02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Loren Edizel’in ‘İzmir Hayaletleri’ üzerine Büyük yangının külleri İzmir Hayaletleri’nin özgün metni İngilizce olarak yazılmış, çevirisi ise başarılı çalışmalarını okuduğumuz Roza Hakmen tarafından yapılmış. Roman, İzmir Yangını’ndan geriye kalan sayısız acıyı, aşkı ve yaşanmışlığı olabildiğince yansız ve empatik bir yaklaşımla edebiyatın havuzuna akıtmayı sağlıyor. Ë Mehmet ATİLLA vurgu yapan romanların özel bir dikkatle okunmasında yarar var. Romanda fon olarak kullanılan tarihsel gerçekliğin yazınsal gerçeklikle bire bir örtüşmesi çoğu zaman olanaksızdır ama bu sapmanın ideolojik bir boyuta taşınmasından da kaçınmak gerekir. Tarihsel gerçekliğin “ne” olduğu sorusu bile kesinlikten uzakken yazarın bu gerçekliğin kendince sakıncalı olan yanından yontmaya başlaması ya da tersini yapmasının bağışlanmaz bir yaklaşım olduğunu biliyoruz. Loren Edizel’in bu tehlikeli dönemeci başarıyla döndüğünü söylemeliyim. Yazar, dönemin siyasal yaşantısından çok günlük yaşamın çalkantılarını öne çıkararak okuru olası bir yorum yanılgısına düşmekten de kurtarıyor böylece. KAN, GÖZYAŞI... Roman, ana karakterlerden biri olan Niko’nun (Nicolas) ölüm döşeğindeki hali ile başlıyor ve hemen ikinci bölümde Niko’nun çocukluğuna dönülerek babası Jakob Deveciyan’ın Şam’a asker olarak gönderilmesinin acıklı öyküsüne geçiliyor. Bu açıdan bakıldığında kitabın asıl hayaleti Jakob’dur; Niko’nun babası, Elena ile Pol’ün ağabeyi, Marie’nin oğlu şapkacı Jakob... Roman temel olarak bu götürülüşün tozu dumanı üzerine kurulu. Gelgelelim, Jakob’un sonunu tam olarak bilen yok, akla her türlü olasılık geliyor: “...hayali Şam yolculuğunda toplu halde öldürülmüş müydüler? Suriye’de İngilizlerle Araplara karşı baştan kaybedilmiş umutsuz bir savaşta asker olarak mı kullanılmışlardı? (...) Dizanteriden mi ölmüştü? Ermeni olduğu için sırtından mı vurulmuştu? Osmanlı olduğu için bir Arap kafasını mı kesmişti?” (s. 25) Bu sorular öyle bir çırpıda ve gönül rahatlığıyla yanıtlanabilecek sorular değil. Her olasılığın içerdiği trajedi ayrı. Bu yüzden zamanla Deveciyan Ailesi’nin ruh sağlığı bozuluyor. Padişahtan gelen başsağlığı mektubu ve bir altın liralık yetim aylığı bağlanması geride kalanları iyileştirmeye yetmiyor. Elena saplantılı bir tutkuyla kendini resme verip bedenini uzun süre tavan arasına hapsederken öteki kar L oren Edizel’in İzmir Hayaletleri adlı romanını öncelikle İzmir’e dönük bir ruhsal yakınlıkla okudum. Bu tür okumaların belli bir riski de var elbette. Sayfalar ilerledikçe beklentilerinizin karşılanıp karşılanmayacağı konusunda sabırsız olmaya başlıyorsunuz. Acaba sorusu hep yedeğinizde bulunuyor. Bir roman tekniği olarak başarılı bir giriş yapmıştı aslında yazar. Yaşlı bir adamın son günüyle başlamış, sonra da birdenbire Birinci Dünya Savaşı yıllarının İzmir’ine sıçramıştı. Her şey iyi gidiyordu. Aya Katerina Mahallesi, komşular, esnaflar ve diğerleri... Bu yazınsal yolculuğun daha da keyifleneceğinin habercisi 26. sayfada karşıma çıkınca iyice rahatladım. Yazar, o zamanların çok dilli, çok dinli İzmir’ini betimlerken “Bu şehirde cümleye bir dilde başlayıp bir başka dilde bitirdiğinizde kimse yadırgamazdı” diyordu. Anahtar bir cümleydi bu ve kapıyı ardına kadar açmıştı. İzmir Hayaletleri bir ilk roman. Yazarı Loren Edizel İzmir’de doğmuş, 1979’dan beri Kanada’da yaşıyor. Kitabın girişinde olayların ve kişilerin kurgusal olduğu; gerçek kişiler, olaylar ve mekânlarla kurulabilecek benzerliklerin rastlantıya dayanacağı belirtilse de yazarın kimi belge, anı ve yaşanmışlıklardan yola çıktığı açık. Ama bunların ne kadarını romana yedirdiğini anlamak olanaksız. Gerekli de değil zaten. Gerçi yazarın bu konudaki gizli isteğini roman kahramanlarından ikisinin, aynı zamanda ağabeykardeş olan Pol ile Elena’nın bir başka konudaki konuşmasından da anlıyoruz. Elena ağabeyine soruyor: “Gerçek bir hikâye mi yoksa uyduracak mısın?” Pol gülüyor: “Belli mi olur? Gerçek mi uydurma mı olduğunu bazen ben de bilemiyorum... Yine de dinlemek istiyor musun?” (s. 158) Bu soruyu Elena başını sallayarak onaylarken, belli belirsiz bir yönlendirmeyle bizden de okur olarak onun bu tutumuna içtenlikle katılmamız isteniyor. İzmir Hayaletleri gibi belli bir döneme olayları konu edinen bu tür edebiyat yapıtlarını etnik kökenleri farklı yazarların kaleminden okumak da oldukça yararlı. Akla gelmedik bir bakış açısı yakalamanın, yeni duyarlılıklar kazanmanın barışçıl bir dünya umuduna katkısı olduğuna inanıyorsak resmi görüşün dayattığı edebiyat yapıtlarından başımızı kaldırabilme cesaretini de göstermeliyiz. Bu tutum, okuduğumuz yapıtın ya da yazarın dünyasına, algısal yaşantısına saplanıp kalmamızı gerektirmez. Ama o dünyaya, o yaşantıya kısa bir süreliğine de olsa girme becerisini gösteremezsek edebiyat metniyle kuracağımız duygusal bağ her zaman sorunlu olacaktır. İzmir Hayaletleri bu açıdan da ele alınmaya elverişli bir metin. Örneğin romanın başat karakterlerinden ikisi, Rum doktor Manolis ile Türk gazeteci Nazım kendilerine göre doğru bildikleri yolda ilerlerlerken birbirlerine düşmandırlar ama bu davranışlarının anlaşılabilir bir tarafı da vardır. Önemli olan her ikisini de kendi gerçeklikleri içinde kabul edebilmektir. Hatta aşkları bile aynı yörüngede kesişmektedir. Elena’nın seçiminin ne olacağı bu noktada çok da önemli görülmemelidir. ANILARI YOK EDEN YANGIN Olaylar belli bir tempoyla sürüp giderken Yunanlıların geri çekilmesi ve İzmir’i terk edişleri sırasında yaşanan kargaşa Deveciyan Ailesi’nin de yaşamını değiştirir. İzmir yanmaktadır. Çıkarılan yangın yalnızca koskoca bir güzelliği değil, içindeki diriliği ve hatta anıları bile yok etmektedir. Aya Katerina Mahallesi de alevler arasında kalan semtlerden biridir. Herkes bir yerlere dağılır. Pol bir buhran daha geçirir ve izini kaybettirir. Sonrası söylentidir, tahmindir. Loren Edizel kitabın sonunda İzmir Yangını ile ilgili bir şeyler yazma düşüncesinin yıllar önce oluştuğunu, ancak daha sonra öykünün kendiliğinden yön değiştirdiğini belirtiyor. Gerçekten de öyle olmuş; roman, sonu İzmir Yangını’na varan koşulları, Kurtuluş Savaşı öncesindeki ve sırasındaki ilişkileri anlatıyor daha çok. Kurgunun kimi yerlerinde, kitabın ithaf edildiği kişi ve aynı zamanda yazarın babası olan ressam Jak Edizel’in anılarının baskın çıktığını söylemek olası. İzmir Hayaletleri’nin özgün metni İngilizce olarak yazılmış, çevirisi ise başarılı çalışmalarını okuduğumuz Roza Hakmen tarafından yapılmış. Hakmen’in adı ve kitabın kapak tasarımının çekiciliği, yazarın çocukluk yıllarını geçirdiği İzmir’e ödemeye çalıştığı bu vefa duygusuna başarıyla eşlik ediyor doğrusu. İzmir Hayaletleri, İzmir Yangını’ndan geriye kalan sayısız acıyı, aşkı ve yaşanmışlığı olabildiğince yansız ve empatik bir yaklaşımla edebiyatın havuzuna akıtmayı sağlıyor. Yalnızca bunun için bile okunmaya değer. ? İzmir Hayaletleri/ Loren Edizel/ Şenocak Yayınları, 2008/ 256 s. Loren Edizel deş Pol (Polycarp), zaman zaman başgösteren zihinsel yarılmaların pençesinden kendini kurtaramıyor. Niko ise babası götürüldüğü sırada henüz üç yaşındadır; bir yandan halasının tablolarının arasında babasının hayaletinin gizlendiğini düşünerek büyürken öte yandan da amcasının ruhsal sıçramalarına tanıklık ediyor. Roman daha sonra İzmir’in kendine özgü yaşantısından kesitler aktararak sürüyor. İzmir Hayaletleri’nin ikinci yarısını oluşturan kırılmayı ise 1919 yılının Mayıs ayı başlatıyor denebilir. İzmir’in işgali... O gün Pol bir kez daha buhran geçirir, kayıplara karışır, haftalar sonra bulunduğunda İzmir’in haritasını çıkardığını söylemekte, görülmeyen kişilerle konuşmaktadır. Niko ise ışıkta dolanan toz zerreciklerinin arasında annesinin ve babasının hayalleriyle yaşamaktadır. Savaş tüm acımasızlığıyla kapıya dayanmıştır; bundan sonrası kandır, gözyaşıdır. Loren Edizel savaş karşıtı olan bu söylemi zaman zaman öne çıkarmaktan kaçınmıyor. Birlikte paylaşılan bir coğrafyada zalimliğin, kötülüğün, yakıp yıkmanın, ırza geçmenin hangi sonuçlara ve sarsıntılara neden olduğu konusunda bir tavır geliştirmek yazarın itici güçlerinden biri olmuş. Tek bir ailenin savrulmasından yola çıkılarak yazılan bu romanın geniş bir perspektif içine oturtulması son derece işlevsel; böylece okur, değişik kültürden gelen insanların yaşantılarıyla, acılarıyla, hayalleriyle ve “hayaletleri”yle kolayca bütünleşiyor. Başka gördüğünün iç dünyasına girmek herkes için ruhsal bir zenginleşme demek çünkü. Öte yandan yakın geçmişimize ilişkin CUMHURİYET KİTAP SAYI 993 SAYFA 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear