05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

yerine kırk sesleniş diyerek dostlarının ardından yazdığı yazıları elemeden, bütünleyerek 40 sesleniş olarak toparlamak benim çözümümdür. Hata ettiysem vebali boynuma. Diğer yandan yazıları tekrar tekrar okurken henüz yatışmayan yüreğim ki bu aslında sizleri meşgul etmemeli onun ne kadar özel biri olduğunu bir kez daha görmemi sağladı. Edebiyat ya da felsefe konusunda durduğu yeri irdelemek bana düşmez elbet ama duyumsayan, özümseyen, en inanmadığı düşünceye bile saygılı ve hoşgörülü yaklaşan yanını yazılarında bir kez daha fark ettim. Kültürsüzlüğümüzün Kışı’nda kitabın başındaki alıntı; “Hoşnutsuzluğumuz karakış gibi üstümüze çökmüşken, bu güneş parçası, York’un oğlu iliklerimizi ısıttı” özetleyebilir belki düşündükllerimi. Onun inceliklerini, yaşamında elinden (elimizden) alınanları, onlarla her seferinde yıkımı yaşayıp sonra herseferinde acılarından öğrendikleri ile daha donanarak doğrulduğunu gördüm. Bu kitapta en sevdiklerini, apansız en verimli yaşlarında kaybeden, her kayıpla hayatı boşalan, yalnızlaşan birinin sevgili dostlarının ardından yazdığı ağıt denebilecek incelikte veda yazıları var. ¥ Her seferinde acısından arınarak okura o güzel insanları anlatma görevi ile birlikte yazılmış yazılar. “Edebİ türler içinde denemenin yazarıyla okuru arasında daha farklı bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Deneme yazarının ‘okura göre’, ‘okur için’ yazmasının, deneme türünün tanımı gereği, bir ‘suç’ olmak şöyle dursun, bilinçli olarak seçilmiş bir tutum olduğu söylenebilir. Denemeci, deneme yazıp rüzgâra salamaz mı? Salabilir elbet. Ama çoğu durumda, öznel bir söylem ortaya koyduğundan, bunu paylaşacak öznelere seslenmesi doğaldır. Tanımadığı, yüzü belirsiz olan, ama duygu ve düşünce birliği içinde olduğunu varsaydığı okura seslenir. İçtenliğin, aranır niteliklerinden biri olduğu tek edebi tür denemedir (…) Elbet okunmak ister yazar. Ama eğer okur için veya okura göre yazmak gibi bir kaygısı varsa ya da biraz daha açalım: Okurunu Füsun Akatlı çoğaltmak için, okurun hoşuna gitmek için, daha sonra yazacaklarını bekletmek için, ünlenmek için yazıyorsa edebiyat ve edebiyat okuru onu dışlayacaktır. İster bin, isterse yüz bin okuru olsun, edebiyat vize vermek için niceliğe bakmaz. Edebi nitelik ise, ne kadar ulvi, heyecan verici, enteresan olursa olsun yanına bile uğramamış olabilir bir yazının. Edebiyatçının da okur için yazdığı söylenebilir belki bir anlamda. Ama yalnız bir tek anlamda: Edebiyat okuru niteliğini taşıyan seçkin okurun ‘sıradan’, ‘kalp’, ‘ucuz’ damgasını vurup bir kenara atmayacağı bir ürün olsun ister yazdığı.” “Okur kırmızı gagalı bir pelikandır oysa. Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz, belki sadece okuduğunu bir varsayım olarak kabul edebileceğimiz, ama neyi, nasıl, niçin okuduğunu da varsayımımıza katamayacağımız bir özne” demiş Füsun Akatlı. Kendi edebiyat ve hayat kaygılarını paylaştığı “okur” için ama bir o kadar da kendi için denemeler, incelemeler yazdı Füsun Akatlı bir ömür boyu. Kendisi gibi nadide bir tür olan “Kırmızı Gagalı Pelikan”gilleri aradı. Okurunu önemsedi, saygı duydu, sevdi. Şimdi bu kitap dışarıdaki tüm “Kırmızı Gagalı Pelikan”lara gitsin o zaman. Keyifle okumaları, henüz tanımadılarsa onu tanımaları, sevecen yüreğini okumaları için... ? Kırmızı Gagalı Pelikan/ Füsun Akatlı/ Kırmızı Yayınları/ 274 s. Ë Yüksel PAZARKAYA ulat Tacar’ın diplomatlık kariyerinde geldiği görevler çok az diplomatta görülebilecek çeşitlilik ve özgünlük gösteriyor: 1954’te Mülkiye’den mezun olduktan sonra, Paris Sorbonne’da mastır yapan Pulat Tacar, 1955’te meslek sınavını kazanarak Dışişleri Bakanlığı’na girer. NATO Dairesi ve Nükleer Enerji İşleri’nde ilk görevlerini alır. Bu başlangıç konularını kariyeri süresince sürekli araştırarak, daha yüksek aşamalı yeni görevlerle derinleştirecek ve çalışmalarıyla deneyimlerini yalnız raporlar, konferanslar ve dergi yayınlarıyla değil, kitaplarla da kapsamlı ve ayrıntılı biçimde aktaracaktır. Bu yayınlar, bugün de gündemi oluşturan konu ve sorunlarda akıl alınacak, başvurulacak yapıtlardır. Yedek subaylık görevini Dışişleri Bakanlığı NATO Dairesi’nde yaptıktan sonra, Viyana Büyükelçiliği’nde ikinci kâtiplikten başkâtipliğe terfi etti, Uluslararası Atom Enerjisi nezdinde Daimi Temsilci ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda guvernör olarak görev yaptı. Sonra Dışişleri Bakanlığı NATO Dairesi Başkanı oldu. Üsküp, Stuttgart ve Münih Başkonsolosu olarak görevler sıraya girdi. Başkonsolos olarak görevlerinin arasında önce Dışişleri Bakanlığı Personel Dairesi Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürü görevleri var. Bunları Jakarta Büyükelçiliği, AB nezdinde büyükelçilik, Paris’te UNESCO Büyükelçiliği ya da daimi temsilcilik görevleri izledi. Arada Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Genel Müdürlüğü’ne atandı. Son olarak Ankara’da UNESCO Türkiye Milli Komisyonu üyesi oldu. 1996 yılında emekli olduktan sonra da uzun yıllar UNESCO Türkiye Milli Komisyonu yönetim kurulu üyeliği ve başkanvekilliği görevlerini sürdürdü. Yayımlanan kitapları, Nükleer Enerji Alanında Milletlerarası Denetim, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Sorunu, Kültürel Haklar: Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye İçin Bir Model Önerisi, Siyasetin Finansmanı, Ellinci Yılında UNESCO, Terör ve Demokrasi başlıklarıyla el yakan güncel konuları araştırıp inceliyor. Terör ve Demokrasi kitabıyla (Bilgi Yayınları) 1999 yılında Yunus Nadi Sosyal Bilimler Araştırması Ödülü’ne değer görüldü. Böylesine sıra dışı bir diplomatın hem kitaplarında, hem de sayısı belirsiz konferans ve makalelerinde dile getirdiği araştırma sonuçları ve görüşler, bu nehir söyleşide de yer yer yansıdığı gibi konuyla ilgili her siyasetçi, araştırmacı ve yurttaşın yararlanacağı çerçeveler çiziyor. Nehir söyleşi, görev dönemlerine göre bölümlendikten sonra, Avrupa Değerleri, Kültür Diplomasisi, Kültürel Miras, Dış Politika Uygulamaları üzerine görüşler, tanıtım gibi konularda deneyim, görüş ve önerilerle zenginleşiyor. “Doğu’ya giden gemide Batı’ya koşan adam’ söylemi acaba beni tanımlayabilir mi?” diyen Pulat Ta Pulat Tacar’la nehir söyleşi P Yaşam Bir Rüyadır Yaşam Bir Rüyadır başlıklı nehir söyleşi kitabı, benzerlerinden birçok nitelikli yönüyle ayrılıyor. Esra LaGaro’nun gerçekleştirdiği söyleşi, benmerkezli değil. Güçlü, eğitimli, aydın bir kişiliğin, diplomat olarak kırk yıl devlet ve memleket hizmetinde geçen yaşamında kişiliğini eğip bükmeden, görüşlerinden ve doğru bildiğinden ödün vermeden, nasıl ülke çıkarları için savaşım ve hizmet verileceğinin hayranlık uyandıran öyküsünü, akıcı, arı duru bir anlatımla okuyoruz. car, özellikle insan hakları ihlalleri ve haksızlıklar karşısında üstün bir duyarlık sergiler. Uluslararası meşruiyet üzerinde titrer. Ama bunu yaparken devletin temsilcisi olarak, kendi kusurlarımızı altın tepside yabancılara sunmaz. Direnecek ve diretecekse, kendi ülkesinde ve kendi üslerine karşı yapar bunu. Çünkü kusurlarımızı yine sadece biz düzeltebiliriz. Örneğin, Başbakan Turgut Özal’a, AB tam üyelik başvurusunun zamanlama açısından yanlış olduğunu açıkça söyler, olumsuz görüş belirtir ama hükümetin başvuru kararını da görevi gereği uygular. Yeniliklere ve gereğinde başkaldırmaya hep bir açık penceresi olmuştur. “İnandığımı, sözümü esirgemeden savunmak benim bilinen kusurum. Amirmemur ilişkisinde pek makbul bir nitelik değildir bu” (s. 355). “Ben uydumcu biri değilim” (s. 407). “Kurulu düzeni sorgusuz sualsiz hiç kabul etmedim. Melih Cevdet, Nâzım Hikmet sevdiğim şairler, Sait Faik ise en beğendiğim yazardı” (s. 44). Bir süre öğrencisi olduğu Behçet Necatigil’e sevgisini de ben biliyorum. Ama Pulat Tacar ve eşinin edebiyattan da önce sanat sevgileri en başta resim, heykel ve müzik alanlarında. Avrupa Birliği ile ilişkiler ve Türkiye’nin güncel sorunları üzerine çarpıcı deneyimleri ve önerileri var Tacar’ın. Batılı çağdaş iyi bir eğitimle yetişen diplomatın AB ile uyuma karşı olması düşünülemez. Ama içişlerinde olduğu gibi bu konuda da uydumcu değil. AB, elli yıldır Türkiye ile ilişkilerini aşama aşama geliştiriyorsa, bunu laik Atatürk Cumhuriyeti ile Pulat Tacar yapıyor. AB ile göz hizası isterken Avrupa, kendi değerleriyle bağdaşmayacak bir Türkiye’yi de sonuçta içine almak istemeyecektir: “Kanımca Avrupalıların Türkiye ile ilgili hoşgörülerinin eşiği ‘örtünmede’ duruyor. ‘Tesettürlü kadınlar Türkiye’sini’ kendilerinin ayrılmaz bir parçası saymak istemiyorlar” (s. 75). Kendi görüşünü de şu tümcede özetliyor: “Ben Türk kamu hayatına dinsel aidiyeti vurgulayan bir imgenin dayatılmaması gerektiği kanısındayım” (s. 287). Öte yandan, AB’nin Türkiye’yi hep ara formüllerle oyaladığını, daha da kötüsü, Türkiye üzerinde baskı uygulayarak, isteneni yaptırabilecekleri kanısına kapıldıklarını anlatıyor ve şöyle diyor: “Türkiye’ye diğer adaylara yaptıkları muameleden farklı davranıyorlar. Çifte standart uyguluyorlar. Ayrımcılık yapıyorlar. Ben buna Tête de Turc diyorum (...) Ancak onlar Gümrük Birliği ile Türkiye pazarına yerleşmiş durumdalar” (s. 200202). Tacar, elbette “hümanizma, bireylerin eşitliği, özgürlük ve akla saygı” gibi Avrupa değerlerine ve ilkelerine sahip çıkıyor: “Bireycilik; ulus düşüncesi; kapitalizm; demokrasi; insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı; azınlıkların haklarına saygı; dinin devlet işlerinden ayrılması, yani Tanrı’ya ait olanın Tanrı’ya, hükümdara ait olanın hükümdara ait sayılması ilkesinin kabulü; her Avrupa ülkesinin ve ulusunun kültürünün özgün olması; bölge kültürlerinin bunları daha da zenginleştirdiğinin kabulü; çeşitliliğin tanınması, korunması ve geliştirilmesi” (s. 278). Yukarda sıraladığımız konular üzerine yaklaşık 500 sayfa kapsamında yoğunca dile gelen bilgi, deneyim, görüş ve önerileri burada özetlemek olanağı yok. Zaten bu tanıtımın amacı da, Pulat Tacar ile Yaşam Bir Rüyadır adını taşıyan bu nehir söyleşi kitabını okura salık vermek. ? Yaşam Bir RüyadırPulat Tacar Kitabı/ Esra LaGaro/ İş Bankası Kültür Yayınları/ 470 s. SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1084
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear