Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bir hesaplaşmanın içindeyiz ama ne ile ve hangi nedenle hesaplaştığımızın bilincinde değiliz. Yani böyle giderse eğer Türkiye’ye çok yazık olacak… Toparlanması için yeniden çok uzun yıllar gerekecek. Artık her şeyin artan milli gelir olmadığını öğrenmek zorundayız. Tabii bir de günümüzde sömürgeciliğin nasıl egemen olduğunu anlayalım ki, daha çok sömürgeleşmeyelim. Bir atasözü var biliyorsun, iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır diye. Bizimkiler iğneyi görmemişler bile ama ellerinde çuvaldız sağa sola saldırıp duruyorlar, oluru yok anlayacağın. Bu tür ile savaşmak da zordur, hani akıllı düşman derler ya… ? “İSTANBUL’A HERHANGİ BİR BAĞLILIĞIM KALMADI” İstanbul’un ilk belediye başkanının Proklus olduğunu öğrenmişsin Orhan Duru’dan. Son belediye başkanının uygulamalarına ne diyorsun? Başbakanın hayalindeki cami projesi başta olmak üzere İstanbul, kentleşme açısından, nerede bugün? Proklus’tan bugüne köprünün altından çok sular akmış anlaşılan. Bir önceki sorunu yanıtlarken Türkiye’deki devlet adamlarının kifayetsizliğini söylemiştim. İstanbul belediye başkanı, şehrin en ünlü muhallebicisi olan Saray muhallebicisinin sahibidir, bu işi bile iyi yapamıyor. Beyoğlu’ndaki Saray Muhallebicisi’nin yerinin değişmesine ve olduğu yere bir alışveriş merkezi yapılmasına eyvallah diyebilmiş birisidir o. En yenilerde İnci pastanesi’nin yerinden alınmış olması da bir örnek. Ünlü Markiz pastanesinin bugün geldiği hali görmek bile istemeyebilirsin. Bir şehir nelerle ünlenir? Varlığını nasıl sürdürür? Paris’te biz seninle artık Café de Flore’a gitmiyoruz, neden? Çünkü orada kahve çok pahalı ve çok turist geliyor ama her gelen turist cafénin mönüsünü eline aldığında, oradan kimlerin gelip geçmiş olduğunu okuyor, anlıyor ve şehir hakkında biraz daha bilgileniyor. Yani bir pastahane, café deyip geçmemek gerekiyor. Şehrin burjuva yaşantısından, gençliğinde hiç nasip almamış, yalnızca çamurlu sahalarda top koşturmuş insanların İstanbul gibi bir devi anlamalarını beklemiyorum. Onlar için ancak siyasi bazı imler önemli olabiliyor. Yani ille Taksim Meydanı bozulacak, ille kocaman cami yaptırılacak vs. gibi. Bu bizim içinden gelmediğimiz, ama bugün Türkiye’de egemen olan kültür. Zaten ne demişlerdi, “beğenmiyorsan bas git” dememişler miydi? Biz de bastık gittik işte. Ben kendi adıma İstanbul için yapacaklarımın hepsini yaptığımı kabul ediyorum. İstanbul Şarkıları Kitabı ve ardından 40 ıncı sanat yılı sergim (Fotograf sanatçısı Gültekin Çizgen ile), Kostantıniyye Haberleri gazetesi ve “İstanbul Bir Maceradır” sergisi. Bunların hepsi tarihe not düşülmüştür yani İstanbul bana artık kızamayacak. “İstanbul Bir Maceradır” sergisinin küratörlüğünü yaptın. Nasıl algılandı bu sergi? Kimler gezdi ve ne denildi? İstanbul’a bağlılığın, biraz da uzun süredir Fransa’da yaşamandan kaynaklanmıyor mu? Öncelikle şunu açıkça söylemeliyim, benim artık İstanbul’a herhangi bir bağlılığım kalmadı. Eğer bir gün Türkiye’ye dönüp orada yaşamayı seçersem, o zaman İzmir’e yerleşirim. Hiç olmazsa azınlıkları yıllardır barındırmış bir şehirdir ve böyle bir kültürü vardır. Benim Fransa ile olan ilgim ve ilişkim 35 yıla yaklaşıyor, 16 yıldır da burada yaşıyorum. Yani İstanbul’da yaşamış olduğumdan daha uzun süre, Ankara’da yaşamış olduğumla aynı süredir Fransa’dayım. Burada olmaktan da ayrıca çok memnunum. Türkiye ile olan ilgim ve ilişkim, Türkçe yazan bir yazar olmaktan ve Türkiye’de bir gazete için çalışıyor olmaktan kaynaklanıyor, 40 yılı aşkın süredir gazetecilik yapan birisi olunca, ister istemez uzmanlaşıyorsun… Türkiye’de son yıllarda olup bitenlere baktığımız zaman, artık iyice azınlıkta olduğumuzu görüyoruz. Ben kendimi öyle “aydın” falan diye tanımlamıyorum, kendi halinde bir şairyazar olarak görüyorum. Dikkat edersen yazdığım romanlarda da, daha çok, karakterlerimi dünyada dolaştırıyorum. Şimdi “Son Darbe” romanımda biraz daha çok Türkiyeli azınlıklardan yani benim gibi azınlığa düşmüş olanlardan söz edeceğim ve onları anlatmayı deneyeceğim. Sergiyi kim gezdi, kim anladı? Kimse gezmedi ve kimse de anlamadı!.. Serginin söylemeye çalıştığı pek çok mesajı vardı. Topkapı Sarayı’nın iç avlusunda revaklarda açılmıştı. Dünyada ilk serginin, yanılmıyorsam İskenderiye’de, revaklarda açıldığı söylenir. Bronza dökülmüş olan İstanbul’lar, sarayın duruşuna göre belli bir çizgide asılmışlardı, bir söylemi vardı. On üç yazarımızın, on üçer satırdan oluşan İstanbul’ları da bronza dökülerek tarihe armağan edildi. Bu metinleri Kostantıniyye Notları kitabıma aldım, ayrıca İngilizce ve Fransızca çevirileri ile serginin kitapçığında da var. Her bronz figürün üzerinde benim İstanbul Şarkıları kitabımdan alınma diziler de vardı. Sergi kitapçığında bu dizeler de İngilizce ve Fransızcaya çevrildi. Tarık Günersel ve Beverly Barbey’in bu konudaki çabalarını anımsatmak isterim. Sergilenen eserleri Semra ve Birol Ecer hazırlamıştı. Ciddi bir çaba ve emek söz konusuydu. Ancak işin zanaat kısmındaki Birol Ecer huysuz bir adam çıktı. Açıkçası düşleyemediği bir iş gerçekleşince, birden bire “ne oldum yahu” deyiverdi, o yüzden serginin devamından elimi eteğimi çektim, yoksa bu sergi ile İstanbul, Moskova’ya, Paris’e, Milano’ya gidecekti hemen hemen her şeyini hazırlamıştım. Nitekim bu şehirlere daha sonra başka sergiler götürdüm, başka sanatçıları taşıdım. Sergi için elektronik müziğin harika çocuğu, Erdem Helvacıoğlu 13 dakikalık bir İstanbul müziği hazırlamıştı, açılışta konukların 13 dakikasını sessiz olarak alamadık. İkramlarımız daha çok ilgi çekti! Ayıp oldu yani… Yani “İstanbul Bir Maceradır” sergisi tam bir macera oldu. Asılı kaldığı sürece pek çok turist tarafından gezildi ama bir tek sanat eleştirmeni zahmet edip ne eleştirdi ne de övdü… Daha anlatmamı ister misin? Maceraydı işte… ? Kostantıniyye Notları/ Cüneyt Ayral/ Bence Kitap/ 246 s. 14 MART 2013 ? SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1204