Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
...KISA KISA... ¥ Ë Gültekin EMRE li Teoman, yeni romanı Eşikte’yle, yine özgün bir kurguyla çıkıyor okurun karşısına. İç içe geçmiş, sımsıkı bir anlatım. Rahat ve apaçık bir dil, ama çetin bir kurgu, o nedenle çok dikkat istiyor kitabı anlamak, dayandığı felsefeyi kavramak için. A DÜŞ VE GERÇEK Uzaklardan gelen mektup üzerine, kirası bir yıllığına ödenen ve boş tutulan daireye gelen ve ölenin “kardeşi” olduğunu söyleyen adamla başlıyor, Eşikte. Kitap, “Düşün gerçeğe, gerçeğin düşe dönüşmesine” tanıklık eden yerde. “Düş ve anı parçacıkları”yla bezeli. “Önemsiz gibi görünen küçük ayrıntılar, kızdan ve ondan başka hiç kimsenin anlayamayacağı, hiçbir anlam veremeyeceği bölük pörçük imgeler...” Adam neden gelmiştir bu eve? Ne aramaktadır kızın evinde? “Bilmediğim ve belki bundan sonra da bir daha hiçbir zaman bilme fırsatını yakalayamayacağım şeyleri aramaya, bulmaya, öğrenmeye geldim. Kopuk kopuk sözcük ve görüntü dizelerinden oluşan, karmaşık, içinden çıkılmaz, yolları yalnızca hüzün ülkesinin sonsuz boşluğuna açılan bu dev bilmeceyi çözmeliyim.” Aslında onun aradığı, kadının “teninden yayılan o eşsiz doğal koku”dur. Şu ince ayrıntılara da bir göz atalım iç gıcıklayıcı iç çamaşırlarını, giysileri, zarif ayakkabıları bir yana bırakıp: “Duvara asılı kâğıtlar”: “İşte şurada karakalem insan figürü eskizleri, şurada herhalde tez çalışması için yaptığı konu ayrımını gösteren şema, şurada güneşli bir günde parkta arkadaşlarıyla çekilmiş bir fotoğraf, onun hemen yanında kısa dizelerden oluşan şiirleri, öte tarafta okuduğu romanlardan çıkardığı özetler, kimi kitaplardan beğenerek not ettiği bölümler, sözlükten karşıtlıklarını arayıp yazdığı tuhaf kelimeler, önemli düşünür ve yazarların isimlerinin sıralandığı listeler...” Oysa kadın, bu son noktaya gelmeden önce “kimseyi haberdar etmeksizin birden ortadan” kayboluvermiş, etrafındakiler de bu duruma şaşırıp kalmıştır. “Esrarengiz oradan kayboluş”un devamı İsviçre’de yeniden hayata dönüş gibi olur ve orada orta yaştaki bir adamla birlikte yol alır kendi sonuna doğru. (Bu ortadan kaybolan kız mı gerçekten?) Aslında kimin sonudur sonlanan? Adamın mı? Kadının mı? Kadının izini sürenin mi? Kadının odasını altüst eden adam kimdir? Kadının (kızın değil mi?) mektuplarını, günlüklerini okur onun gizini çözmek için. Giz çözülecek de ne olacak? Ortada ne miras sorunu vardı heyecanlı bekleyişlere neden olan, ne de başka bir şey. Yine de ortada bilinmesi gereken, bulduklarını çantasına tıka basa dolduran adam için, bilinmesi gereken bir şeyler vardır ortak geçmişlerine ilişkin, sonra bu şeylerin ne kadarı ortaya çıktı, işte bu meçhul. Meçhul olmayan ise kadının güncelerindeki şu cümlelerdir: “Senin hakkında neler düşündüğümü, seninle ni Eşikte çin beraber olduğumu, seni neden terk ettiğimi ve daha da önemlisi – eminim ki hiçbir zaman anlamayı başaramadığın gibi benim aslında nasıl birisi olduğumu hep onlarda bulacak ve okuyacaksın. Yalnız senin gözlerin için yazdım çünkü bu günceleri: Olanları ve olacakları bilesin diye... Ve sen, sevdiğim, nefret ettiğim, her an ayrıldığım, her an birleştiğim, en yumuşak ve en acımasız, en yakın ve en uzak, sonsuzcasına kaçtığım ve dönmeye zorunlu olduğum sen” dedikten sonra şu yakıcı cümleler de belleğime kazınıyor depderin: “Gerçeğin yalana, yalanın gerçeğe dönüştüğünü, zaman ve mekân duygusunun sekteye uğradığını, geçmişle geleceğin birbirine karıştığını, gece ve gündüzün sınırlarının ortadan kalktığını, söylenenlerin söylenmeyenleri anlattığını, aydınlığın karanlığa aktığını göreceksin.” Kızın aradığı bir parça huzurdur aslında ve yukarıdaki satırları yazdığım adam ise ona huzur vermemiş midir acaba? Adam kızın tüm evrakı metrukesini yakıp yok ediyor, geçmişin izlerini siliyor böylece. Yazarın araya girdiği yerlerden birinde “...bizim yalnızca imgelemimizde yarattığımız bir roman kahramanı o.” (Kız) İsviçreli adamın ve “Hareketli, neşeli, uçarı bir Alman sarışını” kızın öyküsüne burada değinmeye gerek yok, hele onların cinsel uyumlarının ayrıntılı ele alınmasının yeri değil burası. Falcının söylediklerine de değinmeyelim, Anaksagoras’ın öğretilerini uzun uzun anlatmanın da yeri değil. Ruh üzerine ve ruhla bütün arasındaki ilişki arasında kurulan felsefi önermelerin ayrıntılarını da okura bırakalım. Ruhun bir düşünce olduğunu, “olsa olsa bedenimizin bir uzantısı” olduğunu söylemekle yetinelim kısaca. Sonra, “İstanbul’da bir deniz kıyısı.” (Emirgân olabilir)miş. Garip kılıklı bir adamla bir kız. Bir süre tartışıp konuştuktan sonra: “Biri ak biri kara iki noktaya dönüşen siluetleri gitgide ufalır, bulanıklaşır, sönükleşir ve nihayet bütünüyle yok olur.” KİTABIN SONU... Geldik mi bu kitabın da sonuna. Her şeyi söylemeden şöyle bitebilir sözümüz: Adam, “yine uzun bir yolculuk dönüşü eve geldiğinde, çok uzaklardaki yabancı kentlerin anıtlarını, yapılarını, caddelerini, meydanlarını gösteren, donuk ve cansız, ucuz kartpostallar” bulur kapısının altından atılmış. Kendi el yazısını tanıyor bir süre sonra, “Gözlerinin önünden bir sis perdesi” kalkınca birden anlıyor, “bunca zamandır aslında yalnızca kendi izini sürdüğünü ve kendi adresine imzasız mektuplar yollamaktan başka bir şey yapmadığını.” Sıcak, sımsıkı, ayrıntılara boğulmamış bir dil ve merakı diri tutan bir kurgu. Aşk, kopuş, kendini sorgulama, hayatın ve geçmişin anlamı... Eşikte. Başka ne olabilirdi ki bu romanda, aşkın eşikte bir yaşamı imlediğini gözlerimizin önüne sermekten başka? ? Eşikte/Ali Teoman/Roman/ Sel Yay./ 2008/ 122 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 968 SAYFA 19