22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

OKURLA R A Vural Savaş Türkiye’nin en P ersepolis’i sonunda izleyebildim. OrtaDoğu’nun, İslâm dünyasının ‘Batılı yaşam normları’nı seçmiş insanları açısından bir tür manifesto boyutu barındırıyor bu çizgifilim. Yaratıcılarından Mariane Satrapi’yi dinledim bir seferinde, kendini İranlılığa kilitlemekten kaçındığını sevinerek gördüm: “Başka konular ilgimi çekiyor şimdi” demesi doğru ve güzeldi. Düz bir film ya da roman olarak Persepolis, bana öyle geliyor ki sıradan bir yapıta dönüşebilirdi, özgünlüğü asıl seçilen ifade yolundan geliyor. Maus da öyle değil miydi: O yetkin çizgiroman, yazılı bir roman kalıbında gücünü geniş ölçüde yitirmez miydi? ervasız pertavsız ENİS BATUR tanınmış hukukçularından biri. Hukuksal sorunlarda görüşlerine sıkça başvurulan Savaş’ın bilmediğimiz bir yanını ortaya koyuyor “Aşk, Şiir ve Müziğin Coşkusuyla”. Bir edebiyatçı, müzikçi, sanat insanıyla karşı karşıyayız artık. Savaş sizi bir limandan alıp bir başka limana, oradan da bir başkasına götürüyor. Seveceksiniz Savaş’ın kitabını. Gamze Akdemir de çok sevmiş olmalı ki hemen bir söyleşi gerçekleştirdi Vural Savaş’la. Rüştü Onur, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Zonguldak’ta bir yandan verem hastalığı ile pençeleşirken bir yandan da yeni şiirimizin en güzel örneklerini veriyordu. Yaşının çok genç olmasına karşın edebiyat çevrelerinin ilgisini çekmiş, kendine özgü sesi ve tekniği olan şiirler yazmış, “Garip şiiri”nin önemli temsilcilerinden biri sayılmıştı. Henüz 22 yaşında hayata veda eden şair Rüştü Onur’un eşi Mediha Sessiz’e yazdığı 71 mektup ve daha önce hiç yayımlanmamış yedi şiiri bulundu. Leyla Şahin ve İbrahim Tığ’ın çabalarıyla ortaya çıkarılan şairin eşine yazdığı, yıllarca saklı kalan mektuplarının yanı sıra dosyalarda kalmış şiirleri ve hiç yayımlanmamış özel fotoğrafları bir araya getirildi. “Rüştü Onur: Bilinmeyen Mektupları ve ŞiirleriMektubun Avcumda” adını alan kitap, Yılmaz Erdoğan’ın önsözüyle Kaynak Yayınları tarafından yayımlandı. Orhan Tüleylioğlu, kitabı hazırlayanlardan İbrahim Tığ’la bir söyleşi gerçekleştirdi. Politik bir roman “Utanç”. İktidar çılgınlığına kapılmış politikacılar, olgunlaşmadığını düşündükleri toplumun vasiliğine kendilerini atayan hırslı ‘dini bütün’ generaller, tepkisiz kalabalıklar, elbirliği ile demokrasisi delik deşik edilen bir ülke... Müthiş bir ironi ve derin bir hüzünle anlatıyor Salman Rushdie bu ülkeyi. Kitabı Eray Ak değerlendirdi. Bol kitaplı günler... TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap Anlatmanın azı çoğu P sinde boğulabilirdi içeriği. Kişinin duruşunun, dünyagörüşünün, siyasal perspektifinin her ne demekse doğruluğu ya da haklılığı ortaya çıkacak ürünün estetik düzeyini ve derinliğini doğuran özellikler arasında yeralmaz ne yazık ki; tersinin gerçekleşebildiğini Céline’den, Pound’dan biliyoruz. Persepolis ve Maus hakkında görüşlerimin uzun uzadıya bir ağırlığı olduğunu sanmıyorum: Çizgifilm ve Çizgiroman iki umman alan, mesafeli bir izleyici olarak kaldığıma göre yanılgı payım hafife alınamaz. Teknik ya da artistik düzlemde bilgisizliğimden kaynaklanan değerlendirme şaşılıklarım sözkonusuysa, kulak kesilmeye elbet hazırım. Kültür dünyamızda kendi payıma en çok eksikliğini duyduğum şey, kişisel boy ölçüşmelerden uzak tartışmaların, çarpışmaların, diyaloğun varlığıdır. Sorulabilir : Donanım zayıflığımı bile göre, neden bir çizgifilm ya da çizgiroman bağlamında sözalıyorum, susmak bu durumlarda erdemli davranış olmaz mıydı? Doğru olmasına doğru şüphesiz, gene de uzmanlık taslamadığım ortada. Persepolis’i izlemişim, Maus’u okumuşum, Theo Angelopoulos Persepolis filminden kareler Bu ölçü/lendirme bana canalıcı önemde görünüyor. Başyapıtların çoğu, büyüklüklerini yaratıcılarının seçtiği ifade yoluna ve onun gerektirdiği anlatım/dile getirme biçimlerine borçludur. Pek çok güçlü romanın sinemada cılız karşılık bulması en çok buna bağlanabilir örneğin; işe sıkı yönetmenler soyunduğunda bile. Geçenlerde, bir yazarımızın yeni romanını okurken aynı düşüncelere kapıldım: Olgun bir yaşamöyküsel anlatı kurabileceği “ham madde”den zaafları belirgin bir romana varmıştı bana kalırsa: Edebiyat, aslında “ne”yle “ne” yapılacağını doğru tayin etme sanatı. Aynısı, Sanat alanında da geçerli. Persepolis de yaşamöyküsel damar üstüne kurulmuş, gelgelelim ‘yazılı’ versiyonu düpedüz kötü bir “dönem tanıklığı”na pekâlâ dönüşebilir, bir karşıpropaganda çerçeve kafamın içinde bir “yan sorun” tabakası açmış bu yapıtlar, dile getirme isteği duymuşum her “içbükey”in arkasında bir zihin alıştırması yapma tasası yatıyor, güne bir denklem çatarak, bir denklem çözüm denemesine girişerek başladığımda hayatım benim gözümde daha bir anlam kazanıyor: Birey, eğrileriyle doğrularının ortalaması. Angelopoulos pisipisine öldü, ola ki görünen kazalardandı. Verhaeren’den Barthes’a, Orhan Veli’den Ergin Günçe’ye ve Hâşim Çatış’a, Sebald’den Angelopoulos’a uzun bir damar çekilebilir: Kaza sonucu ölenlerin dökümü. Canalıcı konu: Kaza. Beni, Losey/Pinter ikilisinin yetkin filmini göreli beri kurcalıyor, kurcaladı. Arte, selâmlamak için, “Sonsuzluk ve Bir Gün”ü programına almış: Oniki yıl aradan sonra küçük ekranın karşısına çivilendim, düşkırıklığım iyice artmış biçimde tamamladım seyri: Dozu epey kaçırılmış bir santimantalizm, inandırıcılıktan uzak monolog ve diyaloglar, kitsch’e teğet bir müzik, melodram boyutu taşkın bir film. Bana kalırsa, Tarkovski’de kılpayında güç belâ duran lirik duyarlık Angelopoulos’ta, kimi Balkan kökenli yönetmenlerde, kimi Türk sinemacılarında olumsuz etkilere yolaçtı. Slav kederi, Akdeniz’in doğusuna ve güneyine inerken renk değiştiriyor doğal olarak, kuntluğunu yitiriyor. Aynı duyarlığa çok daha yatkın görünen Almodovar nasıl düşmüyor peki, bu tuzağa: Humour’a yaslanmayı biliyor, duyarlığının aşırılıklarını bir tür sertlikle dengeliyor. Onda, Pasolini’den uzanan bir temel duruşun taşıdığı panzehir devreye giriyor, düşüncesindeyim. Tarkovski’nin alegorilerinin yerini Angelopoulos’ta simgeler alıyor bir başka zaaf. Tarihsel ve siyasal arka plan, sinemanın tehlikeli alanı: Doğrudan, haklı olandan yanalığını gösterme kaygısı bir yerde estetik düzlemde gevşemeler yaratıyor. “Çok şey” söylüyor, söylemek istiyor Angelopoulos’un kahramanları, neredeyse seyircinin anlama/ anlamlandırma gizilgücüne güven duymadığını kanıtlıyorlar yönetmenin. Belki de sınırlı bir izler kitleyle yetinmek istememenin biçimlendirdiği seçimdir. Ece’nin deyişiyle “ortalama idrak” hedef tutulduğunda söze başvurma, açıklama, altını çizme eğilimleri artıyor: Sinema, söz ekonomisi bağlamında hâlâ kararsız bir sanat olarak yoluna devam ediyorsa, bunda “seyirci kapasitesi” sorununun çarkta önemli payı temsil etmesi etkendir, diyebiliriz. “Sonsuzluk ve Bir Gün”ün karakterlerinde de simgesel yük ağır basmış: Kişiler değil de durumlar vurgulanmış. Sahiciliği geniş çapta zedeleyen bir yaklaşım. Yazar, yazar eşi, Arnavut çocuk, hizmetçi, kız ve damat, hakim ve ana, birer “kalıb”ın karşılığı olarak anlatılan öykünün içinde dolanıyorlar. Angelopoulos’ınki, kusurları niyetini örseleyen bir film. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç t Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız t Yayın Yönetmeni: Turhan Günay t Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya t Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı t Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. t İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 t Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. t Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden t Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü t Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya t Reklam Müdürü: Ayla Atamer t Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 t Yerel süreli yayın t Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1224 1 A Ğ U S T O S 2013 n S A Y F A 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear