02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

...KISA KISA... Ë Ahmet ÖNEL Tirza oman sanatına kaynaklık eden Batı, yeni dünyada yerini arayan insanın güncel fotoğrafını yine kendi ürünleriyle yansıtıyor. Zaman bu noktada tek değişken; üslup arayışları, anlatı teknikleri klasik formdan fazla uzağa düşmüyor belki ama asıl değişkenin, yani insanın ve ona ait olanın bir kez daha masaya yatırıldığı, kıyasıya sorgulandığı da bir gerçek. Günümüz insanını çok katmanlı bir labirentte gezdirme biçimi olarak da özetlenebilecek bir serüvenle karşı karşıyayız aslında. Özelikle genç roman yazarlarının kendi kuşaklarının dünyasını sıradanlaştırarak aktarmaları, bildiğimiz romanın kendine ait büyüsünden henüz uzaklaşmaktan yana olmayan biz deneyimli okurlar için oldukça sarsıcı bir durum. Son tahlilde anlatılan yine insana dair öyküler. Aslında zayıflığı ve çaresizliğiyle “vaat edilmiş olanın” hayli uzağında gezinen bireyin trajedisinde, yaşamın yeni alışkanlıklarından, gelişmiş teknolojiden, kabul gören her türlü nankörlükten başka değişken yok. “Sabit verilerin” kıstırılmışlığında aranan ise yine sevgiden yana bir duruşa işaret ediyor. Yetmişli yıllarda büyük sloganlarla dillendirilen yakın gelecek ise yoksa bu günler miydi? reklam spotlarının yanıltıcı mesajlarından daha da nankör çıkmış olmalı; bunu birebir tanıklıklar dile getiriyor çünkü. Anlatılanın ötesinde, anlatma biçiminin hâlâ klasik roman yapısına uygunluk taşıyor olmasıysa başlı başına bir şaşırtma unsuru aslında. Baş döndürücü bir kurgunun sizi yanıltma çabası yok; aksine sakin, kendi yatağında akmayı sürdüren bir suyun dinginliğiyle dillendiriliyor bütün bir koca cümle. Arnon Grunberg, yetmiş bir doğumlu genç bir yazar. Amsterdamlı. İlk romanı Mavi Pazartesiler’i yirmi üç yaşında yayımlamış ve büyük bir çıkış yakalamış. Grunberg, yeni romanı Tirza’da, belki de çoğu kuşakdaşı yazarlar gibi hayatı, dünyayı, ilişkileri anlamlandırma çabasında. Yeni değerleri, dahası yeni ahlak anlayışını masaya yatırıp alabildiğine didikliyor çünkü. Ne ki, bütün bu sergilemeyi yine ait olduğu kuşağın optiğinden geçirerek yaptığından, şaşırtıcı gelen aktarımları büyük bir içtenlikle, dahası doğallıkla sözcüklerle buluşturuyor. Sonuçta okura da hoş bir metinle karşı karşıya olduğunu daha ilk sayfalarda fısıldayıveriyor. Ergenlikle yeni buluşmuş genç adayı bir kızın adı Tirza; ancak biz kitap boyunca Tirza’nın değil, babası Jorgen Hofmeester’in öyküsüne tanıklık ediyoruz. Kitap editörü olan kahramanımız edilgenlik konusunda belki de yaratılmış benzeri nice roman kahramanıyla kolaylıkla yarışabilir. Yine de bu edilgenliği paranteze almak ve içini anlayış, olgunluk, hoşgörü ve bilgelikle doldurmak olası. Öyle ya, çevresini kuşatan diğer insanlarla böylesine uyum yakalama becerisinin de bir sıfatı olmalı. Sağlıklı bir gerekçe göstermeden yıllar öncesinde evi terk eden ve günün birinde elinde bavuluyla mutfak kapısının dışında beliriveren karısına hoşgörüyle yaklaşan bu R günümüz Don Kişot’uyla okur olarak uzlaşmak bile ciddi bir çabaya gereksinim duyuruyor. Kuşaklar arasındaki çatışmanın da ötesinde gelişen bir öyküsü var Tirza’nın. Tuhaf editörümüzün iki kızı İbi de en az Tirza kadar özgün bir karakter çünkü, yanı sıra karısı, Hofmeester’in sabit verileri aslında. Anlatılan öykü ise, roman kahramanının kendi küçük dünyası içerisinde an be an kayboluşunun lirik bir biçimde dile gelişi sanki. Hofmeester’in çevresini saran, giderek hayata karşı varoluşunu belirleyen bireylerin özellikle genç kızlardan oluşması bir rastlantı değil elbette. Tirza’nın arkadaşı Ester’den, Afrika’da karşılaşacağı Kaisa’ya, oluşturulan bu genç kızlar zincirinde, kendi kızının türevleriyle karşı karşıya kalmak orta yaşlı adamın açmazlarıyla yüzleşmesine de gerekçe teşkil ediyor. Peki nedir Tirza’da anlatılan? Cesurca kullanılan dilin, kıyasıya, dahası acımasızca yaşanılan ilişkilerin ötesinde o “menhus” temayla, yani yalnızlıkla buluşması gecikmiyor. Sonuçta Tirza her şeyin, modern dünyanın, alabildiğine yaşanmaya çalışılan tatminin, özgürlükle yer değiştiren yanıltıcı kavramların da ötesinde insanın asıl gıdasının sevgi olduğunu yumuşak bir ses tonuyla yineliyor. Grunberg’e göre sevginin de günümüzde farklı bir okuması var. Bakın roman kahramanları aracılığıyla yazar bunu nasıl aktarıyor: ...En sonunda konuşmaya başladı. “Neyse, ben hâlâ böyle yaşıyorum ve Choukri’yi seviyorum” Hofmeester sonunda gülümsemeyi başardı. “Seni kullanıyor!” “Ben de onu kullanıyorum. Sevgi budur. Karşılıklı kullanım. Saygı çerçevesi içinde; kullanım!” Editör Hofmeester’in kızlar labirentindeki şaşırtıcı serüveni, günümüz dünyasındaki insan ilişkileri konusunda farklı bir pencere aralamaya da olanak tanıyor. Baba olmanın birey olmakla; birey olmanın ise her türlü otoritenin ötesinde arkadaş olabilmekle ilgili ilginç bir hesaplaşmaya çağrısı da var Tirza’nın. Kendi sarmalında giderek kaybolan, yüklendiği değerlerin batağında sonsuz bir uçuruma doğru sürüklenen yalnız insanın aynadaki kendi suretine zavallı bir tebessümü belki de. Arnon Grunberg, bu tebessümü yer yer ele veren mizahıyla, romanın ürpertici dokusunu dengede tutmayı başarıyor. Tirza’nın son sayfasını çevirdiğinizde içten içe yaşayacağınız hiçlik tuhaf bir çığlığın da habercisi. Yitirdikleri kadarıyla var olan çağdaş insanın sarsıcı öyküsü dilimize pelesenk ettiğimiz sevgi konusunda her birimizi yüzleşmeye davet ederken oyunun kurallarına uymamız konusunda da sanki biz okurları baştan uyarıyor. Gül Özlen’in cesur ve akıcı çevirisiyle Tirza “günümüzde neler yazılıyor; neler anlatılıyor?” diye merak eden kitapseverler için sesini Batı’dan duyuran çarpıcı bir çağdaş roman. Okyanus ötesinde yaşayan Philip Roth’un “Tirza” ile ilgili düşünceleri ise yalnızca kişisel bir merakım olarak kalacak! ? Tirza/ Arnon Grunberg/ Çeviren: Gül Özlen/ Alef Yayınevi, Kasım 08/ 482 s. SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 993
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear