25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

D nsan bir adadır” diyen Akşit Göktürk’ü nasıl anlamalıyız? Bağımsız kişiliğini koruyan, çevresinde etkinliğini sürdüren, saygı duyulan özgür bir insandır o! Kırklı yılların ikinci yarısında Ankara’da bir “cadı kazanı” kaynatıldığı zaman, kurtuluşu kuzeydoğuya gitmekte bulan Ceyhun Atuf Kansu için “Turhal” bir ada gibiydi. O adayla bütünleşen Kansu; Anadolu’yu, Anadolu insanını tanımadan gerçek kurtuluşa varılamayacağını anladı. Demek ki dönemin Ankara’sından uzaklaşmak insanın kendine ulaşmasını kolaylaştıracaktı. İnsan kendini tanıdıkça, kendinin gerisinde dururken daha görkemli göründükçe, Akşit Göktürk’ün sözü yeni bir anlam kazanıyor. Her ne kadar “İkinci Yeni”, 50 kuşağını aşan bir “güvencin curnatası” sayılsa da, Aydın Şimşek, bu kuşaktaki ozanlarda “başat bir siyaset anlayışı” görmese de, “Bu kuşağın her yazarı bir adadır” demek gereğini duyuyor. Aydın Şimşek eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Ama Aydın Şimşek tek bir adadan değil, içimizdeki takımadalardan söz açıyor. Belki de irili ufaklı yüzlerce ada var içimizde. Sevi dediğimiz büyülü ilişki bir “Ada Yolculuğu”na çıkmak değil midir? “Bir aşkın sokağından çıkıp Akşamın nefesine dayadın sabrını Uzun uzun öptüm derin gözlerini Sesini öptüm, kelimelerini acılarını Geçip giden zamanda kalan kokunu Huzursuz tayların soluğundan çıkıp Yolların tozlu dualarıyla geldin Acıların, kelimelerin, yorgunluğun kaldı Geçip giden yaz yağmurlarında Ellerimizde susan çocuklar indiler bahçelere Anılarımızda büyüyen adalardan bir masal.” Nice sevi ilişkisi anılarda kalmıştır. Yalnızlığa düşmenin üzgünlüğüdür o anılara dalmak. Gerçek bir seviyi korumak kolay değildir. Artık kendimizden usanıyoruz. Nâzım Hikmet “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” verirken diyor ki: “Bir de kimbilir sevdiğin kadın seni sevmez olur ufak iş deme yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir içerdeki adama.” İnsan “içerde” olmasa da o kırgınlığın acısını çekebilir. Aydın Şimşek de, “içerde” olsa bile, yaşamaya ilişmenin sevi gücüyle olacağına inanıyor. Kırlara dalıp gitse bile yine kendine, kendi yalnızlığına dönüyor insan: “Uzun günler yaşadım hapishanelerde, boynumu hiç çekinmeden uzattım aşk için...aşka. Hapishanelerle aşk arasında iliştim hayata, durmadan yeniledim kendimi bir başka geleceğe. Aşk, evlerde tutsaktı, insanlar hapishanelerde. Ben bir ada sessizliğinde yaşlandım.” SEVİ OLMASAYDI Aydın Şimşek’in “Adalar Kitabı” kendimizle ödeşmeye çağırıyor bizi. Kendimizi sevi ilişkisiyle sınamamız yeterli olmayabilir. Fuzuli diyor ki: “Aşk imiş her ne vâr âlemde İlm bir kîl ü kal imiş ancak.” Sevi olmasaydı yaşamaya direnmeyi, kavganın içinde olmayı öğrenemezdik. “Susmalar Kitabı”ndaki suskunluğun altında bile sevi vardı. Ne diyordu Şükrü Erbaş: “Aşkın kaçınılmaz olarak coşkuyu içerdiği sesin, ‘sesler’in her şeyi tüketen o ucuz çoğulluğundan, o çoğulluğun ortak algısından, dolayısıyla saygısız bir saldırıdan korunması için susmaya dönüştürüldüğü, bize susmanın çoktan unuttuğumuz erdemini işaret eden şiirler toplamı, “Susmalar Kitabı”. İçimizdeki adaya çekilmek, susmanın dinginliğinde acılarımızı yatıştırmaktır. Sevi yenilgisinden sonra bir boşluğa dalarak kendimizi avutmaya çalışıyoruz: “Aşk deniyor boşluğa ve dolup boşalıyor boşluk...” Ama Ceyhun Atuf Kansu Turhal’a çekilirken, ormanlarla çevrili o adada, Anadolu insanını keşfederken umutsuz değildi. Kızamıklı çocukların izbe evlerine bir kış güneşi gibi sızarken, en onmaz acıların seviyle yatışacağına inanıyordu. Aydın Şimşek, Ceyhun Atuf’tan el alan bir ozan. Sevi aydınlığının gücünü öğretiyor bize. “Dayandım aşk ile yürüttüm gemiyi” diyen “Cahit Sıtkı Tarancı gibi “Gönül Adası”ndan bakıyor toplumun karmaşık yapısına: “Sokak ağzına kadar kan... Kan öpüyor babalar. devlet kan olup akıyor iki tenin arasından cehennem yaratarak uzaklara düşen yalnızlık büyüyor her yerde.” Aydın Şimşek, ada yalnızlığından suç toplumuna bakarken sevi ilişkisinin gücüne inanıyor. Ada imgesini düşlem gücümüzde yeniden yaşatırken sevi ilişkisiyle kendimizde bir başka insan oluştuğuna inanalım. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: İçimizdeki adalar “İ vaşı’ndaki yıkımların, çelişkilerin tanığı olmuşlardı. 80’li yıllardan sonra baskı dönemlerinin acısını çeken “Yeni Toplumcular”, topluma değişik bir açıdan bakmak gerektiğine inandılar. Aydın Şimşek 80’li yıllarda şiire girdi. Her şiir kitabının bir bütün oluşturmasına özen gösterdi. “Susmalar Kitabı” ile “Sesler Kitabı”nda bu bütünü görmeyenler “Adalar Kitabı”nı yeterince değerlendiremez. Fahri Özdemir mi söylemişti? Günümüzde 12 bin ozan varmış. İnsanın inanası gelmiyor. Seçici kurulda nice ozan adayları konuşulurken Emin Özdemir bozulan şiirle ilgili şöyle yargılara varıyor: “Tümceleri kırıp alt alta ya da yan yana dizilemeyi şiir sanıyorlar. Bir de imge salgınına yakalanmışlar ki anlatılır gibi değil! Şuradan buradan devşirdikleri, aralarında çağrışımsal hiçbir kan bağı olmayan imgeleri üst üste yığıyor, bu yığışımı şiir diye adlandırıyorlar.” (SİNCAN İSTASYONU, Mayıs 2010). Emin Özdemir, “Adalar Kitabı”yla ödülü kazanan Aydın Şimşek’le ilgili gerekçeyi şöyle açıklıyor: “Aydın Şimşek, ada imgesinin odağına insanı yerleştiriyor, onun ölümsüz sesini, bu sese yansıyan aşkını, acısını, yalnızlığını yoğun, kan basıncı yüksek bir dille şiirleştiriyor.” Aydın Şimşek, Akşit Göktürk’ün ada imgesine getirdiği yorumla şiire giriyor: “Bir ada ortamı, kendisini belirleyen, dışarıya kapalılık, kendisiyle sınırlanmışlık, duranzaman biçimi gibi özellikleriyle ‘dışarı’nın, dış dünyanın karşıtıdır.” Nice yenilgilerden sonra insan kendine çekilmek ister. Aradığı ada o iç dinginliğidir. Hele de bir sevi yenilgisinden geçiyorsa, kendine sığınması kolay değildir: “Sen de gidince bir ada aradım anladım çok zormuş adasızlık...” Kendi içindeki adaya çekilmek, orada benliğini bulmak insana bilgece bir ruh yeteneği kazandırabilir. Ama insanın kendini yalnızlıkla sınaması kolay değildir. Ne diyordu Metin Eloğlu: “Yalnızlık koyar insana Toprak ölür, su ölür. Eski Robenson, hani şu bildiğimiz Aşktan ve gayeden uzak.” Kendini yalnızlıkla sınayan Aydın Şimşek nesnelerin öte yüzünü görür: “Yalvaç bir taş oturur önümüzde Birazdan toza dönüşecek elbet.” KAÇ ADA VAR İÇİMİZDE? Bir ozanın yaşama serüvenindeki iniş çıkışları ada imgesiyle bütünleştirmesi, sevi ilişkisinin ayrıntılarında nice yenilgilerden geçmesi, bunları değişik adalar halinde yaşaması, yaşamanın anlamı olarak yorumlanabilir. Ama sevi de kurtarmıyor insanı. İçimizden geçen o rüzgâr nerde? “Kumlardan yapılmış aşk ve derinden gelen dalga.” Üstümüzde çağın acımasız karanlığı varken, devleti ele geçiren erk ölüm buyururken, Tanrı insandan elini çekmişken, hangi sevi insanı kurtaracak? “Ey ölümlerden ölüm buyuran erk, ben sana çoktan itirazım bu tende Çağın devleti de tanrısı da benden uzakta, yolu karanlık dili lal olsun.” Böyle bir yenilgiden geçen insanı sevi ilişkisi iyileştirir mi? Aydın Şimşek, Altın Portakal’da Kemal Özer Şiiri Toplugörüşmesi’nde değişmeceli bir söz olarak “ada”yı kullanırken: “Genel çizgisini bireyleştirme üzerine kurmuş olan kuşağın yazarları, hayatın tüm alanlarına yönelik ve sanatsal çalışmalarda sınır tanımazlar” demeyi de unutmuyor (İZ’İM, Kemal Özer Şiirinin Genel Başlıkları, MayısHaziran 2010). Aydın Şimşek “Adalar Kitabı” adındaki şiirler toplamıyla “2010 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü”ne değer görüldü. Uzak bir adanın görkemli yalnızlığı içindeki Ceyhun Atuf Kansu’yu anarak Aydın Şimşek’in şiirli dünyasına geçmek daha anlamlı olacak. ESKİ TÜRK DİL KURUMU ZAMANI Seçici Kurul Üyesi Emin Özdemir, yalnız bir biçem özelliği olarak değil, bir saygı borcunu ödemek için, ödülle ilgili görüşlerini “Ceyhun Atuf Kansu’ya Mektup” olarak düzenler. Ceyhun Atuf’un şiirli dünyasından geçerek ödülü kazanan ozana gelmek Emin Özdemir’in yıllar süren çalışmasında gelenek oluşturmuştur. Emin Özdemir, Ceyhun Atuf Kansu’daki toplumcu duyarlığı anımsatırken ondan el alan ozanda bir kan bağı arar. En azından toplum sorunlarına ilgi duymayan bir ozan kimliği olmamasına özen gösterir. Ceyhun Atuf Kansu’yu tanımış olmak ayrıcalıktır. Eski Türk Dil Kurumu günlerimizde o bizim en yakınımızdı. Emin Özdemir de, Adnan Binyazar da anımsar: Yazı Kurulu toplantılarımız özel bir şenlik içinde geçerdi. Benim şakacı davranışım en ağır toplantıları bile yumuşatırdı. Ceyhun Ağabey koltuğuna gömülür, sigarasından bir derin soluk alır, Türk Dili dergisine gelen şiirleri okuyuşumu dinlerdi. Önce onun görüşünü alırdık. “Bombok!” derdi. “Ama falancanın şiiri” diye açıklamaya çalışırdık. Koltuğunda doğrulur, “Bir bakayım şuna Mustafa” derdi. “Eh, fena da değil be çocuklar” derdi. Emin Özdemir de, Adnan Binyazar da anımsamış olmalı: Bir “Yazı Kurulu” toplantısından sonra Cebeci’de, Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yatan Tahsin Saraç’ı yoklamaya gitmiştik de, çimenler üzerinde Ceyhun Abi takla atmıştı. Kötülüklerden uzak bir bahar akşamıydı. Ama Tahsin Saraç’ın röntgen filminde bütün göğsünü dolduran kocaman bir yürek vardı. Nice toplumsal baskılarla içini daraltan bir yürek. DAR ZAMANLAR Nâzım Hikmet, cumhuriyetin ilk dönemindeki dayatmalara aldırmayan bir ozandı. O aldırmazlık nice çilelerden geçmesine yol açtı. “40 Kuşağı Toplumcuları”, İkinci Dünya Sa Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1061 SAYFA 22
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear