Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Şiir Atlası CEVAT ÇAPAN El Mütenebbi/ Şiirler/ Çeviren: Metin Fındıkçı ‘Ayrıldığımız kapının eşiği aşkınla doluydu’ am adı Ebu T’tayyib Ahmed Bin Hüseyin El Mütenebbi. (d.915 Küfe – ö. 23 Eylül 965 Deyrü’l – Akul yakınları, Irak) Arapçanın en önemli şairlerinden biri. Mecazlarla dolu, süslü ve abartılı bir üslupla yazdığı methiye ve yergileriyle tanınır. Arap şiirine, İslam şiirinden ayrı yeni bir söylem kazandırdı, Modern Arap şiirinin mimarı sayıldı. 19. yüzyıla değin Arap şiirini etkilemiştir. Şiire olan yeteneği sayesinde öğrenim gördü. 924’te Küfe’yi yağmalayan Şii Karmatilere katıldı. Peygamber olduğunu ileri sürerek “Geleceğin Peygamberi” anlamındaki El Mütenebbi adını aldı. 923’te Suriye’deki başarısız bir Karmati ayaklanmasına önderlik ettiği için iki yıl hapis yattı. 935’te peygamberlik iddiasını geri aldı ve gezgin bir şair oldu. Irak (Akul) yakınlarında bir hırsız tarafından bıçaklanarak öldürüldü. T Sevgilimi ayrılığın kollarına bıraktım Ayrıldığımız kapının eşiği aşkınla doluydu Tanrı büyüktür nasılsa kavuşacağız Kavuşacağımız yerde ayrıldık bunu bil şimdilik Senden ayrıldım çünkü bana uygun gördüler bu ayrılığı. Bu bedenimle dolandığım yeter Boşu boşuna benimle yürüyor bu çılgın rüzgâr Bu ayrılık dişlerle göz kapakları arasında bir mesafedir Bir yolculuktur, sadece ruhum ay gibi tereddüt içindedir Giysilerimin içinde dolaşıp duran rüzgârı saldım Yorgun bedenim seni ayaklarımla dolaştırdığım yeter, seninle konuşabiliyorum Oysa sevgilim beni görmeden yokluğunda onunla konuşacak değilim asla! Uçuk güzellik Omuzlarına dökülen saçlarının güzelliğini düşlüyorum Bu savaş meydanında iki örgü halinde asılı Yüklü bir mızrağın yerinde kollarımdaymış sanki Yaşamla birlikte bir ırmak gibi içilmeden akan Lakap üstüne lakap Bulunduğun yerde ağustos rüzgârından başka bir şey Esmeden önce haber aldım edebiyata döneceğini Söylediğin günü gidişinle adlandırdım altınla yarılmış Akıl altın değil ki sana lakap olmuş Ey lakabıyla yüzleşen lakap, o lakap seninmiş. Ne üstümde kimse olsun ne de bana eşit Ey beni sevmeyen ve istemeyenler işte aranızdayım atımın üstünde yolcu Kaldırdığım bu kılıcım düşmanımdan ne kimseyi yaralar ne öldürür Kılıcın kızıl cevherini kılıç keser ancak, ben geçmişteki o arzuyu görüyorum Sevgilim bu keskin kılıca benzer kimini vurur kimini okşar savaş meydanında Ben yaşamın giysilerini giyinmişim içlerinde aşkı yaşamak istiyorum ama gitgide Savaşın kırmızı kanıyla boyanıyor kılıcın kızıl cevheri ve ben izlerini taşıyarak, Kendime benzeyerek yanına uzanmak istiyorum kaldırıp indirdikçe kılıcımı Ne üstümde kimse olsun ne de bana eşit Madem mızrağın solgun kılıcın suskun diyorsun Tek başıma arkamda toplananlarla yüzleşeceğim sen yapacaklarımı izle! Hire’de toplanan köleler Şekerden balık, balda badem armağan olsun Abdullah bin Halkan’a O zincirleri kırmak için çalıştırdın, onlar soylu atın heykeline vurulan mühür gibi Uysal iri gözleriyle beklediler soylu atın heykeline vurulan mührü onlara vurulmasını Bu gönderilen armağana hoş geldin demen gerek Ebu Kasım’ın mektubuyla Ancak bu armağanın sahibini göremedim İsteklerinde bu toplanan ve çalıştırılan kölelerin özgür isteklerini gördüm Bu balın zenginliğini paylaştırmak istersen Üstlerinde yıpranan giysileri atıp gölde azalan balıkların balıyla ört onları Onlara nasıl yetecek bu bolluk diye sorma Bendeki zenginliği görmeden, hatta bana geri dönmeden bu zenginliği bağışla Yüce çıplaklığındayım Hangi vadi amacını açıklar ve Sınır koyar genişliğine Dolu dolu yüceliğini gönderdin Şükür dolu iki kalçanla Gelişin boşluğa taşıyor Bu amansız boşluğu kalçaların sandım Tövbem senin bu yüce çıplaklığınla olacak Ama arzum verdiğim sözü unutturacak Sen tomurcuklanan çiçeklerin zamanındaysan Ben bu baharın çıplak kalçalarının zamanıyım Ondandır yeryüzü ve gökyüzünün kıskançlığı Sevgilisi sultanın kız kardeşi için Umutları için çalıştırdın bütün bu insanları umutlarına inanarak Dünyanın zincirlerini kırmak için hırsla çalıştılar ve sen Şaşkın rüzgâr estiği anda sevgilimle aramdaki Ceylan insan değil vahşi bir ceylan olur, Toprağı sulayacak beyaz bulutların Son damlası da kurur benliğimde Bedenimle durup beklemedim gecenin üç vaktinde, Bedeninin resmini çizerim bedenindeki hüznü alsa da Hızlı davranan avcı kanını sorar Öldürürken kırarak aksini ve kirpiğini, Çıplaklığında güneşin doğuşunu görmeyerek Dolu dalının meyvesini emerken Yavru ceylanın çanı vurmuyor kilisenin çanını duymadan Oysa senin dalların dopdolu üstünden ipek giysileri atarken Oysa yiten zamanı beraberinde getirir Korkusunu teninde gizleyerek, Abdullah kıskançlığına yenilecek bilirim Attan inip eşeğe binerken İki şekil arasında değişecek Aslanı salyalı köpeğe tercih ederken, Bütün beyazlığı açılan giysileriyle ortaya çıktı Karanlıkta yakılan bir ateş gibi Uzak sandığım aşk yanı başımdaymış Mutluluk denen şey bu, öfkeden uzak okşadığım toprağını Soylu atım aziz babam kardeşim dünya Öfkeden uzak arzunun altındaki kıvırcık kılları gizimdir Beyaz bulutların suyunu armağan verdim toprağına Fallarda çıkan kıtaları yenilemeden ten tende yanarken Gökyüzünü yeryüzüne sundum ? SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 995