Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Nilgün Cerrahoğlu’ndan ‘Demokrasi TramvayıAKP Türkiyesi’nin On Yılı’ ‘Her şeyi ağır çekim bir film gibi izledik!’ Çankaya’da ideolojik tesettür… Yükselen İslam burjuvazisi… Sosyetik iftarlar… Medyada yasaklar… Demirparmaklıklar ardındaki gazeteciler… Pasif laiklik… Gerileyen kadın hakları… İçki yasakları… Yıkılan heykeller… İslam demokrasisi Türkiye’yi on yılda nasıl değiştirdi? Bu ve daha pek çok “sorun”un arka planı ve mücadele yolları gazeteciyazar Nilgün Cerrahoğlu’nun yeni kitabı Demokrasi TramvayıAKP Türkiye’sinin On Yılı‘nda. Cerrahoğlu, zilini çalarak gelen tramvayın bizi nasıl ezip geçtiğine gazeteci gözüyle tanıklık niteliğindeki yazılarından oluşan kitabında, son on yılın gazetecilik yaşamında en çok endişelendiği dönem olduğunu ifade ediyor. Özellikle yargı ile eğitim alanlarında AKP’nin aldığı kaygı verici mesafenin bundaki payını vurguluyor. Cerrahoğlu ile Demokrasi TramvayıAKP Türkiye’sinin On Yılı adlı kitabını konuştuk. “‘Hangi partiye oy vermiş olursa olsun her bir kardeşimizin huzur, güven, barış ve adalet içinde yaşamını idame ettireceğinden kimsenin şüphesi olmasın.’ (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) Tekme! ‘Demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, özgürlükler ilerleyecek, herkes kendini daha rahat ifade edecek.’ (Başbakan Erdoğan) Biber gazı! ‘Millete efendi değil hizmetkâr olmaya devam edeceğiz...’ (Başbakan Erdoğan) Cop! ‘Hep birlikte Türkiye’yiz. Beraberiz, kardeşiz, bunu unutmayın.’ (Başbakan Erdoğan) Barikat! ‘Gün hesaplaşma günü değil helalleşme günü.’ (Başbakan Erdoğan) Tazyikli su!” Nilgün Cerrahoğlu (“Tarihe Kalmış Görüntüler” adlı yazısından) lan bu savrulma ya da bu sonuç; birden ortaya çıkmadı. Göstere göstere, göz göre göre geldi. Süreç ve aktörler biliniyordu, belliydi. Senaryosu önden yazılmış bir film izler gibi izledik her şeyi. Kare kare, ağır çekim izledik ve hiçbir şey yapmadık/yapamadık. Cumhuriyet kazanımlarını kaybetmeyi engellemek adına örgütlü, anlamlı bir duruş ortaya koyamadık. Senaryoya müdahalede bulunamadık. Son on yılı düşündüğümde beni en çok üzen ve en çok kanıma dokunan şey bu; bu kadar çaresiz ve edilgen kalmış olmak. Olayların akışına en ufak biçimde müdahale edememiş olmak, yazgıyı elimize alamamak. Elimizden, yakınmaktan başka hiçbir şey gelmedi. O yakınmalar da zamanla azaldı. İnsanlar kaderlerine razı olup, usul usul küçük hayatlarına çekildi. Demokrasi TramvayıAKP Türkiye’sinin On Yılı kitabım bu geri çekilişi anlatıyor. “Tın”, “tın” zilini çalarak gelen tramvay, bizi ezip geçti. “Twitter”dan, “facebook”tan örgütlenip, sokaklarda muhalefet yaptı insanlar. Türkiye’de iletişim teknolojinin bu araçları yalnız sosyalleşmek ve yakınmak için kullanılıyor. Gidişata teslim olmayacaksak bir yerden başlamak, bir muhalif duruş sergilemeyi öğrenmek lazım. Muhalefetsiz demokrasi olmaz. Hâlâ ve her şeye rağmen Türkiye’nin canlı bir sivil toplumu var. Uyanışın sivil toplumdan gelmesini umuyorum. Bunu hâlâ ummak istiyorum. Ë Gamze AKDEMİR irileri yükseliyor, gün birilerinin günü... Bugün altı boş ve zemini fos İslam burjuvazisinin mesela... Yarın kim olursa olsun zihniyet bu inme ve çıkmalara endeksli gibi değil mi? Biri inerken biri çıkıyor... Kısa süreli refah ortamları oluyor ama hemen takibinde yine belirsizlik, güvensizlik ortamları hüküm sürüyor. Ve zaten kâfi derecede gerilimlerin, karışıklıkların eksik olmadığı satranç bir coğrafyada, “şok... şok... şok” gelişmelerle sarsıladuran; tarihinden zerre ders almayarak içi “hamasetle günü kurtararak”; dışı da “bir acayip yanar dönerce yine adeta tarihsiz yorumlayan” ve on yılları deviren bir Türkiye kalıyor sahnede... Evet. Koca bir on yıl geçti ve kâh oportünizmle, kâh günü kurtarmak öngürüsüzlüğüyle, kâh korku imparatorluğu tehdidiyle Türkiye başka bir şeye evrildi. Atatürk Cumhuriyeti’ne doğmuş, o Cumhuriyeti sevmiş, içselleştirmiş insanların en korktuğu son; böyle bir geri püskürtülme ve savruluştu. Korkulan, kaygı duyuSAYFA 16 ? 13 ARALIK B “SORUN DEMOKRASİ DEĞİL MUHALEFETSİZLİK” Demokrasinin sömürüye müsait yapısal boşluklarını dincilerin yükselişinde sorumlu tutuyor musunuz? Yazılarınız bu konuda en çok nelere de bir işaret ediştir? Sorun demokrasi değil. Demokrasinin alternatifi yok. Bugünün dünyasında meşruiyet sahibi olmanın tek yolu demokratik mücadeleden geçer. Sorun boşluklardan çok, muhalefetin zaaflarından kaynaklanıyor. Muhalefet, ne yazık ki Türkiye’de ayakları üzerinde yükselmek yerine uzun yıllar askeri vesayetten medet umdu. Askeri vesayet dönemi kapanınca da teslim oldu. Son on yılda muhalefetin öne çıktığı hangi kareyi hatırlıyorsunuz? Cumhuriyet yürüyüşleri, birkaç Anıtkabir yürüyüşü ve son Cumhuriyet kutlamalarını değil mi? Bunlar yazık ki yeterli değil. Muhalefetin konu bazında da tavır alması gerekir. Boğaz’da yeşil alan “Çamlıca”ya mesela cami yapılacak. Dağınık itirazlar dışında toplu bir tavır alış var mı? Putin Rusya’sından örnek vereyim. Moskova’nın Khimki ormanlarına iktidar, St. Petersburg’a uzanan bir otoyol için balta vurmak istedi. Bu olay Putin Rusya’sının ilk geniş çaplı gösterilerini tetikledi. Putin korkusuna yenilmeyen Ruslar yollara çıkıp, yeşil katliamı2012 “Gidişata teslim olmayacaksak bir yerden başlamak, bir muhalif duruş sergilemeyi öğrenmek lazım. Muhalefetsiz demokrasi olmaz” diyor Nilgün Cerrahoğlu. na dur dediler. Aynı hareketin ivmesiyle sonra bu kesimler, Putin’e Çarlık yolu açan üçüncü Başkanlık seçiminde de muhalefet etti. Gerçi Putin’in Kremlin’e dönüşünü engelleyemediler ama karizmasını çizdiler. Dünya, Putin’e karşı artık bir muhalefet olduğunun farkında. Türkiye’de “başkanlık” ya da “Çamlıca’ya cami” gibi konulara odaklı toplu muhalif çıkışlar olmuyor. Her şey Erdoğan’ın iki dudağında. Cami derse cami... Başkanlık derse amenna başkanlık hesabı yapılıyor. Moskovalı ormanını korumak için nasıl kendini ortaya koyduysa, Boğaz’ın yapılaşmasına dur diyen İstanbullu da bir kitlesel hareketle ortaya çıkmalı. Cami başka yere yapılsın. “RTE başkan olmasın!” diyenler keza bunu bir muhalefet platformuna dönüştürebilmeli. Yalnız 29 Ekim’lerde ses yükseltmek yetmiyor. Demokrasinin geleceği adına umut taşımanın tek yolu muhalefetin toparlanması. Bunu söylerken her şeyi ana muhalefet partisinden beklemeyi kastetmiyorum. Dünyada Türkiye’deki model; liberal Batı demokrasilerinden uzaklaşıyor, liberal şeriat ülkelerinin menziline yaklaşıyor. Ben de “liberal şeriat” derken İranSuudi Arabistan’ın katı şeriat modeli dışına çıkan, kapitalist düzenle özdeşleşebilmek adına şeriat uygulamasını esneten ülkeleri kastediyorum. Esnetilen şeriatın kendisi değil, uygulaması oluyor. Türkiye dışındaki İslam ülkelerinde hep şeriat geçerli. Ancak “İslam Cumhuriyeti” İran’a alkol sokamaz ve göz önünde alkol alamazken; “liberal şeriat” ülkesi Birleşik Arap Emirliklerinde (BAE) kolaylıkla içkiye erişmek mümkün. Tek şart “yabancı” olmak. Tüketici olarak kimse size dininizi sormuyor. Beri yandan İran’da turist olarak bile tesettüre girmek zorundayken, şeriatla yönetilen BAE’de böyle bir zorunluluk da bulunmuyor. Kadınlar sokakta bermudayla bile dolaşabiliyor. Turistik otellerde, bikiniyle denize girebiliyor. Çünkü BAE bir küresel kapitalizm merkezi. Nüfusun üçte ikisi yabancı. Şeriat uygulaması esnek. Türkiye’deki yaşam pratiğinde de giderek böyle bir hava görüyorum. Anadolu’da beş yıldızlı turistik oteller dışında alkol tüketimi yapılacak hiçbir yer bulunmuyor. BAE benzeri bir tablo bu. Gitgide adı konmamış bir “liberal şeriat ülkesini” andırıyor Türkiye. Laikliğin giderek böyle pasifize edilmesi de sineye çekiliyor. “Türkiye laiktir laik kalacaktır!” sözü; artık yalnız bir slogan. Bu ilkenin mücadelesi yapılmıyor çünkü. “Gergedan salgını” başlığıyla kitapta yer verdiğim bir okur mektubu, söylemeye çalıştığım her şeyi özetliyor. Beşiktaş’a dostları ile rakı içmeye giden bir okur, semtin en eski meyhanesinin kapanmış olduğunu görür ve arkadaşlarıyla tartışmaya başlar. Öbür içkili yerler de kapanan meyhane örneğini izlerse ne olacaktır? Okurum haricinde kimse bunun sorun olduğunu düşün¥ mez. “O zaman biz de Beşiktaş’a de “BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ GİBİ ŞERİAT ÜLKELERİNE BENZEDİK” “Liberal şeriat” ne demek ve Türk halkı buna ve laikliğin bu noktadaki pasifizasyonuna (sizin deyişinizle “pasiflora laikliğe”) nasıl bakıyor sizce? Anlık, on yıllık sezgilerle AKP’ye verilen oy oranları bağlamında değil bir yazınızdan alıntıyla “milletin ruh kökü” perdesinden soruyorum. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1191