25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Paul Auster’dan ‘Sunset Park’ oturanlar da evsiz, sadece Pilar evsiz değil, kendisi kızın evi oldu ve sonra tek bir yumrukla her şeyi mahvetti, bundan sonra New York’ta hiç beraber yaşamayacaklar, bundan sonra onlar için bir gelecek yok, bundan sonra onlar için hiç umut yok” (s .273). Umut ve gelecek olmadan bugün, şimdi var olabilir mi? Zaman denen tahta üstünde insan, geleceğin ve umudun korumasında bir piyondur. Düzen, piyonu yemek için önce umuduna saldırıp onu savunmasız bırakır: “Kendi kendine bundan sonra bir şeyler umut etmeyi bırakacağını, sadece şimdi için, şu an, geçip gitmekte olan bu an için yaşayacağını söylüyor, burada olan ve olmayan şimdi, sonsuza kadar kaybolmuş olan şimdi” (s. 273). BİRKAÇ NOT Kitaba ilişkin birkaç not düşmekte fayda var. Paul Auster’ın sinemaya olan ilgisi, sinemayla ilişkisi malum. Romanda sık sık sinemaya geliyor söz. Anlatıcı, bazen romanı bırakıp film kritiğine girişiyor. Hayatımızın En Güzel Yılları (The Best Years of Our Lives), bu anların vazgeçilmezi diyebiliriz. Sinemanın yanında beysbolu da söylemeli. Bu ikili kitap boyunca romanın karakterlerinden biri gibi gözlerimizi takip ediyor. Auster, ona yakın beysbol oyuncusunun yaşamından kesitler aktarıyor. Romanın içeriğine değinirken yayınevi sahibi Moris Heller’den söz etmiştik. Moris’in defterine aldığı notlardan biri şöyle: “Yazarlar kesinlikle konuşmamalı. Röportaj, basitleştirilmemesi gereken bir şeyi basitleştirmekten başka işe yaramayan yoz bir edebiyat türüdür” (s. 242). Bir çeşit, Advertorial damgalı, ürün tanıtım yayınlarına dönüşen röportajları düşünüp de Moris’e değinmemek olanaksız. Hem de yüksek perdeden. Peki, yazara hiç mi soru sorulmaz? Sorulur elbet. Auster’e, özellikle son iki romanında, alışılmış dışındaki cinsel ilişkileri konu edinmesinin nedeni sorulabilir örneğin. Gerçi cinsellik konusunda alışılmışı kimin, neyin belirlediği ayrı sorun. Sanki herkes kamuya açık alanlarda birlikte oluyormuşçasına bir genel geçerlilik belirlenebiliyor. Kirli bir hava. Auster belki bu havaya duyduğu tepkiyle cinselliğin her halini not düşmek ister gibi. Bir önceki romanı Görünmeyen’de enseste yer vermişti. Sunset Park’ta da küçükle cinsel ilişki sayfalar arasında. Miles bir sapık değil: “Çocuk yaştaki kızlara özel bir tutkusu olmadığını da belleğinizin bir köşesine kaydedin” (s. 20). Auster’ın tavrı, toplumun çoğunlukla suç oluşturan bir eylem içinde karşılaştığı kavramları meşrulaştırmaktan çok uzak. Belki sade, bu da var, demek derdindedir. Adından söz ettiğimiz kahramanlardan bir diğeri Alice’di. Alice, okutmanlığın yanı sıra PEN Amerika Merkezi’nde yarızamanlı olarak çalışıyor. Auster, Alice’in hikâyesini, PEN’de üstlendiği görevleri anlattığı satırlarda bir tanıdıkla karşılaşıyoruz: “Çalışmaların yaklaşık yarısı, ülkelerini eleştiren pek çok yazar ve gazetecinin hayatını ve güvenliğini tehdit eden Türk Ceza Yasası’nın 301. Maddesi gibi uluslararası sorunlara odaklanıyor” (s. 207). Auster, Türkiye’deki son gelişmelerden, yayımlanmamış bir kitabın tüm kopyalarına mahkeme kararıyla el konduğundan, elektronik ortamdaki kopyaların silindiğinden şüphesiz haberdardır. Alıntıladığımız cümlelerin yer aldığı sayfayı Mart 2011’de yazıyor olsa 301’i yalnız bırakır mıydı? Alice, Türkiye medyasının çağdaş cadı avı diye nitelendirdiği bu olay için ne düşünürdü? Ekin basılmadan toplatılmaması için sormakla yetinelim. Sunset Park/ Paul Auster/ Çeviren: Seçkin Selvi/ Can Yayınları/ 274 s. ¥ Paul Auster’ın Türkçeye son çevrilen kitabı Sunset Park, evsizlerin romanı. Dilenciler ya da düşkünler değil söz konusu olan. Kimi zaman vicdanın kimi zaman pişmanlığın kimi zaman aşkın, ihtirasın, kapitalizmin kapı dışarı ettiği yirmi birici yüzyıl insanı. Evsizler gemisi rafında olan ağabey düşüp o arabanın altına yuvarlanıyor. Bobby’nin ölümü Miles’ın hayatını altüst ediyor. Kazadan birkaç yıl sonra, Miles yirmisindeyken, Morris ve Willa’nın kendisi hakkında konuştuklarını işitiyor. Ertesi gün bir mektup yazıp eğitimini de yarıda keserek ortadan kayboluyor. Yol onu Florida’ya götürüyor. O artık kendini arayan bir seyyah. Hiçbir yerde uzun boylu kalmak niyetinde değil. Ne var ki Florida’da Pilar’a âşık oluyor: “Kız olmasa, ayın sonu gelmeden çeker giderdi” (s. 15). Yine de gitmek zorunda kalacak. Pilar, aylar kalmış olsa da henüz reşit değil, küçük bir kız. Miles ise yirmi sekizinde. Anne babasını kazada yitiren Pilar ablalarıyla birlikte yaşıyor. O ablalardan biri Miles’tan durmadan sus payı istiyor. Kızın kendisine taşınması konusunda onları ikna etmek için verdiğinden daha fazlasını. DEĞİRMENLERE KARŞI Burada bir virgül koyalım. Sunset Park, başından sonuna kadar anlatıcı tarafından okuyucuya aktarılıyor. Romanda bir vücudu olmadığına göre, anlatıcının yazarın kendisi olduğunu söyleyebiliriz. Kitap, karakterler üzerinden, karakterlerin adlarıyla anılan başlıklarla ilerliyor. Karakterler, bir yapbozun parçaları gibi: Her birinin ayrı bir kişiliği, görüntüsü, hikâyesi var. Anlatı, parçaların eklem yerlerinden tutarak trajik bir manzara şekillendiriyor. Miles, manzaranın en belirgin, en ayrıntılı resmedilmiş parçası. Ancak öbür karakterler de neredeyse Miles kadar ince düşünülerek romana işlenmiş. Hepsi birbirinden farklı tipler. Yalnız içsel özellikleri değil, sosyal statüleri de benzeşmiyor. Eski eşyaları onararak geçimini sağlayan bir hoşgörüsüz, ihtiraslarının peşinde sürüklenen bir oyuncu, zekâsıyla yaşını unutturan bir genç kız... Tek ortak yanları, başta söylediğimiz üzere, evsiz olmaları. Auster, Nuh’un Gemisi için seçim yapar gibi her türden bir kişiye yer vermiş. Evsizler gemisi. Bu açıdan Sunset Park karakter zengini bir roman. Bing’in mektubuyla Miles Heller’dan Bing Nathan ve Arkadaşları’na geçiyoruz. Bing, Miles’ın geçmişinden yanında taşıdığı tek kişi. Son mektubunda, Sunset Park’taki unutulmuş bir evden söz ediyor. Bing’in yeni bir daireye ihtiyacı vardı çünkü halihazırda kullandığı yerin sözleşmesi bitiyordu ve yenileyecek durumu yoktu. Emlakçı ve ressam arkadaşı Ellen’la, ona uygun olan daireleri gezmeye başladı. Bir gün tesadüfen bir sokağa saptılar ve sahipleri öldükten sonra belediyenin mülkiyetine geçen unutulmuş bir evle karşılaştılar: “Bir ay sonra Bing olanaksızı oldurmaya, belediye farkına varıp da kıçına tekmeyi basana kadar kira vermeden oturma fırsatını kaçırmamak için her şeyi göze almaya karar verdiği zaman, Ellen’ın da teklifini kabul etmesiyle şaşkına döndü” (s. 80). Ellen teklifi kabul etti çünkü o da bir evsizdi. Evin dört yatak odasından ikisi böylelikle dolmuştu. Kalan iki yatak odasından birine Ellen’ın üniversiteden oda arkadaşı Alice taşındı. Auster, evsizler için sistemin içinde bir delik açıp karakterlerini oraya yerleştiriyor. Bu kurgu Dövüş Kulubü’nü (Fight Club) anımsatıyor biraz: Terk edilmiş evde toplanan bir ekip. Çarkların arasında yitip gidenlerin var olma çabası. İsyan ve zafer. Auster’ın kahramanları, Dövüş Kulubü’ndekiler kadar şanslı değil. Onlar sistemi yenilgiye uğratamıyorlar. Eve geldiklerinde hepsinin hayatı bir çıkmazın içindeyken romanın sonuna doğru düğümler birer birer çözülüyor. Ne var ki kitabın karakterleriyle birlikte huzura erip rehavete kapıldığı sayfaların sonunda, yüksekten düşen bir kaya bekliyor okuru. Hızlı ve ağır. Bütün kahramanlar bir yana dağılıyor. Polis, başlarına çorap örerek yaka paça dışarı savuruyor hepsini. Sistem galip geliyor. Başladığı noktaya dönüyor Auster: “...Artık hepsi evsiz, bunu telefonda babasına da söyledi, Alice’le Bing evsiz, kendisi evsiz, Florida’da terk edilmiş eşyaları toplayıp çöğ temizlediği evlerde bir zaman Ë Fuad ALKIN ir numaralı evsiz Miles Heller. Anlatıcı söze başladığında, çöpleri temizlemek denilen bir işle uğraşıyor Miles. O ve yazarın pek de üstünde durmadığı üç arkadaşı, bir emlak şirketine bağlı olarak terk edilmiş evleri temizleyip onarıyor. Bankalara verdiği taahhütleri yerine getirememiş ya da borcunu ödeyememiş mudilerin ipotekli evlerini. Miles’ın vizöründen, sermayenin insanın yakın evrenini, evini neye dönüştürdüğünü fotoğraflıyor Auster: “Girdiği evlerden ancak bir ikisi, eski sahipleri tarafından tertemiz bırakılmış oluyordu. Evlerin çoğunluğu ise açık bırakılmış evye ve banyo musluklarından taşmış sulardan tutun da çekiçle çökertilmiş duvarlara ya da müstehcen yazılarla dolu duvarlara veya kurşunlarla delik deşik edilmiş duvarlara kadar (…) ve salonun ortasına yığılmış dışkılara kadar bir şiddet ve öfke patlamasının, giderayak duyulan hırsın yarattığı kaprisli bir vandalizmin izlerini taşıyordu” (s. 12). Miles aslında üst zümreye ait. Babası Morris Heller, ortanın üstü bir yayınevi olan Heller Books’un sahibi. Annesi sinema ve tiyatro oyuncusu. Kendisi, diploması olmasa da eğitimli biri. Annesi, Miles henüz küçük bir bebekken onları bırakıyor. Miles’ın Willa adında bir üvey annesi ve Bobby adında bir üvey ağabeyi var. İki kardeş birbirinin zıttı huylara sahip. Bobby sosyal ve rahat. Miles içine kapanık ve sıkıntılı bir tip. Delikanlı çağlarının ilk demleri. İki kardeş Berkshires yolunda. Arabayı Bobby kullanıyor. Olmadık bir yerde benzin bitiyor. Bobby yine aynı rahat üstelik yolda kalmaları onun hatası. Miles öfkeli. Arabadan inip yürümeye başlıyorlar. Tabii tartışarak. Bir an geliyor, küçük ama iri kardeş ağabeyini itiyor. Virajı dönen arabayı görmüş müydü, hatırlamıyor. Yol taSAYFA 8 26 MAYIS 2011 B CUMHURİYET KİTAP SAYI 1110 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear