25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN “Masumiyet Müzesi” Kapalıdır imi edebiyat türleri var ki sınırları tam olarak çizilememiş, kolay benimsenen bir tanımı yapılamamıştır. Deneme bunlardan biridir. Romanın alıştığımız tanımı zamanla değişime uğramıştır. Öyle ki, romana bir “büyük deneme” gözüyle bile bakılmaya başlanmıştır. O zaman roman, bütün türleri içinde yaşatan yeni bir boyut kazanmıştır. K umut ışığı görmektedir. Nitekim Füsun kocasından boşanır. Kemal’le birlikte olmasında engel kalmamış gibidir. Ama Füsun o eski Füsun değildir. Kullanılmış olmanın ezikliği içindedir. Kemal’e de güveni yoktur. Arabayı olanca hızıyla sürerken bir ağaca çarpar. Füsun orada ölür. Kemal ağır yaralı kurtulur. BİR KÜÇÜK EŞYA MERAKININ ARTALANI Bu anlamsız öykünün artalanında neler var? Romanın önde görünen kişileri ne gibi özellikleriyle ilgimizi çekiyor? Sevi ilişkisindeki cinselliğin abartılması romanı nasıl etkiliyor? Bu soruların yanıtı romanı kurtarabilir mi? Önyargılı bir tutumla “Masumiyet Müzesi”ni kurtarılmamış bir roman saymak doğru olmayabilir. Birkaç işadamıyla onların yakınlarını, iş ilişkileriyle gönül ilişkilerini, dolayısıyla çıkar ilişkilerini anlatmakla yetinen o dar çevrenin, çok katmanlı bir romana açılması beklenemez. Belki de Orhan Pamuk, dolaylı olarak, bu duyarsızlığın romanını yazmak istiyor. Kemal, bir zamanlar Füsun’la ilişkisi olan bir işadamının önerisini geri çevirir. Ağabeysi Osman, o işadamıyla işbirliği yaparak Kemal’i yalnız bırakır. Kemal, Füsun’la ilişkisi olabileceği kuşkusuyla yanında çalışan başarılı bir arkadaşını işten uzaklaştırır. Füsun’la giriştiği cinsel ilişki öylesine bir tutkuya dönüşmüştür ki, onu yitirmek kaygısıyla hemen her gün Çukurcuma’daki eve gidip işini ertelemeye başlamıştır. “Masumiyet Müzesi”ne çağdaş bir “Leyla ile Mecnun” masalı gözüyle bakılabilir mi? Roman kahramanı Kemal bir çeşit Mecnun sayılır. Sayma Hastalığı (nümeromani) denebilecek bir dengesizliği var. Daha Sibel’le nişanlanmadan önce, Merhamet Apartmanı’nda 44 kez Füsun’la cinsel ilişki kurmuş. 7 yıl 10 ay içinde Çukurcuma’daki eve 1593 gece gitmiş. Füsun’un içtiği sigaralardan 4213 izmarit toplamış. 5723 dünya müzesini gezmiş. Kemal’de Çalma Hastalığı (Kleptomani) de var. Füsun’un kullandığı kaşık, çatal, bıçak, biblo köpek, ayva rendesi, PeReJa kolonyası, oyun kâğıtları gibi iriliufaklı eşyayı Çukurcuma’daki evden çalıp Merhamet Apartmanı’na getirir. Füsun’un dudağının değdiği, söndürürken değişik biçimler aldığı izmaritler, ruh yapısını anlatan özellikler taşır. Onun kullandığı çatal, kaşık nice anıları saklar. “Bu küçük eşya merakı” Necati Cumalı’nın “Nekahat” şiirini anımsatır: “Nedir bende bugünlerdeki Bu on beş yaşındaki çocuk hali? Çiçeklere duyduğum bu sevgi, Bu küçük eşya merakı.” Ama Kemal’in Çukurcuma’daki evden yürüttüğü nesneler Füsun’dan izler taşıdığı için birer “fetiş” sayılır. O eşyalarla doyuma ulaşmak “fetişizm” olarak nitelenebilecek bir başka hastalıklı durumdur. Çukurcuma’daki evde 8 ay boyunca televizyonda dizi izlemek, bir sözde nedenle Füusun’un odasına çıkıp eşyalarını sevmek, gazetedeki dedikodu haberleriyle ilgileniyor görünmek, içkisini yudumlamak, sigarasını tüttürmek, o içedönük yaşama alışkanlığında ayrımına varılmayan bir kişi olduğunu sanmak... Oysa herkes her şeyi sezmekte, aldırmaz görünmektedir. Onlar olanakları sınırlı insanlardır. Fü Bütün edebiyat türleri için şu sorunun yanıtını aramak gerekir: “Ne anlatılacaktır, nasıl anlatılacaktır?” “Öz biçimi belirler” anlayışının soruya dönüşen tanımıdır bu! Geçerliğini yitirmiş değil. Kimi zaman bu anlayışın tersi de söz konusu olabilir. “Biçim özü belirlemiyor mu?” Önemli olan anlatıyı yazıya dönüştüren romancının biçem anlayışıdır. Orhan Pamuk her romanında yeni bir anlatım biçimi deneyerek yazma eyleminin bir çeşit oyun olduğunu göstermek istemiştir. Bu yazma eylemi “Masumiyet Müzesi”nde yeni bir boyut kazanmış, yetmişli yılların ortasından doksanlı yılların ortasında doğru, çalkantılı bir döneme aldırmayan insanların gönül serüveniyle oyalanması olarak ağırlık kazanmıştır. BİR PEMBE DİZİ GİBİ Romana zorla yamanmış gibi duran ayrıntıları bir yana bırakıp kısaca özetlemek gerekirse: Yaşadığı serüveni anlatan Kemal, “Satsat” adlı aile şirketinin ortaklarından biridir. Kazancı iyi olan, varlıklı bir insandır. Sibel adında Sorbon’u bitiren, incelikli bir kızla nişanlanmak üzeredir. Sibel, Kemal’e öylesine güvenir ki kızlığını vermekte sakınca görmez. Kemal, bir rastlantı sonucu, lüks eşya satan Şanzeliza Butik’te, uzak bir yakını, Füsun’u, tanımıştır. Füsun, güzellik yarışmasında üçüncü olmuş, üniversite sınavlarına hazırlanan, çekici bir kızdır. İnsan tanımak için Şanzelize Butik’te çalışmaktadır. Kemal’in çağrısına uymuş, Merhamet Apartmanı’ndaki eski bir dairede, kızlığına aldırmadan, cinsel sevinin doyumuna ulaşmıştır. Bu durum Kemal’in Sibel’le görkemli nişan törenine engel olmamıştır. Ne ki, Kemal’in tutkuya dönüşen sevi ilişkisi, Sibel’den uzaklaşmasına, kayıplara karışan Füsun’un izini sürmesine yol açmıştır. Neden sonra Füsun’un senaryo yazarı Feridun’la evlendiği anlaşılmıştır. Tutkusunun tutsağı olan Kemal, Çukurcuma’daki Füsunların evine gider olmuş; Füsun’un annesi Nesibe Hala, babası emekli öğretmen Tarık Bey, eşi Feridun bu gizli ilişkiyi sezse de, aldırmaz görünmüş; Kemal, 8 yıl boyunca Çukurcuma’daki evin bir parçası haline gelmiştir. Bu aldırmaz görünüşün arkasında belki, Kemal’in Çukurcuma’daki eve, Feridun’un sinema işlerine paraca destek olması vardır. Belki kızları Füsun’un mutsuzluğunu sezen ailesi bu varlıklı yakınlarında bir SAYFA 22 sun’un annesi evlere dikişe gider. Emekli bir öğretmen olan babası bütün birikimini bir bankere kaptırmıştır. Film işlerini öne süren Füsun’un eşi evden uzak yaşamaktadır. Belki Kemal’e de, kızına da acıyan bir aile işi oluruna bırakmıştır. Çağdaş bir Mecnun olan Kemal anlaşılmaz bir “melankoli” içinde kuruntularıyla başbaşa kalmıştır. Bir yaşanmış zaman mıdır bu, bir yanılsama mı? Hani Rabia Hatun’un, “Men tâ senin yanında dahi hasretem ana” dediği gibi, yanındaki Füsun’u uzak çöllerde aramaktadır. Liseden sonra kendini geliştirme olanağı bulamayan, kuş resimleri yapmakla oyalanan Füsun’da bir sanatçı yeteneği var mıydı? Bir sinema oyuncusu olamamanın kırgınlığını mı yaşıyordu? Ama “Pelur Bar” daha çok “porno film” için kadın pazarlanan bir yerdi. Oradan gerçek bir sinema oyuncusu çıkması beklenemezdi. GÖLGE GİBİ BİR İSTANBUL Yetmişli yılların ortasından doksanlı yılların ortasına doğru, İstanbul’daki kargaşa ortamı belirsiz bir gölge gibi durur romanda. Siyasetin uzağındaki bu insanlara kargaşa ortamı nasıl bir derinlik duygusu verebilir? “İstanbul’un sokaklarında komünistler ile milliyetçiler birbirini kurşunlar, bankalar soyulur, bombalanır, kahveler makineli tüfeklerle taranırken, bizim esrarengiz bir acı yüzünden bütün dünyayı unutuşumuz, Sibel’e bir derinlik duygusu verirdi.” Gönül ilişkisi içinde oyalanan bu işadamları çevresinden kopan iki kişi o kargaşa ortamını anlamaya çalışmıştır. Orhan Pamuk, o duyarsız ortamdan inançlı insanların da çıkabileceğini, bu sorumsuzluğa katlanmadıklarını anlatmak gereğini duyuyor: “Sonraki yıllarda bu kalabalık takımdan yalnızca iki kişi siyaseti ciddiye almış, bunlardan biri, 1971’deki askeri darbeden sonra polisin elinde işkence görüp 1974’teki affa kadar hapis yatmış ve herhalde ikisi de ‘sorumsuz, şımarık ve burjuva’ buldukları bizlerden soğudukları için takımdan uzaklaşmışlardır.” Oysa Kemal o kargaşa ortamında bir uyurgezer gibidir. Yasak saatlerde sıkıyönetime yakalandıkları zaman ayva rendesinin ne olduğunu değil, ona kullanan Füsun’un ellerindeki hünerle bütünleştiği anısına dalar. Banker batağındaki insanların umutsuzluğu sürerken Boğaz’da dev bir tankerin alevlenerek sulara gömülmesi çarpıcı bir etki bırakır. Nişantaşı’ndaki Merhamet Apartmanı’nda, Çukurcuma’daki evde “bölünmez atom parçaları gibi bölünmez anların birbirine eklenmesiyle” akıp giden yitik bir zaman vardır. Yitik bir zamanın peşinde midir Orhan Pamuk? “Ülke bir iç savaşa doğru sürükleniyordu” diyor. Keşke böyle bir iç savaşın gölgesindeki sevi ilişkisini anlatsaydı Orhan Pamuk. NEYİN MÜZESİ? “Bu küçük eşya merakı” insanı nitelikli bir koleksiyona da götürebilir, gereksiz nesnelerle evini çöplüğe de dönüştürebilir. Bir romancı yeterli gereçleri elde etme den roman yazamaz. Ama, müzelerle ilgili bilgiyi aktardığı gibi, yığma bilgilerle romanı doldurursa, romanın dokusuna işleyemezse, yama gibi durur. Evet, romana büyük bir deneme gözüyle de bakılabilir ama, deneme de bilgi aktarımına katlanamaz. Orhan Pamuk’un dili hep tartışma konusu olmuştur. Dilin doğru kullanılması, bir Türkçe öğretmeninin öğrencisine göstereceği kurallarla öğretilebilir. Edebiyat, dil içinde dil yaratmak hüneridir. Süslü anlatımla değil, yalın anlatımla dile yeni bir güç kazandırma işidir. Yılların romancısı Orhan Pamuk dili kullanmanın ustası olmak gerekir. Dilin inceliklerine aldırmıyor, işin kolayına mı kaçmak istiyor? Çöplüğe dönüşen müzeler gibi, özensiz bir dil romanın dokusunu çürütmez mi? Gerçek romancı topladığı gereçleri eksiltmesini, yinelemelerden kaçınmasını bilmeli. Orhan Pamuk gibi değişik yöntemler deneyerek ilgi çekmek isteyen bir romancı bunları bilmez mi? Ustalığını işin kolayına kaçmakta kullanan bir romancı sıradan bir okuru kazanmasını bilir. Ama bir romancı önce kendi için, sonra zor beğenen okur için yazmasını bilmeli. Çağdaş bir “Leyla ile Mecnun” masalı olarak yorumlayabileceğimiz “Masumiyet Müzesi” kadının gücünü mü gösteriyor bize güçsüzlüğünü mü? KADININ GÜCÜ Bir kadının gücü, değişik bir yorumla güçsüzlük olarak da nitelendirilebilir. Füsun, çıkar beklemeden kendini Kemal’e bırakmıştı. Ama ona güvenini yitirince 8 yıl yanına yaklaştırmadı. Kolay çözümlere de inanmadı. Arabayı olanca hızıyla ağaca doğru sürerken ölümün bir kurtuluş olacağını umuyordu. Bir kadının ölümle ödeşmesi güç sayılacaksa, Füsun güçlü bir kadındı. Sibel yaşamaya bir başına direnmenin kolay olmayacağını biliyordu. Kafa dengi olduğuna inandığı biriyle evlenip çoluk çocuğa karıştı. “Alıştığımız bir şeydi yaşamak” diyor Cahit Sıtkı Tarancı. Birbirinden güç alarak yaşamaya direnmek gerekirdi. Kemal, Füsun’dan böyle bir güç alamadığı için zamanın akışına bıraktı kendini. Milano’da Sibel’le eşini, kızlarını gördüğü zaman tükenmişliğin eşiğindeydi. Yaşamaya tutunmasını bildiği için Sibel’i güçlü bir kadın mı sayacağız? TEMİZ KALMAK Orhan Pamuk’un romanı, “masumiyet” kavramı üzerine düşünmemizi de gerektiriyor. Yazgısını değiştiremeyen insanın yaşamaya tutunmaya çalışması temiz kalmasını kolaylaştırır mı? Yenilgilerden geçerek temiz kalmaya çalışmak kurtuluş mudur? “Ben siyaseti sevmem” diyen roman kahramanı İstanbul’un kargaşa ortamında ne kadar temiz kalabilmiştir? Sorumluluğumuzu bilerek temiz kalmamız gerekmez mi? Zamanı bir yanılsama içinde algılarken bu sorular hep yankılanıp duracak. Yazar, bölünmez anların, gereksiz nesnelerin akışı içinde nice öykülerin yaşadığını anımsatıyor: “... eşyaların her biri, tıpkı Aristo’nun bölünmez atomları gibi, bölünmez bir ana işaret ediyordu. Aristo’ya göre anları birleştiren çizginin zaman olması gibi, eşyaları birleştiren çizginin de bir hikâye olacağını anlıyordum.” Yaşamanın anlamını sevi ilişkisinde arayan “Masumiyet Müzesi” onu, abartılmış bir sevide bulacağını umuyorsa yanılıyor. Abartılmış sevi kolay okur kazanmaya çalışır. Orhan Pamuk’un buna gereksinimi var mı? Ödül almak önemli ama o ödülü koruyan bir düzeyde kalmak daha önemli. “Masumiyet Müzesi” ne zaman açılacak?? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 MUSTAFA ŞERİF ONARAN CUMHURİYET KİTAP SAYI 995
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear