25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

K Fethi Naci, kendine özgü biçemiyle Nurullah Ataç’la birlikte yazınsal eleştirimizin olmazsa olmaz iki öncüsünden biri kaldı hep. Umalım, dileyelim ki Gezi Direnişi, siyasal iktidara dönük bir eleştiri olgusuyla sınırlı kalmaz, sanatsal, ekinsel etkinliklere, çalışmalara da uzanır bu, hatta bilimsel, ahlaksal vb. alanlara sızarak enikonu bir silkelenmenin önünü açar. âle’sine âşık, dağ gibi yakışıklı, gözünü budaktan sakınmaz, yiğit, iyi yürekli ağabeyim Fethi Naci (1927–23 Temmuz 2008) gideli beş yıl oldu… Önceki yıllarda olduğu gibi temmuzun şu birkaç haftasını yine “Fethi Naci Zamanı”na ayırarak onu yeniden gündemimize alıp üzerinde düşünelim, düşünceler üretelim, yapıtlarına yönelelim, bu arada başkalarınca verimlenmiş eleştiri, deneme yapıtlarına yer açalım istiyorum… Bakarsınız Turhan Günay kardeşim, yukarıdaki fotoğrafımın yerine, yanına ya da sayfanın bir köşesine “Fethi Naci Aga”mın fotoğrafını da yerleştiriverir, sevinilmez mi… Fethi Naci bir Marksçıydı, kuramcı olduğu denli eylemciydi de. Siyasayla sıcak ilişkilerine karşın yazınsal eleştiriye geldiğinde iş, roman, öykü ne olursa olsun bir bilimci tutumu sergilemekten geri durmazdı. Bu nedenle alabildiğine soğukkanlıydı yapıt karşısında. Bana sorulursa onun yazınımızdaki en belirgin özelliği, öne çıkan yanı buydu. Bu doğrultuda roman ya da öykü, türünün gereklerini karşılamak zorundaydı, işlevini o zaman yerine getirirdi çünkü. Bu nedenle ideolojik açıdan görüşlerine katılsa da bir romanı, roman sanatı açısından beğenmeyebilir, ideolojik açıdan karşı çıktığı bir romanı ise roman sanatı açısından beğenmişse bunu yazmaktan kaçınmazdı. Yazılarında “Bence”, “Bana göre” vb. deyişler kullanırken nesnel tutumunu yansıtırdı bir bakıma. Ama yapıta, yazarına yönelik kızgınlığının ya da sevincinin öznel tutumu bağlamında algılanması gerektiğini de duyururdu sanki. Beğendiği romanlar sıralamasını yıllar içinde değiştirirken değişime dönük vurgu getirirdi böylece göz açıp kapayana dek. Yazar olarak Mehmet Eroğlu, Kaan Arslanoğlu, Fatih Atila üçlüsünün üzerinde dururken siyasal romancılığımız alanında yeni bir kanalın açılmasına aracılık yaptığı, böylelikle bir değişimin mimarlığında da pay sahibi olduğu düşünülebilir onun. Fethi Naci’nin bu katkısı bugün de alanda etkisini koruyor bana göre. Onun roman yazıları içinde tartışmaya en çok yol açanı Tahsin Yücel’in Peygamberin Son Beş Günü (1992) üzerine kaleme aldıkları oldu belki. Kaba gerçekçiler avuçlarını S A Y F A 14 n 18 T E M M U Z itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com FETHİ NACİ ZAMANI1 ‘Gerçekçilik, yeniden!’ ovuşturup övgülerle karşılarken bunu kimileri var güçleriyle karşı çıktı buna. Ama hiç kimse Fethi Naci’nin, bu romanda yazarın kurduğu evrenle yarattığı karakterin örneklem bağlamında yanlışlığına değgin vurgusu üzerinde durmadı yazık ki… Fethi Naci, bu kendine özgü biçemiyle Nurullah Ataç’la birlikte yazınsal eleştirimizin olmazsa olmaz iki öncüsünden biri kaldı hep. Umalım, dileyelim ki Gezi Direnişi, saltık anlamda siyasal iktidara dönük bir eleştiri olgusuyla sınırlı kalmaz, sanatsal, ekinsel etkinliklere, çalışmalara da uzanır bu, hatta bilimsel, ahlaksal vb. alanlara sızarak enikonu bir silkelenmenin önünü açar. Fethi Naci’nin ilk yayımladığı kitaplar arasında Gerçek Saygısı’nın (1959) yeri, kurduğu yayınevine “Gerçek” adını verişi unutulabilir mi? İşte tam bunlarla örtüşürcesine şunca yıl sonra bir kitap daha çıkageldi… Yılmaz Onay; Gerçekçilik, Yeniden! (Yordam, 2012) GERÇEK, GERÇEKLİK, GERÇEKTENLİK… Yılmaz Onay da Fethi Naci gibi Marksçı, eylemci, kuramcı çok yönlü bir aydın. Oyun yazarı, romancı, çevirmen, tiyatro öncüsü, yetkesi, yönetmen… Son olarak yayımladığı Gerçekçilik, Yeniden! onun, farklı yapıda kurguladığı önemli bir yapıt. Nasıl bir farklılık bu, neden önemli sonra? Baştan bu yana içlidışlı olduğu kuramsal alana dayalı bir yapıt üretebilirdi yazar kuşkusuz. Sözgelimi bilimsel açıdan alanını sınırlayıp, kavramsal temelde bunu geliştirerek adımlarını bu veriler üzerinden atar, sonuca ulaşabilirdi. Çevirilerinden önce özgün yapıtları, kuramsal alandaki egemenliğini ortaya koymaya yetiyor nitekim. Ama böyle yapmıyor yazar, sanki bir çalıştay düzenlenmiş, Türkiye kadar Avrupa, Amerika sanat ortamlarından temsilcilerin de katıldığı popüler düzlemde o da bu olguyu tartışmaya yöneliyor canla başla… Halkayı, yaşamsal açıdan her insanı ilgilendirebilecek noktada, en geniş açıdan yakalayıp, oradan başlayan sağmayla bizi kıskıvrak yerimizde tutacak biçimde sürdürüyor düşünce adımlarını Onay. İlk dikkati çektiği, içinde yaşadığımız, kafamızı allak bullak eden kavram kargaşası yazarın. Zaten kitap, dizgeli biçimde İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurgulandığı gösterilen kavram kargaşasının çözümlenmesi, sonrasında bütün kavramların yerli yerine oturtulup doğru kavramlar eşliğinde dünya genelinde kavgasının verilmesi yönünde yapılandırılmış… Yılmaz Onay, “yaşamda sınıf politikaları açısından gerçekçiliği irdelemek” gerektiğini vurgularken şunları paylaşıyor okurla: “Yaşamda tutum olarak yalanın egemen kılınması ağırlık kazandıkça, bunu sağlamanın önemli bir parçası olarak sanat alanında 2013 L Fethi Naci (19272008) Peki, “bu yalanların bedelini gösterip hesabını soracak uluslararası örgütlü bir ‘gerçekçilik mücadelesi’”nden söz edilebilir mi? Bu doğrultuda, “eğer (bir) ‘gerçekçilik’ mücadelesi(.) başlatmamışsak, bu yok edici kısır döngüyü, göz göre göre yaşamak zorundayız” demektir (38, 39), bu ise “ancak adı konmuş bir ‘gerçekçilik mücadelesi’nin insanlığın gündemine yerleşmesiyle mümkündür.” (43, 44); “Çünkü işi gücü ve tüm ustalığı, bu pisliklerde esas suçluyu gizleyip, gerçeği örtbas ederek meseleyi yalanlara boğmak olan özel geliştirilmiş muazzam bir kitle iletişim makinesi var (ama) karşısında ‘işi gücü ve tüm ustalığı bu yalanların maskesini düşürüp gerçeği insanların ‘gözüne sokmak’ olan, adı konmuş, örgütlü bir ‘gerçekçilik mücadelesi’ yok!” (49, 50) Yılmaz Onay, insanlığa yönelik bu gerçekçilik bildirisini canlı tartışmalarla, şaşırtıcı pek çok örnekle destekliyor. Sözgelimi toplumsal gerçekliklerin içinden geçerek ülkemizde “komünizm düşmanlığı”nın insanları savurduğu günümüze geliyor, ardından OYÇED’de (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) gelişen, Uluslararası PEN örgütünün genel merkez yöneticileriyle yapılan gerçekçiliğin, buna dönük kavramların sorgulanıp tartışıldığı oluşumları paylaşıyor okurla. Bu arada sanat alanında da olsa ilkin “nesnel toplumsal gerçeklikler” (104) üzerinde durmak gerektiğini vurguluyor özellikle. Ancak ilginç bir saptaması da var yazarın: “…[G]erçekçilik kavramı aşındırılmış gibi bir durum var, bu nedenle de bilerek bir uzaklaşma tavrı seziliyor” bundan. (105) “İşimiz hayli zor” (141) yani… BÜTÜN SANAT ALANLARI İÇİN GERÇEKÇİLİK! Müzikten resme, plastik sanatlara, şiirden romana, tiyatroya hemen bütün alanlara uzanıyor Yılmaz Onay, geniş oylumlu çalışmasında. Böylelikle farklı tatta, kuramsal bir kitap getiriyor önümüze. Söyleşi havasında eylemselkuramsal biçemle kaleme alınmış, sürekli günlük yaşantıdan, olgusal olandan beslenen bir kitapla karşı karşıyayız demek ki… Bütüne bakıldığında yapıtın diyalektik yöntemle birbirine geçmeli nitelikte örüntülendiği ortada. Popüler anlatı iklimiyle de buluşulduğundan, yalnız zevkle okunmuyor, ötesinde ciddi işleve de karşılık geliyor kitap. Onay, gerçekçilikten kopuş sürdükçe sanatın halkla bağının da süreç içinde kopabileceğini, halkın sanattan uzaklaşabileceğini vurguluyor. Nitekim alımlayıcının bir tüketici gibi kabullenilmesi, insanların birebir gerçeklikten koparılarak sanal gerçeklik yanılsamasıyla kuşatılması bunu ele veriyor. Bu durum, giderek “mış gibi görünen”, ama gide gide kendisi olmaktan koparılan bir yapay üretimler dizisiyle yüz yüze getiriyor bizi. Yazar, yapıtını zengin bir kaynakçayla, buna dayalı alıntılarla destekliyor. Ancak kimi tartışmaları aktarırken kullandığı “sayın”, “sevgili” vb. nitelemler, kitap buna görece olanak tanısa da metin içinde yadırgatıcı duruyor. Aynı şekilde kimi alıntı yinelemeleri de okuma zevkini gölgeliyor. Sonuçta bir manifestoyla karşı karşıyayız. Biz de “o yalancıların ‘sanatsal özgürlük’ diye kopardıkları kof yaygaranın onda biri kadar ‘yeniden gerçekçilik’ diyebil(meliyiz)” oysa Onay’a göre… (164) O halde “Öfkelenin!” diye haykırırcasına, “Gerçekçilik, Yeniden!” deyip “egemen olan yalancılığa karşı (bir) gerçekçilik mücadelesi” (173) verilmesi gerekiyor. Yalnız sanatsal eleştiriler için değil her alan için geçerli bu! Gezi Direnişçileri de bundan kendilerine düşen payı çıkaracaktır kuşkusuz! Adım gibi biliyorum, Fethi Naci de yukarıdan keyfini çıkararak onları izliyor zaten… n K İ T A P S A Y I 1222 da ‘gerçekçilik’ kavramından uzaklaşma, günümüze dek hızlanarak sürdü. (…) Sanat alanındaki bu gerçekçilik düşmanı demagojik süreç, hiç de rastlantı değil…” (12, 13); “[B] u ‘demagoji’ çağında gerçeğin kendisinin açığa çıkmasından ürkmeksizin tartışabilmek olmalıdır hepimizin amacı.” Bu nedenle “…’gerçekçilik’in bir akım değil bir ‘tutum’ olarak her alan için geçerli olduğu konusunda okuyucu” uyarılabilmeli… (17, 18) “…[G]ünümüzde, artık ince falan da değil, düpedüz pervasız ve apaçık kaba yalancılık egemenken, bunun farkına varılmamasını veya en azından üstünde durulmamasını, hele kazara farkına varılmışsa, adının asla konmamasını sağlamak için geliştirilmiş entelektüel baskı ve hatta terör yöntemleri öylesine incelikle uygulanıyor ki, buna karşı, hiç çekinmeksizin ‘gerçekçilik’ olarak adını koyup mücadeleye girmek kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur çoktan beri.” (23, 24); “Dolayısıyla ‘gerçekçiliğin’ daha etkin ve yaratıcı yöntemler bulması gerekiyor.” “Üstelik yalnızca maske düşürmekle de kalmayıp, bugünün içinde ‘gerçekten’ saklı olan geleceği de görüp gösterebilmelidir ki, insanları kapitalizmin sürüklediği amaçsızlık bunalımından kurtarabilsin.” (29, 30) Bundan ötürü, daha “giriş” bölümünden anlaşılacağı üzere açık ki, insanlığa yönelik bir bildiri bu, o halde… YALANLAR ÇAĞINA KARŞI GERÇEKÇİLİK BİLDİRİSİ Söz konusu bildiriyi Onay, adım adım geliştiriyor. Her ne kadar kitabını, “Sanat Alanı Dışında”, “Sanat Alanında” gibi iki ayrı bölüm halinde yapılandırıyormuş gibi görünse de aslında birbiri içinde harmanlayıp bütünlüyor. Bu çerçevede BrechtLukács tartışması odağında olgunun kuramsal yanını çatarak deşen yazar, sosyalistlere, sol kesimlere yönelik uyarılar getirirken sağa, günümüzdeki temsilcilerine yönelik de ciddi tartışma kapıları aralayacak sorular üretiyor. C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear