Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Deniz Can B. ile “Gözleri Hep Çocuk” adlı romanını konuştuk ‘Kadınlar özgür olsa dünya yerinden oynar’ Her şeye sahip fakat iç çatışma ve bunalımlarının içinde kendini arayan Aslı. Bıkkın ama hâlâ maceracı, hâlâ çocuksu ruhuyla yeni bir soluk arayan Fırat. Firuze Hanım, Kemal Bey, Seren, Ümide; hepsi farklı ailelerden, farklı pratiklerden geliyor. Hayatımızın içindeler. Ellerindeki onca şeye rağmen isteklerini tam olarak gerçekleştirememişler ve yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Her insanın içine düşebileceği çatışmalarla hayli tanıdık geliyorlar, biz gibiler. Hem de nasıl! Sosyolog yazar Deniz Can B. ile “Gözleri Hep Çocuk” adlı romanıyla ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik. r Gamze AKDEMİR oman kişilerinin temel kaygısı, mücadelesi ve önceliği nedir? Romandaki karakterlerin hepsi elindeki onca şeye rağmen isteklerini tam olarak gerçekleştirememiş, yaşama tutunmaya çalışan insanlar. İstedikleri sadece mutlu ve rahat bir yaşam. Ama her biri farklı aileden, farklı pratiklerden geliyor. Uyumsuzluğun ve çatışmaların başladığı nokta burada. Herkes kendisi olmaya çalışırken bir yandan da birlikteliğin çatışması doğuyor. Fotoğraf: Kaan Sağanak remedikleri istekleri, tepkileri de var. İletişimsizlik aslında bir sınıfın özelliği. Bu sınıfta kişisel çıkarlar, beklentiler ön planda, doğal olarak gerçekliklerinden çok olmak istedikleri hallerle çıkıyorlar yaşam sahnesine. Bence bu mutsuzluğun daniskası! Ümide… Nasıl bir panzehir oluyor Aslı’nın hayatında? Ümide aldatışlarımızda, aldanışlarımızda hep özlemini çektiğimiz, aradığımız, aramaya devam edeceğimiz ama bulamayacağımız tılsımlı kişi. On sekiz yaşımdaydım, arkadaşlığı, dostluğu iliklerimizde hissettiğimiz zamanlardı, geceler boyunca birbirimize “Dostluk nedir?” diye sorar, bir tanım bulmaya çalışırdık. Sonunda “kendinde olanı, ihtiyacı olduğu halde sana verebilen dosttur” tanımında mutabık kaldık. Başarabildik mi? Hayır. Bu tanımı yaptığım arkadaşlarımın bazıları hala yakın arkadaşlarım ama hiçbiri Ümide olamadı, ben de kimsenin Ümidesi olamadım. Sistem, ne kadar karşı koymak istesek de bizi içine alıyor, tam kapılmasak da hayalini kurduğumuz yaşamı, ilişki biçimlerini yaşayamıyoruz. Ümide’nin kitap içinde başka bir yeri daha var ama o da okuyucuya sürpriz olsun. “SİYASİ VE İKTİSADİ DÜZENLE BİÇİMLENİYORUZ” Romanda fonda kalsa da siyasi bir boyut da var. Bunu da anlatır mısınız? Yaşamlarımız genelde siyasetin fonunda kalıyor, siyasi ve iktisadi düzen oturuşumuzu, giyinişimizi, konuşurken seçtiğimiz kelimeleri, sağlımızı, hatta beden dilimizi bile fark ettirmeden biçimlendiriyor. İki yıl önce annemin evinde tanık olduğum olay hem komik, hem acı bir gerçeği yüzümüze vuruyordu. Annemin alt kat komşusu telefonla su siparişi vermiş. Tesadüf bu ki başka bir firmadan gelen su dağıtıcısı da yanlışlıkla o dairenin kapısını çalıyor, daire sahibi olayın tesadüf olduğunu idrak edemeden balkona çıkmış, yanlış gelen su firmasının kamyonetine bağırıyordu: “Ben sizden su istemedim ki niye getiriyorsunuz, siz bizim telefonlarımızı dinliyorsunuz, şikâyet edeceğim.” O gün çok güldük bu olaya ama toplumsal paranoyalarımız bu noktaya ulaşmışken bunları içinde barındırmayan bir roman günümüzü yansıtamaz. En çok neden “gözleri hep çocuk”? İçimizdeki çocuğu öldürmeyelim gibi romantik bir girizgâhtan değil elbette. Doğduğumuz andan itibaren bizi sarıp sarmalayan koşullar yetişkinlikte de peşimizi bırakmıyor. Bourdieu buna “habitus” diyor. Yeni yaşam pratiklerimiz, yeni habitus biçimleri ortaya çıkarır ama bir öncekini asla yok etmez. Kitabı bitirdiğimde adı ne olsun diye düşünüyorduk. Bir gün, sabah haberlerinde çocuğunun gözü önünde eşini öldüren bir adamın haberi vardı. Bir an durdum, olay anında çocuğun gözlerini düşündüm. Şaşkın, kederli, ürkek, çaresiz, korkmuş ve öfkeli. Ömrü boyunca böyle bakacak yaşama, insanlara. Ne yaşarsa yaşasın gözleri hep çocuk kalacak. Herbirimizin gözleri hep çocuk. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Gözleri Hep Çocuk/ Deniz Can B./ Hemen Kitap/ 424 s. K İ T A P S A Y I 1240 R “ERKEKLER BASTIRILMIŞ DUYGULARINA YANSIN!” Aldatılıyor anne kız iki kuşak… Anne Firuze Hanım’ın evliliği geleneksel yapıda, toplumsal yaşamda bu anlamda ustaca köşeye sıkıştırılmış bir kadın. Kızı Aslı ise manevi anlamda çok olmasa da maddi anlamda ayakları sağlamca yere basan, kıyasla daha özgüvenli bir kadın (mı?) Onu köşeye toplum değil kendi (mi?) sıkıştırıyor. Bir sosyolog olarak en önce bu hiç de anlaşamayan iki kuşak kadını ve toplumda bulduğu karşılığı irdeler misiniz? Firuze Hanım itici de görünse en sevimli ve doğal karakterlerinden biri. Sevdasının peşinden giderken tökezlemiş, düşmüş, tekrar kalkamamış. Kalkmamak için bahaneler bulmuş ama hoşnut da değil. Günümüzde de birçok kadının durumu böyle. Şiddete uğrayan kadınların hepsi üretmeye, sevmeye devam ediS A Y F A 2 0 n 2 1 yorlar. Şiddete maruz kalırken bile bir çocuğu sevgiyle büyütmeye çalışacak, evi temizleyecek, yemek yapacak, kocasını her gün işe hazırlayacak, temiz gömlekleri giydirecek, ayakkabısının boyasına kadar özen gösterecek ve sabır taşını çatlatmayacak kaç canlı vardır dünyada? Kadının yaşadığı şiddet ki sadece eşinden kaynaklı değil, toplumun her köşesine sinmiş bir olgu. Kadın bu yüzden her koşulda üretebilendir. Firuze Hanım tam olarak bu değil ama binlerce kadın bu koşullar altında ömrünü tüketirken erkekler konu mankeni olarak kalıyor. Kadın aynı zamanda değerini göremeyecek kadar örseleniyor. Örselenmeyi yaratan sadece erkekler de değil. Esas tehlikeli olan durumu doğal gören kadınlar. Aslı özgürlüğünün peşinden gitmek isteyen bir karakter ama ona da annesi bu kültürü aşılamış, mutluluğunu belli kalıplar içinde bulabileceğine inanmış. Kıramıyor çemberini, tam kırmaya karar verdiğinde hiç tahmin etmediği başka bir kırılganlıkla karşılaşıyor. Özgürlüğünü, gücünü tam olarak keşfedebiliyor mu, emin değilim. Ama hayatın onu zorla özgürleştirdiğini düşünüyorum. Kuşak farkları içinde, kadınların toplumda kat ettiği ya da edemediği mesafeyi, kadın cephesinde değişen ve hiç değişmeyenin ne olduğunu nasıl imliyor roman? Bizler, kadınlar, hormonlarımız neden gösterilerek erkekler tarafından sürekli dengesiz, güçsüz ve sulugöz olarak itham ediliyoruz. O hormonlarımız erkekleri erkek yapıyor, dünyayı da insana boğuyor. Onlar bastırılmış duygularına yansın. Kadın mücadelesi tarih içerisinde ilerliyor olsa da erkek zihniyeti değişmedikçe çok fazla değişen bir şey olmuyor. O zihniyeti değiştirmek, yine kadınlara düşüyor maalesef. İktidar her zaman varlığını sürdürmek için kendinden güçlü olanı sindirmeye yeltenir. Bunun gelecekte nasıl değişeceğine dair düşünceniz tarihe ve toplumsal sistemlere bakış açınıza göre değişir. Bence kadınlar özgür olsa dünya yerinden oynar. “YAŞAM GİDEREK İLİŞKİSİZ BİR HAL ALIYOR” “Gözleri Hep Çocuk” ikili ilişkilerdeki Aslı ile Fırat’ın evliliği özelinde giderek artan ve kalıcılaşan bir düzleme nasıl işaret ediyor? Dinlemeyen, sormayan, empati kurmayan bir anlamda birlikteliğin olmadığı ilişki biçimleri gittikçe yayılıyor hayatlarımıza. Sadece evlilikler de değil, her türlü insan ilişkisinde öyle. Herkesin kafasında istediği, olması gereken bir hal var, bu halin dışına taşan hiçbir şeye uzanmıyor düşünceler, ilişkiler. Bu düzleme geçtikçe her şey karmaşıklaşıyor, yaşam giderek ilişkisiz bir hal alıyor, bu da mutsuz ediyor. Kaygısızlıkla sarmal bir iletişimsizlik var romandaki hemen herkesin ilişkilerinde. Nirengi noktası bu diyebilir miyiz? Evet, ana noktalardan biri bu. Buna ek olarak göstermedikleri veya göste “Dinlemeyen, sormayan, empati kurmayan bir anlamda birlikteliğin olmadığı ilişki biçimleri gittikçe yayılıyor hayatlarımıza” diyor Deniz Can. K A S I M 2 0 1 3 C U M H U R İ Y E T