25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ tefik ülkeye silah ambargosu uygular mı? Almanya aynı şekilde, Almanya’dan aldığımız silahları PKK ile mücadelede kullandık diye Türkiye’ye karşı silah ambargosu uyguladı. Türkiye’ye bu anlamda yapılan çifte standartlar bir değil, iki değil. Bunu tüm örnekleriyle kitapta anlatıyoruz. Anlatıyoruz diye de suçluyuz kimilerine göre. ÇİFTE STANDARTLAR… Uluslararası hukuka başvurulduğu zaman da aynı çifte standartlar karşımıza çıkıyor. AİHM’nin ikircikli bazı kararlarına can alıcı bir örnek, terörist Öcalan konusunda aldığı kararla, terörist Carlos konusunda aldığı kararı karşılaştırdığımızda çıkıyor. İki kararı yan yana okuduğunuz zaman aradaki farkı görüyorsunuz. Bir tanesinde açıkça bir teröristten, terör örgütünden bahsedilirken, öbüründe daha ölçülü bir dil kullanıldığını, daha yuvarlak ifadeler kullanıldığını görüyorsunuz. Bütün mesele dünyadaki gelişmelere eleştirel bir gözle bakabilmek. Fark edemiyoruz ki onların aralarında da görüş ayrılığı var. Ama o zaman ittifak “vesaire” olmuyor mu? Önce şöyle söyleyeyim; ülkeler ulusal politikaları çerçevesinde kendi tezahürlerini yaratıyor tabii. Sosyal demokrasiyi ele alalım. Bu kavram üzerinde hepimiz mutabıkız. Ama dünyadaki bütün sosyal partiler aynı sosyal politikayı izlemiyor. İngiliz İşçi Partisi’nin ABD’nin Irak işgali konusundaki politikasıyla Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin, Fransız Sosyalist Partisi’nin politikaları aynı mı? Yani bir sosyalist partinin her dediğini benimsemek mi gerekiyor sosyal demokrat olmak için. Mesela Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin eski lideri Helmut Schmidt Türkiye kesinlikle AB’ye girmemeli diyordu ki bu konuda kitabı da var. Peki o öyle dedi diye, biz sosyal demokratız diye AB’den vaz mı geçelim? Bir İngiliz İşçi Partisi’nin Kıbrıs politikasıyla, bizim Kıbrıs politikamız örtüşmüyor aynı şekilde.. Ya da İngiliz İşçi Partisi’nin Cebelitarık politikasıyla İspanya’nın Cebelitarık politikası aynı mı? İttifak “vesaire” olmuyor mu dediniz. İşte ittifakların “vesaire” olmaması için yapılması gereken teslimiyetçi olmamak, kararlı olmak, eli yüzü düzgün bir politikayı benimsemek ve o politikanın ardında durabilmeyi bilmekten geçiyor. Şimdilerde bu bırakın uygulamayı, denenmiyor bile. LATİNLER UYUMUYOR… Hawaii, Küba, Nikaragua, Haiti, Brezilya, Guatemala, Şili, Venezüella, Uzakdoğu, Ortadoğu, Afrika örneklerini de okuyoruz kitabınızda… Başta Amerika olmak üzere sömürgecilerin dış darbe girişimlerini ve sonuçlarını… Ulusların ortak köşeye sıkıştırılma noktaları, temel engebeler nelerdi? Ölçü şu, özellikle ABD kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarının gereğini yerine getirmek için bütün bu ülkelerde kendisinin tayin edeceği liderlerin işbaşına gelmesini istiyor. Eğer bir lider, bir hükümet, bir yönetim kendi ülkesinin çıkarını savunmaya kalkarsa ya doğrudan askeri müdahale yapıyor ya da devirmek için ekonomiyi kullanıyor. Başka bir örnek Haiti’deki Kraliçe ülkesinin çıkarlarını koruyan bir anayasa CUMHURİYET KİTAP SAYI 959 Şimdi ise ABD’nin en öncelikli stratejik hedefi petrol çıkarlarının bulunduğu bölgeler.. Daha az bilinçli, daha bölük pörçük toplumlar üzerinde oynuyor oyunlarını… Ortadoğu onun için de biçilmiş kaftandı değil mi? Evet buradaki petrole ABD muhtaç. Bunun için bu bölgedeki liderlerin, yönetimlerin kendine bağlı yönetimler olmasını şart görüyor. Orada kendi ulusunun çıkarlarını koruyan liderler, yönetimler varsa hemen harekete geçiyorlar. Mesela Musaddık’ı, İran petrollerini devletleştirmeye, millileştirmeye kalkıştı diye İngiliz petrol şirketlerinin de girişimiyle devirmişlerdir. KİTABI BİLE SAPTIRIYORLAR Türkiye şu anda dünya resminin neresinde duruyor? Türkiye en gerçekçi değerlendirmeyle neyin eşiğinde demek olası? Çıkış yolu… Bu iktidar döneminde Türkiye epey irtifa kaybetti. Çok uzun yıllardan bu yana milli dava olarak benimsediğimiz Kıbrıs başta olmak üzere birçok konuda yabancıları tatmin edici politikalar izlendi. Yabancıları ürkütmemek, onların desteğini kazanmak uğruna Türkiye pek çok alanda milli çıkarlarından fedakârlık etmek zorunda kaldı. Bir de iktidarın bu yaklaşımlarını destekleyen bazı çevreler var. Onlar Atatürk’ün ilkelerinden çok rahatsızlık duyan çevreler. Bunlar Türkiye’nin tam bağımsızlık ilkesinden uzaklaşarak teslimiyetçi bir çizgiye girmesini savunuyorlar ve bu açıdan iktidara büyük bir destek veriyorlar. Kitabım buna büyük bir itirazdır. ATATÜRK NE DEMİŞTİ? Bazı çevrelerden bahsetmişken, ‘Atatürk dindevlet ilişkisi konusunda ne düşünüyordu’nun yanıtına da ulaşıyoruz kitabınızda. Mutlaka örneklemeli.. Elbette, 1924’te satırı satırına şöyle demiştir: “…Kutsal ve Tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarların ve tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün öğelerinden bir an önce kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.” Sonra 1930 tarihinde söylediklerinden bir bölüm: “Türkiye Cumhuriyeti’nde, her yetişkin dinin seçmekte özgür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Bir de, ülke dahilinde, tüm tekkeler ve “Küreselleşmeyi bir din gibi savunanların çabalarına rağmen bütün uygar ülkelerden hiçbiri, ulus devlet anlayışını sürdürmekten ve ulusal çıkarlarını korumaktan vazgeçmiyor. Biz niye vazgeçelim?” diyor Onur Öymen. zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kapatılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vesaire yasaktır. Çünkü bunlar gericiliğin kaynakları ve cehaletin damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına katlanamazdı ve katlanmadı.” Yine 1930’da; “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış Doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz” demiştir. Önemli bir örnek daha 1937 tarihli sözlerinden: “… İnsanlık dünyasında, din konusundaki uzmanlık ve derin bilgi, her türlü hurafeden arınarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla tertemiz ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır.” 1937’de söylüyor bunu, yıl 2008 aynısı tezahür ediyor hesap edin! EY PANTÜRKİZM VE PANİSLAMİZM! Kitabınızda Atatürk’ün Pantürkizm ve Panislamizm konusundaki görüşlerini de okuyoruz. Atatürk gerçekdışı buluyor bu görüşü.. Hatta imkânsız diyor.. Ve karşı çıkıyor. Dünyadaki bütün Türk kökenlileri tek bir çatı altında toplamanın imkânsızlığı gerçekçi bir öngörüdür. Gerçekten Atatürk’ün dediği gibi Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir. Ve unutmayalım ki Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı yayılmacı bir anlayış değil, kafatasçı bir anlayış değildir. Bu durumda çıkış yolunu “Ulusumuzun güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için devletin bütünüyle ulusal bir siyaset izlemesi gerekir” sözleriyle göstermiştir Atatürk. Atatürk’ün bu düşüncesi hâlâ geçerlidir. Dünyanın gerçekleri de bu doğrultudadır. Küreselleşmeyi bir din gibi savunanların çabalarına rağmen bütün uygar ülkelerden hiçbiri, ulus devlet anlayışını sürdürmekten ve ulusal çıkarlarını korumaktan vazgeçmiyor. Biz niye vazgeçelim? ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Çıkış YoluDış Baskılara Karşı Tam Bağımsızlığı Korumak”/ Onur Öymen/ Remzi Kitabevi/ 496 s. çıkarttığı için alaşağı edilmiştir. Dünyanın bu gerçekleri pek az biliniyor. Okullarda, kitaplarda bunlardan pek az bahsediliyor. Oysa bunları bilmeden, izlemeden Türkiye’nin de dünyanın da gerçeklerini öğrenmek kabil değil. Halklar etkisiz, yetkisiz kılınıyor.. Umutsuzluğa sevk ediliyor. Evet ekonomi en önemli şantaj aracı... Hal böyle olunca da birçok hayati konu bir kalemde geçiliyor... Çünkü demokrasi yok. O nedenle çoğu zaman diktatörlükler halinde bunlar görev bekliyorlar. İşbaşına geldiklerinde de yine aynı diktatörce yöntemlerle işbaşında kalıyorlar. Seçimler yapıldığında da eğer seçim sonuçları ABD’nin işine gelmiyorsa, seçimle gelen liderleri de deviriyorlardı. Allende örneği ortada. Evvelce o kadar ileri gitmişler ki bu Latin Amerika ülkelerinin Avrupa bankalarından kredi almaları bile, siz nasıl olur da ABD’den bağımsız ekonomik ve mali bir işbirliği yapabilirsiniz diye hükümetin devrilmesi için bir neden oluyordu. Veya oradaki bir Amerikan tarım şirketinin arazilerine el koymak, belli bir sınırın ötesinde yabancıların toprak sahibi olmasına engel olmak gibi girişimler de bu hükümetlerin devrilmesi için yeterliydi. Fakat son zamanlarda artık böyle olamıyor, bakıyoruz bu hava değişmiş. Brezilya, Şili, Arjantin, Venezüella gibi ülkelerde görüyoruz ki kendi çıkarlarını koruyan iktidarlar işbaşına gelmiş ve çok da başarılı olmuşlar. ABD de tahammül etmeye razı olmuş. ABD’Yİ DİZE GETİRENLER… Venezüella için ABD’nin arka bahçesi deniliyordu bir zamanlar. Şimdi ise Chavez ülkesinin dış borçlarını 20 yıl öncesinden ödeyebilerek sıfırlayabilmiş durumda... Tabii Chavez’i de bir kere devirmeye kalktılar, hatta bu darbeyi hemen tanımıştı ABD. Fakat iki gün sonra halk öyle büyük bir tepki gösterdi ki Chavez’i tekrar iktidara getirdiler, ABD de bunu kabul etmek zorunda kaldı. Şimdi artık 19. asırda veya 20. asrın ortalarına kadar olan hava değişmiş ve bu ülkeler artık gerçekten bağımsız devletler haline gelmeye başlamışlar. ABD de bunu hazmetmeye başlamış. Filipinler de de böyle oldu, başka ülkelerde de… SAYFA 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear