi... aktarımla ilerliyor. Anlatıcı olarak “kozmik bilinç”, şu sözlerle tanıtıyor kendisini: “Uzayın büyük uygarlıklarının enerjiye dönüşmüş, cismine gereksinimi kalmamış, sonra enerjinin de ötesine geçmiş aklı.” (8); “cismim yoktur.” (41) “tüm evrene yayılabilen bir dalga, bir ışınım…” (84); “cinsiyetim yok…” (94) vb. “Kozmik bilinç”, bu çerçevede kafasına geçerek yerleştiği kişinin bilincine girerek o kişinin ağzıyla da konuşabiliyor doğal ki. Kozmik bilinç, “bir şeyler olaca(ğı)”nın (17) kokusunu alıp dünyaya gelmiştir. Yüz, yüz elli yılını doldurmuş devrimlerin ardından toplumlardaki dönüşümlere, sıçramalara yönelerek enikonu beklenti içine girmiştir. Kozmik bilinç için “sıçramalar önemlidir, dönüşümler önemlidir.” (25) Bu nedenle notlarına “Kayıp Devrimin Öncesinde” diye başlar; “Dünyada bir şeyler olacak da, nerede?” (18) diye sorar. Bu çerçevede roman, bir komplo anlatısı olarak da alınabilir kabaca. “İnsanın kendi(si) başlı başına bir komplo”dur (24) zaten. Öte yandan kozmik bilinç, dönüşümlerle, sıçramalarla ilgilenirken bunun taşıyıcısı insanı, onunla sahneye dönüşmüş ülkeyi, toplumu aramaya koyulmuşken büyük dönüşümün Latin Amerika’da ya da Çin’de vb. değil Türkiye’de yaşanacağının imlerini yakalar bir biçimde. Çağa yönelik dönüşümlerin, sıçramaların gizini ele verecek bir “saklı geçit” (53) arar sürekli. Bu amaçla, insanlar arasında bir “Yaşlı Bilge”den yararlanır. “Türkiye aydınlarını sembolize ed(en)” (96) Yaşlı Bilge, başı her sıkıştığında yanına gelen kozmik bilincin de kafasını karıştırır sürekli. Ama kozmik bilinç, kendisine bir yön çizmeyi başaracaktır at izinin it izine karıştığı bu çağda. Görüldüğü üzere Arslanoğlu, “yayın piyasası”nı kaplayan “komplo kuramı”na göndermelerle örüntülüyor romanını. Kuşkusuz bu, romana önemli bir devinim kazandırıyor. Bu, ayrıca, tefrika roman yaklaşımını cilalayıp parlatıyor da. Sonrasında farklı açılımlarla yatağını genişletip gelişiyor, günümüz Türkiye’sinin en yakıcı sorularıyla yüzleştiriyor okuru. Romanın “tefrika” bağlamına göz atabiliriz artık… GÜNCELİ GÜN İÇİNDE YAZMANIN GÜÇLÜĞÜ… Konusu, izleği ne denli güncel de olsa sanatın evrensele kilitlenmiş yapı taşıdığı biliniyor. Hele gün gün işlenerek geliştirilen bir romanın bu açıdan zorlanacağını kestirmek zor olmasa gerek. Öyle ya hem günde olup bitenleri yazmaya yöneleceksiniz hem de yazdıklarınızda sanatsal kalıcılık arayacaksınız; çelişkinin üstesinden gelebilmek olanaksız değil elbette, ama kolay da değil! Zaten tefrika roman geleneğine halka eklemenin çok ötesinde bir yaklaşım sergiliyor Kaan Arslanoğlu. Tefrika roman anlayışını yeni deneyimlerle zenginleştiriyor. Bir tefrika romanın, tefrika edilirken kolayı2014 K na denetlenemeyeceği düşüncesini temelinden sarsıyor yapıt. Günübirlik kaleme alındığı kestirilebilecek bir romanın arınık, yoğunluklu düşünce akışı getirmesi, yinelemeye düşmemesi ne yalan söylemeli, heyecanlandırıyor insanı. Çünkü okurken daha, bunun roman bağlamında tamamlanmış da tefrika olarak yayımı amacıyla gazeteye verilmiş dosya olmadığını görebiliyorsunuz. Anlatı, gazetede yayımlanırken köşe yazısı izlenimi bırakan siyasal fıkra olarak da algılanmış olabilir. Ne ki kitap olarak yayımlandığında, “Kayıp Devrimin Öncesinde” başlığında bir romana dönüşüyorsa eğer bu, apaçık başarı olarak kaydetmek zorunlu görünüyor bunu. Bu saptamanın ardından ister istemez şöyle bir soru geliyor önümüze: Peki nasıl bir lumsal yaşamın günübirlik verilerini, siyasal oluntuların ayrıntılarını gereç yapıyor, öte yandan bunları yine gün gün yazınsal gerçekliğe dönüştürme yolunda adımlar atarak tefrikaya yerleştiriyor. Üstelik şaşırtıcı bir öngörüyle, Gezi Direnişini içine alacak bir açılımla… Seçiciliği olumsuz etkileyeceği öngörüsünden hareketle günün romanını yazarken bundan soyutlayım, dönüştürüm bağlamında bir kalıcılık beklenebilir mi peki? Ama bu bağlamda inatla direnen tutum sergiliyor yazar. Oysa Karşıdevrimciler, Reenkarnasyon Kulübü romanlarında da hep güncelle ilişkilendiriyordu anlatısını. Kişilerini roman sanatının gereksindiği gerçektenlik düzeyine çıkarmayı savsaklamıyordu kesinlikle. Kayıp Devrimin Öncesinde romanında ise konu, bir komplo kuramına da dayandırıldığından kozmik bilinçle Yaşlı Bilge, komiserle yardımcısı, Karagözle Hacivat, Kavuklu’yla Pişekâr ilişkisi benzeri düzleme geriliyor enikonu. Bu, Kaan’ın romanlarında rastladığım farklı bir tutum… ARSLANOĞLU ROMANCILIĞINDA YENİ BİR EŞİK… Kaan Arslanoğlu, 2000’ler boyunca yayımladığı romanlarında hep farklı yapılar kurmaya girişti, bu arada biçemsel açıdan alabildiğine gezginci ruh sergilemekten geri durmadı hiçbir zaman. Bu son romanını da coşkulandırıcı düşünsel haz eşliğinde okumaya dalıyor insan. Böylesi soyutlayım eşliğinde, her zihnin kendi başına yapacağı engelli, çengelli düşünsel koşu kimin hoşuna gitmez? Sonuçta eğlenceli, sevimli, yaydığı düşünsel hazlarla fokurdayan bir romanla karşılaştığınız kesin… Kaan’ın cinlikle örülü, hınzırlık fışkıran alaysama, ötesine geçerek söylemek gerekir bir kara anlatı/güldürü yazarı olduğu apaçık artık. Kimileyin bu gülmeceye bir çizgisellik eklense, anlatı bir çalım çizgi bandı havasına girse de… Bu arada olgusal yaşamdan tanıdığımız kimilerine roman kişisi olarak rastlamak da ayrı bir kıvraklık kazandırıyor anlatıya. Sonra kozmik bilincin solla, solcularla ilgili getirdiği yaklaşımlar da ilginç… Kendini romana katmaktan da çekinmiyor zaten yazar. Kayıp Devrimin Öncesi’nde Kaan Arslanoğlu’yla karşılaşmak şaşırtmıyor okuru. Kozmik bilinç, Arslanoğlu’nun bilincine sızmak amacıyla uzaktan gözlüyor onu: “…[T]uhaf bir yazarla karşılaştım: Kaan Arslanoğlu.” (117); “Adam kıçına motor takılmış gibi yazıyor, beynine dinamo oturtulmuş gibi okuyor.” (118) Bir yazarın kendine dönük alaysaması, özgüvenini gösteriyor. Böylesi farklı yönsemeler, onun, dramatik olandan uzaklaştığı anlamına gelmiyor yine de. Alaysamalı göndermeler ise, okur anlağını sarsıyor sürekli. Kozmik bilincin soruları okuru ateşliyor aynı zamanda. Özellikle son üç romanında, karşı savlara geniş yer açarak şeytanın avukatlığını yapar görünüp okuru adeta silkeleyen yazar, bu kez kozmik bilinçle sürdürüyor anlak şeytanlığını. Kendi anlatımıyla “sıçramalar”, “dönüşümler” peşinde hep aykırıları izleyip bunları komplo kuramıyla örtüştüren ipuçları peşinde, şeytana pabucunu ters giydiren bir “karşı şeytan” bu… Böylelikle farklı lezzetler sunan, başka vaatlere uçuran zengin bir okuma şöleniyle karşılaşıyoruz… Sonda bir şaşırtmaca da söz konusu ayrıca. Sokratesvari soru yanıt düzeneğiyle okura, yaşadığı acınası çelişkileri gösterirken yazar, kozmik bilinç aracılığıyla geniş bir bakışım getiriyor. Romancılığımızda farklı bir deneyim olduğundan kuşku yok bunun. Okurlar bir siyasal roman bağlamında yaklaşacak elbet yapıta. Ama yazarlar, böyle bir deneyim üzerinde düşünmek için de okumalı Arslanoğlu’nun son romanını… n K İ T A P S A Y I 1248 Kaan Arslanoğlu, tefrika roman geleneğine göz kırparak bambaşka bir deneyimin kapısını aralamaya girişiyor... TOPLUMSAL YAŞAMDAKİ DÖNÜŞÜMLER, SIÇRAMALAR… Romanın girişinde şöyle bir notla karşılaşıyoruz: “Bu roman 17 Mart20 Haziran 2013 tarihleri arasında soL günlük gazetede tefrika edildi. Kitaba gazetedeki haliyle hiç değiştirilmeden basıldı. Bölüm ara başlıklarının altındaki tarihler gazetede yayımlanma tarihleridir.” Romanın tefrika olarak yayımlanışı üzerine kimi düşünce uçkunlarına, bunun romandaki yansımalarına altta değineceğim. Ancak kabaca da olsa romanı tanımamız gerekiyor ilkin. Evreni, kişileriyle romanı yerli yerine oturtmalıyız ki orasından burasından tefrika olarak da dürtebilelim bunu… Roman, anlatıcının ağzından, özöyküsel S A Y F A 22 n 16 O C A K roman okuduğumuz? Dili, mantığı ne? Gazetenin bir köşesinde okunurken diyelim deneme diline çalıyor da kitaba dönüştürüldüğünde değişime uğrayıp romanın kapsayıcı dili, mantığı mı öne çıkıyor apansız? Yani gözünüzü kısıp baktığınızda bir çalım deneme, bir çalım roman olarak mı görünüyor kitap? Eğer böyleyse nasıl gerçekleşiyor bu, nasıl oluyor da böyle bir sonuca evrilebiliyor yapıt? Kozmik bilinci, savkarşı sav temelinde geniş bir yelpazeye dayalı yaklaşımla konuşturan yazar, tefrika olarak sürdürdüğü romanın “5 Haziran” tarihini taşıyan bölümünde şöyle diyor: “Şu siyasetin hızı bazen benim gibi kozmik bir bilincin hızını dahi geçer. Tüm bölgede nabız Suriye sorununda, Hatay’da atıyor diye Antakya’ya gittiğimde İstanbul, Ankara, İzmir, her yer karıştı. Bir oraya bir buraya yönelmekten serseme döndüm, nereye bakacağımı şaşırdım.” (166) Sonrasında, “7 Haziran”da şu notla karşılaşıyoruz: “Türkiye’deki siyasal hız neredeyse benim hızımı aşmıştı.” (172) Bu veriler, romanın bir eylem günlüğü bağlamında okunabileceğini gösteriyor bize. Neden mi? Çünkü yazar, yapıtını gazetede günlük olarak yayımlarken bir yandan top C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear