Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yavuz Özdem’den ‘Meydanda Kalalım’ Yaşadığımız coğrafyaya karşı sorumluluklarımız var’ Yavuz Özdem Gümüş Ten Fotoğraf adlı kitabının ardından Ortadoğu’ya adadığı dizelerle şiirsevelerlerin karşısında. Meydanda Kalalım, Özdem’in yedinci şiir kitabı ve şair, Ortadoğu’daki gerilimi, yaşanan çatışmaları ve yaşamla ölüm arasındaki gelgitleri mısralarına yansıtıyor. Özdem’le Meydanda Kalalım üzerine konuştuk. Ë Atalay SARAÇ itaptaki hemen hemen tüm şiirlerinizde Ortadoğu’yu “gerilim” ve “patlama” göstergeleri ile sunmuşsunuz ve bunu okura da duyumsatmayı, yaşatmayı başarmışsınız dizelerinizle: “Ölenlerin ceplerinden/ azalışın buğulu sessizliği çıkar” gibi... Ortadoğu deyince barışık, mutlu, güvenli insanlar ve bu insanların barış içinde yaşamaları ne yazık ki akla gelemiyor ve bu durum bin yıldır böyle. Ama son 2030 yılda yaşanan, birinci, ikinci Irak işgalleri, Halepçe, Gazze katliamları göz önüne alınırsa zaten moda tabirle sözün bittiği yer burası. Kuşkusuz şiirin işi bunları kayıt altına almak değil; olsa olsa orada yaşanan gerilimleri, patlamalardan kaynaklanan yaşamlaölüm arasındaki gelgitleri buradaki veya herhangi bir yerdeki insanın içine taşımak. Şiirin (o arada roman, öykü ve tiyatronun da) gazete haberlerinden, istatistik, sosyoloji, kısacası cümle olgusallıklardan ayrıldığı en temel nokta burası. Bunu başarma meselesinde veya okura aktarma, duyumsatma meselesinde bir ölçüde de olsa başarı söz konusuysa kendimi mutlu sayarım. Ama şiir bahsinde; yoksa o coğrafyada yaşananlar bahsinde, durum değişir, burada her gün insanlar ölüyor ve öldürülüyor, asıl gerçek bu. Bu bağlamda şiir sanatının canı cehenneme. “ÇAĞRIM UNUTTURMAMA ÇAĞRISI” Kitap, Berger’ın “Hikâyeler bir anlamda adaletin her an tecelli edeceği inancının paylaşılmasıdır” notuyla bitiyor. Bu inançla ve umutla mı yazıyorsunuz? Bir gün adaletin tecelli edeceğine olan inanç hepimizde olmalı diye düşünüyorum. İster dini, uhrevi, mistik bir bağlama ait ister sınıfsal, maddi (materyalist) olsun hiç fark etmez, öz olarak adalet, kendi içinde ve kendine özgü bir “eşit K “Kelimeler, sadece o şiirde dostum değil ve sadece o şiirde değil, her zaman onlara dokunabiliyorum, çünkü ben dünyamı onlarla kuruyorum” diyor Yavuz Özdem. lik” anlayışı taşır. Bu işin genel çerçevesi. Ancak beni asıl ilgilendiren, hikâye’nin bu alıntıda sırtlandığı anlam. Buradaki hikâyenin karşılığı, kimi ayrıntılarının verildiği yaşamların anlatımı. Tek kelimeyle “anlatım.” Üstelik bu anlatımlar edebi anlatımlar, tür, yapıt olan anlatımlar değil; dilden dile dolaşan, kuşaktan kuşağa geçen ve giderek efsane boyutu kazanan (mitmitolojik) anlatım ve paylaşımlar. Denebilir ki mazlumlar “intikamını” işte bu anlatım ve paylaşım yoluyla alır. (Tiranları rahatsız eden de budur.) Evet, bu bağlamda anlatılan hikâyelerin hiçbir zaman boşa gitmeyeceğine inanırım. Bu da Meydanda Kalalım’ın özeti gibi ya da bir çeşit son söz. “Ne kadar ölü alırsa/ o kadar genişler meydanlar” günümüzde kaybedilen mücadele anlayışının başlamasına ve sürdürülmesine radikal bir davet mi bu? Ben, belki de ölülerimizi de yanımıza alalım, onlar hep yanımızda olsun, onları unutmayalım demek istemişimdir, benim düşüncem okuru ne kadar ilgilendirir bilemem ama “ölülerimizi” derken sadece haksız savaşların doğrudan kurbanı olanları kastetmiyorum; bana göre ilaçsızlıktan veya basit bir tıbbi müdahaleyle kurtarılabilecekken doktorsuzluktan, parasızlıktan yitirilen her insan, zalimler yüzünden ölmüştür. Evet, bu bağlamda bir “çağrı” , bir “unutturmama çağrısı” olabilir. Davet’le, çağrı’nın önemli ölçüde farklı olduğunu şu an fark ettim de onun için kullandım, size karşı kabalık etmiş olmayayım, zaten davet gibi daha kapsamlı ve daha kucaklayıcı kelimeyi siz bulmuşsunuz, rahatlığım ondandır. Gelelim “günümüzde kaybedilen mücadele anlayışının sürdürülmesine radikal bir davet” meselesine: Bir kere benim, şiirle böyle bir davet hakkım var mı yok mu? Okur bu daveti kabul eder mi ya da okur ben böyle bir daveti yapmasam da bu sonucu çıkarır mı? Hakçası bilmiyorum. Kitabın adı aynı zamanda yukarıdaki dizeleri aldığım şiirin adı: Meydanda Kalalım. Tevriyeli bir kullanım. Göndermesi ile neyi amaçladınız bu adla ve “Ortadoğu’ya Şiirler” altbaşlığıyla? Sizin de bildiğiniz ve işaret ettiğiniz gibi tevriyeli kullanım veya kullanımlar, çok anlamlı kelimelerle mümkün ya da bunlarla elde edilen bir söz sanatı. Fakat bence tevriyede asıl üzerinde durulması gereken şey, çok anlamlıtevriyeli bir kelimenin, şiirdeki diğer kelimelerin seçiminde etkili olması. Bu bağlamda ise tevriyeden yararlanmak istediğimi itiraf etmeliyim. Çünkü kitap baştan sona Ortadoğu’ya yönelikti, yani bir ana göndergesi vardı, “tevriye” bu bağlamda işimi kolaylaştırdı. Neyi amaçladığıma gelince; bunun hem kolay ve basit hem de uzun, zor ve belki de bir değil, birden çok karşılığı olabilir. İşin ikinci yanını bir kenara koyalım, isterseniz kolay veya kolay sandığım cevabımı vereyim: Yaşadığımız coğrafyaya karşı sorumluluklarımız var; işte bunu duyalım, bu minval üzere sorgulayalım kendimizi. “Kelimeler benim dostum/ nehirlere dokunur gibi/ dokunurum onlara” diyorsunuz kitabın ilk şiirinde. Yalnızca bireysel bir arınma mı sağlar kelimeler? Kelimeler, sadece o şiirde dostum değil ve sadece o şiirde değil, her zaman onlara dokunabiliyorum, çünkü ben dünyamı onlarla kuruyorum. O şiirden hareketle örneklemem gerekirse, tek olan Dicle Nehri, işin içine kelime girince hemen “iki Dicle” olabiliyor, eh bundan daha iyi bir dostluk olabilir mi? Bireysel bir arınma sağlar mı kelimeler? Evet sağladığı zamanlar, durumlar vardır; ancak şair bir arınma meselesi olarak bakmamalı derim kelimelere. Arınma bir anlamda tapınışı, tapınmayı da beraberinde getirir ki bu da bilince önem veren modern zamanlar şairi için sınırlayıcı bir durumdur. “ORTADOĞU’NUN SÜKÛNETİ MASALLA, İMGEYLE VE GERÇEKLE İÇ İÇE” “Kimilerine güzel görünen/ bir kelime/ yıkıcıydı başka bir yerde.” Dilin politikliği böyle bir şey mi? Çok eskiden, Stalin’in dile ilişkin bir kitabını okumuştum. Hangi yayınevi? Çeviren kim? Kitabın adı ne? Hatırlamıyorum, o kadar eski. Şimdi piyasada var mı? Onu da bilmiyorum; unuttuğum ve bulamadığım için hayıflanmıyor da değilim, umarım dağıtmıyorumdur konuyu, Hikmet Kıvılcımlı’nın da “Türkçenin kapıları” gibi özgün açıklamaları olan, yine adını hatırlayamadığım bir kitabı vardı ve tadı damağımda kalmıştı... Neyse Stalin’den aklımda kalan şey şu: “Dil, onu kullanan sınıfın amaçlarına göre şekillenir” (veya buna yakın bir şey). Bu bağlamda da üretim araçlarına benzetmişti dili, hani fabrikayı kim işletirse (patronişçi), araçlar onunonların çıkarına üretim yapar gibi. Kitaptan etkilenmiştim ve bu dizelerde de onun izi olsa gerektir. Fikir vermesi bakımından alıntıladığınız dizelerin yer aldığı şiire dönersek belki konuya daha bir açıklık getirmiş olurum; şiirin başlığı “Bayramın Kelimeleri”, anahtar kelime de “tok.” Şiir “Bayram tok kaldı/ Süryani kaldı” diye biter; yani tok kelimesi Bayram için yapıcı. “Gün/ hem gerçek hem mecaz” masal mı, gerçek mi, yoksa imge mi? O şiirin başlığı anmak bir ölçüde aydınlatıcı olacak sanırım, başlık “Ortadoğuda Sakin Bir Gün”, hani her nasılsa bir bomba atılmamış veya sıcak bir çatışma yok, bir an bir yanılsama şehri, barış zamanlarının şehri gibi de gösterebilir insanlara ama bahse konu coğrafya Ortadoğu olduğundan günün bu sükuneti masal mı, gerçek mi, imge mi? Bence bunlar iç içe... Ortadoğu’da çocuklar “oyun” ¥ da oynarmış, “gök taşlayarak” me SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1074