Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ROMANCILARIMIZ ARASINDA13 Selim İleri’yle yazının içlerine yolculuk... Selim İleri anlatılarındaki yazarların temel karakter bağlamında imgeye evrilişi on yıllara yayılan geçmişe sahip. Hep biliyoruz ki yaşayanı, ölmüşü, kurgusalı, İleri’nin anlatı evrenlerinde yazarlar sürekli bütünlük sergiliyor, bu yönde alınıp işleniyor, sonra yapılandırılıp verimleyici yazarı da içine alan çevrimsel nitelikte bir karmaşayla doruğa çıkarılıyor. elim İleri’nin öyküleri, öykücülüğü üzerinde durduğum halde aralıklarla, romanlarına, romancılığına gereğince eğilemediğim ortada… Yarın Yapayalnız (Doğan, 2004) için karaladığım satırların ardından neredeyse on yıl geçtiğine göre daha ne söylenebilir? Oysa son üç yıl içinde yayımladığı iki roman, onun, öykücülüğümüzdeki yeri ne denli önemliyse romancılığımızda da buna denk ağırlığa sahip olduğunu, ötesinde öykümüzde taşıdığı özgül ağırlıkla özgünlüktekine benzer biçimde işlevsel eşik halinde durduğunu apaçık gösteriyor kanımca… Konu edineceğim Everest yayını iki roman Bu Yalan Tango (2010) ile Mel’un (2013)… Kurduğu roman evrenleri, yarattığı romancı karakterleri, bunlar kadar yazınsal sorunlara yönelik yaklaşımları, bunları sorunsal bağlamında biçimlendirerek yapıtlarında somutlayışı, ayrıca roman yazarı konumuyla romancılığımıza getirdiği farklı, içtenlikli bakışıyla bu bağlamda serimlediği açılımlar üzerine İleri’nin andığım iki yapıtında bir gezintiye çıkalım istiyorum. Yine güneşlerin söndüğü, geçmişin ancak kimi ayrıntılarda kendini ele verdiği, delice bir hesaplaşmanın sürgit yinelendiği, pişmanlıkların gizlendikleri yerlerden birer birer sökün ettiği evrede, bütün bunların üzerine kanaviçe motifi gibi konduruluveren kelebek hercailiğinde sürdürülmüş bir yazarlık… Kendisi de artık orta yaş eşiğinde duran yazar Ufuk Işık, yukarıdaki özellikleriyle yazar Fatma Asaf’ın doksanıncı yaşına armağan edilecek bir “ırmak söyleşi” için kolları sıvamıştır Bu Yalan Tango’da… Bildik, alışıldık roman evreni denebilir elbette Selim İleri’nin Fatma Asaf aracılığıyla getirdiklerine bakılarak… Ama değil, bunu kavrayabilmek için biraz derinleşmek gerekiyor… Çünkü romanın daha girişinde şunu söyletecektir İleri, romancı karakteri Fatma Asaf’a iç ses halinde: “İsmim bile ne kadar C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I S eskimiş! Fatma Asaf… Muazzez Tahsin, Süha Rikkat, Kerime Nadir; o isimlerden kalma. O zamanlardan kalma.” (4) Ne anlama geliyor peki bu? Yaşamın içinden süzülen yazarlarla kendisinin yine bir yazar konumuyla roman yazarı olarak yarattığı karakterler, olgusal bütünlük içinde yaşamın derinlerine dalarken yaşamışı, yaşayanı, kurgusalıyla tümü birden birer roman karakteri olarak işlenebilir. Bu ise romancı öznesinin, olgusalı, kurgusalı ile laboratuvara alınıp incelenebileceği anlamına gelecektir bizim için… Ancak bu ayrıntılara girmeden şunu vurgulamayı zorunlu görüyorum ilkin… Roman evreninde önümüze serilen yazar karakterleri bahçesi, tek satırında olsun bir yazınbilimsel metin ya da deneme havası yaymıyor. Ama yine de, sanki bir yazınbilimsel kitapla buluşulmuşçasına dingin bir duygu yaşanıyor okurken. Bu yanıyla bir mükemmellik yansıtıyor yapıt. SELİM İLERİ YAPITLARINDA “YAZAR” İMGESİ… Selim İleri anlatılarındaki yazarların temel karakter bağlamında imgeye evrilişi on yıllara yayılan geçmişe sahip. Hep biliyoruz ki yaşayanı, ölmüşü, kurgusalı İleri’nin anlatı evrenlerinde yazarlar sürekli bütünlük sergiliyor, bu yönde alınıp işleniyor, sonra yapılandırılıp verimleyici yazarı da içine alan çevrimsel nitelikte bir karmaşayla doruğa çıkarılıyor. Nitekim Ufuk IşıkFatma Asaf, aralarında neredeyse kırk yaş bulunan bu iki yazar kendi yaşamlarına doğru yolculuklara da çıkıyorlar söyleşilerinde; anımsayış, çağrışım, bilinç akışı vb. örgelerle. Üstelik bizimki kadar öteki dillerdeki yazınlara da uzanan bir dünya açılıyor önümüze. Yaşamayı sürdüren ölülerle dirimsel varlıklarını sürüklese de “ölü” bağlamında nitelenebilecekler arasında döngüsel anlamda ilerleyen anlatı, yazın dünyasının yüzyıl başlarına dek geri giden derinlikli bir katman getiriyor okur önüne. Sonuçta Selim İleri’nin kaleminden dökülen, ama herhangi yazarın altından kalkamayacağı yetkinlikte bir anlatı somutlanıyor yazınsal gerçeklik olarak. Tabii göz kamaştırıcı ustalıkla. Gerek işlevsel gerekse dolgu amaçlı ayrıntıların işlenip yerleştirilmesinde, serpiştirilmesinde sergilenen güzellik eşliğinde… “Siyaha çalar kül rengi” bir yazar olarak da alınabilecek Fatma Asaf; kendine dönük kızgınlıklar üretirken başkalarının kendisine yakıştırabileceğini kestirdiği nitelemelerden de alabildiğine kaçmaya çalışacaktır ürpertiler içinde… Bir yanıyla Fatma Asaf’tan önceki kuşakla 1900 başlarına uzanırken romandaki yazarlar yelpazesi, öte ucuyla 1980 sonlarını da aşarak neredeyse günü1240 müze dek geliyor. Böylelikle yazarların hem kendilerinin hem de verimlerinin toplumsal olgularla, oluntularla ilişkilenişi çerçevesinde sergiledikleri değişimlerin içine girebiliyoruz hiçbir güçlük çekmeden. Sözgelimi, Fatma Asaf’ın yaşadığı anne baba ayrılığı, sığındığı o güzelim anneannenin korunaklı kolları, sonradan tanışacağı üvey kardeşler, bir kitabevinde tezgâhtarlık, burada tanıyıp öyküneceği yazarlar, dönemin etkisiyle verimlemeye koyulacağı yapma çiçek benzeri öyküler, romanlar, bunların tefrikaları, yayınevi sahiplerinin açgözlü etkileriyle yayımlanan kitaplar, bir evlilikle ortaya çıkan sınıf atlamaya dönük davranışlar, yeni çevrenin Fatma Asaf’tan beklediği Simone de Beauvoir benzeri rol modelliği çerçevesinde Virginia Woolf, Katherine Mansfield vb. örnekler romanın bütününe yayılan işlevsel ayrıntılara dayalı geniş yelpazede, ama gerekli doygunlukta, ustalıkla yerleştiriliyor romana… Sonra aşklar elbette… Fatma Asaf’ın yaşamak isteyip yaşayamadığı, ancak içinde çöreklenmiş halde tetikte bekleyen, romanlarında yeniden yeniden yaşadığı… Böylelikle biz bütün bu toplumsal yapı üzerine kurulmuş yazınsal birikimimizin simgesi bağlamında Fatma Asaf aracılığıyla tüm toplumumuzu, cumhuriyetten günümüze gelen, bunun yazınımızı etkisi altına alan oluntuları, yazındaki yansımalarını hem bir yazın ansiklopedisi olarak algılıyoruz hem de yazın sorunları karmaşasını irdeleyen bir yazınbilim kitabını okurcasına zenginleşiyoruz. Ne ki okuma sürecinde romanın yaydığı koygun tat bir an bile terk etmiyor bizi. Bu yaklaşım, en genç yazarlarla ileri yaşa varmış en olgun yazarların birbirine ayna tutarak yazınımızın yüzyılına bakma, sorunsal bağlamında bunu tartıp sorgulama fırsatı yaratarak farklı bir bakış yöntemi de sunuyor aynı zamanda. Selim İleri romanlarında, yazar ya da öteki türlerin verimleyicisi tüm sanatçı karakterlerin, sonuçta sanatçı imgesi yaratmaya dönük birer yapıtaşı gerecine dönüştüğü görülebiliyor. Bu Yalan Tango’daki Fatma Asaf’la Ufuk Işık, bütün bunları düşündürürken yazının içlerine yaptığımız yolculuğu da alabildiğine derinleştiriyor… aşılmaz, geçilmez çelişkiye dikkat etmelerini dilerim… Bu yapıtlara dalabilmeyi, evrenlerinde gezinebilmeyi, bunlara özgü karakterlerle ilişkilenmeyi başaran her okur, aynı zamanda Selim İleri’nin önümüze serdiği bu zengin dünyayla içlidışlı, yazının gizlerine erme hüneri de kuşanacaktır yanı sıra. Ne denli gerçekçi bir yazar İleri. Elbette söz konusu yaklaşımı becerebilenler için geçerli bu. Bunu başaramayanlar Proust’un, Mann’ın dünyasına da öylece bakacaklardır kuşku yok ki. Bu getirdiklerinden hareketle İleri’nin ustalıkla altından kalktığı yan, gerçeklikle kurmacanın kucağında yaşadığı olgusallığa karşın bunu çözümleme olanağı sunmasında aranmalı bana göre. Selim İleri bu güç işin altından, açık kimliği örtükleştirerek, bu arada kurmaca kimliğe ise enikonu tanınırlık yükleyerek kalkıyor. Bütün bu nedenlerden ötürü Selim İleri’yi bir yazar olarak hem doksanıncı yaşına varan Fatma Asaf’ta, hem de onunla bu söyleşiyi yapan ellilerinin ortasındaki Ufuk Işık’ta görmek, onun bu bağlamdaki karakter değişimlerini izlemek olanaklı… Ama bu ikisi arasında yer değiştirirken, alabora yaşamak bir yana ikircim dahi sergilemiyor yazar. Bu Yalan Tango’yu, sıradan bir yazın dünyası teşrihinden, yazar dedikodularından ayıran güçlü yan da buradan besleniyor zaten. İLERİ’NİN ROMANINDAKİ YAZINSAL DİNAMİZM… Selim İleri, her zaman yaptığı gibi bu romanında da öyle renkli öykücüklerle, anlatı bağlamında farklı hikâyelerle buluşturuyor ki bizi, adeta bir roman ansiklopedisinden içeri girer gibi oluyoruz yapıtı okurken. Antikçağ metinlerinden klasik tragedyalara, her yakasına uzanıyor sanatın Selim İleri. Bu arada edebiyattan tiyatroya, operaya, müzikten resme, sinemaya okuru bütün sanat türlerinde, alanlarında, üstelik bizim kadar öteki dillerdeki yazınların da verimleri, yaklaşımları, sanatçıları arasında gezindiren yapıtıyla yazınımızda neredeyse tek başına parlayan bir yıldız görüntüsü yayıyor. Kaldı ki acı gerçeklikleri içsel dokunuşlarla yazabilen kaç yazar var Selim İleri gibi? Bir nektar yudumlarcasına koygun tat bırakan anlatımıyla Selim İleri’den yeni romanlar okumak, şu yoksul, kasislerle dolu yazın yolculuğumuzda ferahlatıcı soluklanma olanağıyla etkiliyor insanı. Elbet İleri’nin “denize saçılmış” (23) renkleri, solgun, gün karası, küllenmiş ama yine de parıldayan takıları, insanı ağlatacak denli işlenmiş giyitleri daha neleri neleriyle… Selim İleri, bu havasıyla 1930’ları, 40’ları da yeniden kuruyor bir bakıma… 1980 öncesi gençlik dönemi verimlerinde, o yılların gerçeklik kavrayışına yaslanarak bunları nasıl örüntülemişse, bu kez çok daha bütüncül bakışla, neredeyse Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayıp tüm cumhuriyet tarihine yayılan bir kültür panoraması çıkarıyor önümüze. Beri yandan onun romanlarını okumak, adına İstanbul denilen bir kozmopolit ülkeye giriş, bu gizli dünyanın dağdağasında savrulma anlamına da geliyor elbette. Bu yüzden ne Selim İleri anlatılarına bir son biçilebiliyor ne de onun bu sanatlı yolculuklarından kaçılabiliyor. Haftaya, bu kez Mel’un adlı romanını kolumuza takarak sürdüreceğiz “Kitaplar Adası”ndaki Selim İleri yolculuğumuzu. O, bunu öylesine hak ediyor ki… n 2013 n S A Y F A 23 YAZARLA YAPITI ARASINDA O AŞILMAZ ÇELİŞKİ… Selim İleri, acıtıcı bir ironiye göz kırparak, okurun kendisiyle karakteri Ufuk Işık arasında koşutluklar kurması için adeta apaçık oynuyor. Sevindimli aptallıkla, taşra geğirgenliğiyle Ufuk Işık’ın Selim İleri’yi anıştıran kimi yanlarına bakarak, “He he” diye gülüp geçeceklerin, bu bağlamda romanın önümüze serdiği yazarla yapıtı arasındaki o 21 K A S I M