Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
“Şarlatanlığın Tarihi”nin yazarı Lars Morris: ‘Tarihi iki kere okuyun’ Lars Morris ilginç, ilginç olduğu kadar eleştirel ve trajikomik bir kitapla, Şarlatanlığın Tarihi‘yle okurların karşısına çıkıyor. Morris, eseriyle herkesi şarlatanlığın zihin coğrafyasına bir yolculuğa davet ederken, “İnsanlık gerçekten ilerliyor mu?” sorusuna kafa yormasını istiyor. Ë Ali BULUNMAZ ugün hemen her şeyin uzun ya da kısa tarihine girmek, onu eşelemek moda haline geldi. Neyin tarih ya da gerçek olduğunu kestirmek güç. Çünkü pek çok şey birbirine karıştı. Gerçeğin üstü örtülüverdi. Geçmişte olup biteni tüm çıplaklığıyla görmek de zor çoğu zaman. Buradan bakıldığında önümüzde hem eğlenceli hem de ilgi çekici ve yergilerle bezenmiş bir kitap duruyor: Lars Morris’in kaleminden Şarlatanlığın Tarihi. “Tarihi iki defa okuruz” diyen Morris, kitabında, insanları böylesine bir okumaya çağırıyor ve kışkırtıyor: Gerçekten ne kadar ilerledik? Morris, “Hurafeler Tarihi” adlı bölümde Mısır’a yoğunlaşmış. Herkesin bugün büyük bilgin ve araştırmacı edasıyla peşinden koşturduğu Tutankamon ile işe başlamış. Tutankamon’un mezarını bulan Howard Carter’ı ve kendisinden sonrakileri tek tek tarumar eden “laneti” sayfalara dökmüş. Art arda gelen ölümleri, garip olay ve şanssızlıkların, mezarla ilgili çalışma yapılması sonucunda oluşan “lanetle” ilişkilendirilişini anlatan Morris’e göre, iş Tutankamon’dan çıkıp tüm mumyalara döner ve şu inanış (ya da hurafe) belirir: “Kim bir mumyayı mezarında rahatsız ederse, mumya o kişiden intikamını alır!” Ancak o zaman keşfedilemeyen ya da gözden kaçan, bölgedeki radon gazı ve küf sporlarının asıl “lanet” olduğu da çok sonra anlaşılır. “Mısır’ın musibetleri” biçiminde yaftalananlar ise aslında son derece normal doğa olaylarıdır: Nil’in taşması, dolu yağışı, güneş tutulması, kuraklık... Yaşanan ne varsa, Morris’in deyişiyle “hayal ürünü ve musibet değil, döngüdür.” “Mumya laneti” gibi hikâye ya da mitlerin benzerleri vampir öyküleriyle de benzerlik gösterir. Morris’in hurafelerle ilgili anlatımlarında buna da yer vermesi hiç şaşırtıcı değil. Ender görülen bazı hastalıklara yakalanan insanlara “vampir” denilmesiyle ortaya çıkan hurafe veya mitlerin, nasıl bir komediye dönüştüğü de Morris’in ifadelerinden rahatça görülebiliyor. ZEKÂ MI APTALLIK MI? Şarlatanlığın Tarihi’nin “Hadlerini Fazlasıyla Aşanlar” başlıklı bölümünde ise sayfalardan ilginç isimler geçiyor: Ekzantirik İtalyan asker ve şair Gabriele D’Annunzio, Haçlı Seferleri’nin kötü çocuğu zorba şövalye Raimond de Châtillon, 15. yüzyılda 10 yaşında İngiltere tahtına adaylığını koyan ve halkı kendisinin bir soylu olduğuna inandıran Lambert Simnel. Abraham Lincoln’ün “Herkesi her zaman aptal yerine koyamazsınız” sözüne atıfta bulunan Morris, kitabıyla şu zihin jimlastiğini yaptırıyor bir yerde: Şarlatanlar kendi zekâlarını mı ortaya koyuyor yoksa onlara inananların aptallığını mı? Bu, her ne kadar yumurtatavuk ilişkisine benzer şekilde karmaşık ya da içinden çıkılması zor bir yapı gibi görünse de, ağır basan şarlatanların hipnozuna tutulan aptallar sanki. Morris’in 17. yüzyılda Hollanda’da başgösteren lale histerisini okura sunuşu, aptallığın ağır basışının güzel örneklerinden biri. Ona göre, “rasyonel düşüncenin yerini alan” ve Hollanda ekonomisini felce uğratan bu saplantı, insanları bir günde zengin eden ya da bütün servetini buharlaştıran saçmalık halini alır. Sınıf atlamanın göstergesine dönüşen kök lale alımı, altın ve gümüşe sahip olmanın önüne geçer. Lale tüccarları, en fakir insanların aklını çelip, onları lale sahibi yapmaya kalkışınca elde avuçta ne varsa bu bitkiye yatırılır. Fityatlar yükselince, profesyonel borsacılar ellerindeki laleleri piyasaya sürer ve ani fiyat düşüşü iflasları getirir. İngilizlerin, yağ sıkıntısını aşmak için Doğu Afrika’ya yollanması ve buradaki halka “ekonominizi geliştireceğiz” sözüyle yaklaşmasının sonucu gelen felaket, Hollanda’nın yaşadığıyla benzeşiyor. En azından Morris’in anlattıklarından bunu çıkarmak mümkün. 25 milyon sterlin harcayıp, 2 bin ton yer fıstığı hasat etmek, İngiliz ekonomisinin duvara toslaması demekti. Öte yandan Doğu Afrika ekonomisi de bir yer fıstığı boyu yol alamamış hatta gerilemişti. 1951’de vazgeçilen yer fıstığı projesi her şeyin üstüne tuz biber ekmişti. Kitapta yer alan “Dini Hatalar” bölümü, “din” adına yaşanan gerginliklerin, gerçekleşen savaş ve kuşatmaların, gerçekte ne denli saçma biçimde başladığını gösteriyor. Morris’in anlatımında önemli yer tutan olayların başında Haçlı Seferleri geliyor. “İman”la ve “din” adamlarının kışkırtmalarıyla kotarılan seferler ve sonunda gelen hüsranın betimlendiği olayların en dikkat çekeni “Çocukların Haçlı Seferi” adındaki hikâye. Stephen isimli çobanın “İsa tarafından yazıldığını” söylediği mektupla ve hitabet yeteneği sayesinde binlerce genci etrafında toplaması şarlatanlığın kilometre taşlarından. Stephen’a göre “Marsilya’ya varınca deniz yarılıp Hıristiyanlara yol verecek ve hedefe doğru ilerlenecektir.” Elbette beklenen olmaz ama yedi gemi, Stephen ve müritlerinden kalanları kutsal topraklara taşımayı teklif eder ve sonuçta bu kişilerden on sekiz yıl boyunca haber alınamaz. Stephen ve beraberindekilerin, Afrika’da köle ticaretinde alınıp satıldıkları sonradan ortaya çıkar. Peki, ya cadı hurafesine ne demeli? “Lanet okumak”, “büyü yapmak”, “bebek öldürüp yemek” ve “çalı süpürgesiyle uçmak” gibi nitelikler yüklenen “tuhaf” görünümlü insanların özellikle yaşlı kadınların uzun süre cezalandırılması, şarlatanların işgüzarlığı değil de ne? Morris’in ifadesine göre cadılığın kadınlara yapıştırılmasının altında “erkeklerin karşı cinse duyduğu korku ve evlilik aracılığıyla onları denetleme çabasında yatıyor”; çoğu erkeğin gözünde kadın, “hayat verici olduğu kadar kolayca ölümü getiren de olabilirdi.” Daha da tuhaflık barındıran hikâye, kadının testisi olmadığı için yemini ve şahitliğinin kabul edilmeyişi. O dönemde sağlamlığın ve güvenilirliğin yolu, testis sahibi olmaktan geçiyordu. 17. yüzyılda hâlâ geçerliliğini koruyan bu inanışla beraber, erkeklik organının büyüklüğü de cesareti simgeleyen bir özelliğe sahipti. Morris, kitabın son bölümü “Teknoloji Her Zaman İyi Sonuçlar Vermedi”de, tekniğin ilerlemeye katkısıyla beraber bazen nasıl olumsuz sonuçlar doğurduğunu aktarıyor. Örneğin böceklere karşı kullanılan DDT’nin, insanı sivrisinekten kurtarırken, hıyarcıklı veba taşıyan fareleri palazlandırışı anlatılıyor. Efsanevi altın kenti El Dorado’nun aranışı, Martin Frosbisher’ın Kuzeybatı Geçidi’ni bulabilme macerası ve hükümet destekli korsanlık faaliyeti ile İspanyol işgalcilere karşı giriştiği mücadelenin, Kuzeybatı Geçidi’ni bulma adına gerçekleştirdiği seferlerin yarattığı mali krizleri unutturuşu da bu bölümün konuları arasında. Mısır’da yapımı için 1950’lerde düğmeye basılan Asvan barajının, planlama ve uzağı görüş eksikliği taşıyan hırs nedeniyle bir dizi ekolojik felakete yol açması, Morris’in kitabındaki ayrıntıların en önemlilerinden. R101 kodlu zeplinin, pek çok hata, aceleye getirilen ve baskılarla verilen uçuş izni yüzünden 4 Ekim 1930’da yere çakılması, Morris’in kitaba nokta koyuşunu simgeliyor. Lars Morris’in kitabını bitirip kapağı kapattığınızda zihninizi kurcalayan “tarihi ikinci kez okuma” fikri, eseri oluşturan örneklerle daha da güçleniyor. Tarihte ne kadar şarlatan, yanlış hesap ve hurafe barındığını ama bunların da geçmişin (tamamen geçmişte kalmamış; bugün farklı şekil ve kişiliklerle yine karşımıza dikilen) gerçekleri olduğu sonucuna ulaşıyorsunuz. ? Şarlatanlığın Tarihi/ Lars Morris/ Çeviren: Ayşe Kumrular, Fahri Özdemir/ Kırmızı Yayınları/ 284 s. B DİKKAT ŞARLATAN VAR! Morris, kitabını yedi başlıkla kurgulamış: “Ve İnsan”, “Hurafeler Tarihi”, “Hadlerini Fazlasıyla Aşanlar”, “Saçmalama Sanatı”, “Sosyal ve Ekonomik Hatalar”, “Dini Hatalar” ve “Teknoloji Her Zaman İyi Sonuçlar Vermedi.” Tüm bu başlıkların kesişim noktası, tarihin kimi gerçeklerine farklı ve eleştirel bir gözle bakmak. Eğlenceli ama sorgulayıcı bir bakış açısı: İşte tüm anlatılanlardan çıkarılabilecek sonuç veya kitabın ana fikri. Güzellik için kullanılan korsenin, bedeni nasıl esir aldığı ve adeta öldürürcesine sıkan bir “zorba” olduğu örneğiyle yola koyuluyor Morris. Kadın bedenini tüketim alanı şeklinde gören güzellik endüstrisinin, aslında nasıl ölümcül hatalara düştüğü üzerinde de duruyor. Bedenin, güzelleşmek bir yana, giderek çirkinleştiği gözler önüne seriliyor. Tıbbi şarlatanlık örnekleri bugün de rastlanan türden ve trajikomik hikâyelerle dolu. Morris burada birkaç isimden söz açıyor: Veremi, merhemiyle “iyileştiren” John Long; gayrıresmi reçetelerine “bu hapı ya da damlayı almadan önce arkadaşlarınızla konuşup vasiyetinizi belirtin” diyen Joshua Ward; frengiyi civayla “tedavi edenlere” karşı yeni yöntem geliştirip özel bir ağaçtan toz haline getirilen maddeyle hastaları frengiden beter eden Ulrich von Hutten... SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1031