22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ revaçtadır. O, yazardan çok punk müziği ya da ‘Katrina Kasırgası’ gibi bir fenomendir. Onun kitap kapaklarından biri onu Freud’un Londra’daki muayene odasındaki koltuğa kumsala çekilmiş bir balina gibi uzanmış halde gösterir. Onun çalışmalarında büyük hikâyeler yerini içinde her şeyin başka bir şeye dokunduğu, genişleyen örümcek ağı gibi yazılara bırakır. Özironileştirme ve kişisel ihtişamı, deli doluluğu, olağandışı saplantılarının yanı sıra Hölderlin ve Hitchcock ya da Wagner ve Terri Schiavo’yu gelişigüzel harmanlamasıyla o mükemmel bir postmodern filozoftur da. Paralaks’ın Türkçe baskısına önsöz Ë Slavoj ZİZEK ana sık sık soruyorlar: Kitaplarınızda nasıl bir etik savunuyorsunuz? Bütün hepsinde ortak olan bir etik tutum var mı? İşte yanıtım: Evet, var, ahlaktan yoksun bir etik savunuyorum –ama Nietzsche’nin bizi kendimize sadık kalmaya, iyinin ve kötünün ötesindeki seçilmiş yolumuzda ısrar etmeye çağıran ahlaksız etiği değil. Ahlak benim diğer insanlarla olan ilişkilerimin simetrisiyle ilgilidir; onun sıfır seviye kuralı “Benim sana yapmamı istemediğin şeyi bana yapma”dır; etikse, tersine, benim kendimle tutarlılığımla, kendi arzuma bağlılığımla ilgilenir. Fakat, etikle ahlakı ayırmak için tümüyle farklı bir yol daha var: Friedrich Schiller’in naifle duygusal karşıtlığı çizgisinde bir yol. Ahlak “duygusaldır” ötekilerini (sadece), ötekilerinin gözüyle kendime baktığımda, iyi olan kendimi sevmem anlamında içerir; etikse, tersine, naiftir –yapmam gereken şeyi yapılması gerektiği için yaparım, iyiliğim yüzünden değil. Bu naiflik düşünümselliği dışlamaz –hatta ona, insanın yaptığı şeye karşı soğuk, katı bir mesafesi olmasına izin verir. Bu türden etik tutumun en iyi örneklerinden biri, Agota Kristof’un “DefterKanıtÜçüncü Yalan” adlı üçlemesinin ilk cildi olan Defter’de sergileniyor. Kitap İkinci Dünya Savaşı’nın son ve Komünizmin ilk yıllarında, büyükanneleriyle birlikte küçük bir Macar kasabasında yaşayan ikiz iki çocuğun öyküsünü anlatıyor. İkizler tümüyle ahlaksız –yalan söylüyor, şantaj yapıyor, öldürüyorlar... – yine de, en saf haliyle otantik bir etik naifliği cisimlendiriyorlar. Birkaç örnek vermek yeterli olabilir. Bir gün, ormanda aç bir asker kaçağıyla karşılaşırlar ve istediği birtakım şeyleri ona getirirler: Yemek ve battaniyeyle geri geldiğimiz zaman, bize şöyle dedi: “Çok iyisiniz.” Biz de yanıt verdik: “İyi olmaya çalışmıyoruz. Bunları sana getirdik çünkü kesinlikle ihtiyacın var. Hepsi bu.” (43) Hıristiyan etik tutumu diye bir şey varsa, bu odur: Komşularının talepleri ne kadar tuhaf olursa olsun, ikizler naifçe bu talepleri karşılamaya çalışır. Bir gece, kendilerini eşcinsel mazoşist olan bir Alman subayıyla aynı yatağı paylaşırken bulurlar. Sabahleyin uyanır ve yataktan çıkmak isterler, ama su B KARMAŞIK FİKİRLER Bu kitapta (açıkça baş yapıtı olarak görür) birçok kitabında olduğundan daha az komiklik olmasına rağmen zaman zaman onun kendi iddialarına ne kadar inandığını bilmek zordur. Zizek’in ne kadar samimi olup olmadığını sorgulamak bir hokkabazın samimi olup olmadığını sorgulamaya benzer. O neredeyse her şey hakkında okumuş, müthiş derecede bilgili bir düşünürse de (fakat görsel sanatlar bir kör nokta olarak kalır), aynı zamanda ilerledikçe bir şeylerin yerini dolduran, düşüncelerini ayakta formülleştiren ve konumunu kitaptan kitaba değiştiren (şüphesiz ki paralaks bakıştır bu) dikkatli bir fırsatçıdır. O, mükemmel bir aydınlatıcı olduğu kadar rahat ve iyi konuşan, biraz da ikiyüzlü olabilir. Burada bize ‘senin ancak bana anlaşılmaz olduğunda bir düşünceye sahip olduğunu biliyorum’ dediğinde ya da dünyanın bize görünme şeklini onun gerçekten nasıl olduğuyla değil ama bize nasıl göründüğüyle kıyasladığında olduğu gibi o göz alıcı paradoks için bekleyen bir vantuzdur. Zizek ender yetişen yazarlardan biridir. Hem kolay anlaşılır, hem anlaşılması zor. Eğer o bazen zor anlaşılıyorsa bu onun kendini öven tarzından değil, fikirlerinin karmaşıklığındandır. Aslında onun tarzı bir superstar kuramcının tantanalı kendine övgüsünü kolaylıkla söndürür. O, belli bir ağırbaşlılık eksikliğine rağmen ve çoğu zaman bilge olmaktan ziyade bilgili izlenimi uyandırsa bile asla gerici değildir. Paralaks, esrarengiz bir hisle daha önce başka bir yerde okunduğu duygusu verse de orijinal bir çalışmadır. Gerçekten de daha önce okunmuş olduğu izlenimi verir, ama Zizek’in kendi kitaplarında. Onun düşüncesinin muazzam bir kendine özgülüğü olması bütün kitaplarının birbirinin aynı gibi görünmesine sebep olur. Düzenli okurlar satranç yorumcuları gibi hamle tahminlerini bir süre sonra öğrenirler. Örneğin şu cümleye bakalım: “Ringa balığı ve konserve kutu arasındaki yarık, Hegelce koyarsak aslında salamura edilmiş ringanın kendisindeki bir yarıktır. İşte bu salamura ringanın, kendisinden, eksikliğinde derhal var olmayana düşeceği ontolojik aralık ya da boşluktan minimal olarak farkıdır. Ve burada parmak ve kırılmış tırnak arasındaki görünür bozukluğun tırnak ve tırnakolmayan arasındaki farktan başka bir şey olmadığına ilişkin –Lacancı durumla paralelliği ortaya çıkaramaz mıyız, çünkü birincisi sadece sonrakinin gidişiyle açılmış boş bir yer haline gelir?” Bu aslında benim kendi Zizekçiliğim, onun değil. Fakat o büyük ihtimalle bu cümleyi bir yerlerde yazdı ya da en azından şimdi yazacak. ? Çeviren: Aynur Duran Paralaks/ Slavoj Zizek/ Çeviren: Sabri Gürses/ Encore Yayıncılık/ 438 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 956 bay onları durdurur: “Kıpırdamayın. Uyumaya devam edin.” “İşemek istiyoruz. Gitmemiz lazım.” “Gitmeyin. Buraya yapın.” Sorduk: “Nereye?” Şöyle dedi: “Benim üzerime. Evet. Korkmayın. İşeyin! Suratıma.” Yaptık, sonra da bahçeye çıktık, çünkü yatak sırılsıklam olmuştu. (91) Aşk eylemi diye bir şey varsa, bu gerçek bir aşk eylemi! İkizlerin en yakın dostu rahibin kâhyası, onları ve giysilerini yıkayan genç, şehvetli bir kadındır, onlarla erotik oyunlar oynar. Sonra açlık içindeki bir Yahudi kafilesi kasabadan geçirilip kampa götürülürken bir şey olur: Hemen önümüzde, zayıf bir kol uzandı kalabalıktan, kirli bir el açıldı ve bir ses duyuldu: “Ekmek.” Kâhya gülümsedi ve ekmeğinin kalanını verir gibi yaptı; uzanmış ele uzattı ekmeği, sonra kahkaha atarak ekmeği tekrar ağzına götürdü ve şöyle dedi: “Ben de açım!” (107) Çocuklar onu cezalandırmaya karar verirler: Onun mutfaktaki fırınına biraz barut koyarlar, o yüzden, kadın sabah ateşi yakınca fırın patlar ve kadını yaralar. Kardeşler bu arada rahibe de şantaj yaparlar: Rahibi, hayatta kalmak için yardıma muhtaç bir kız olan Tavşandudak’ı nasıl taciz ettiğini herkese söylemekle tehdit eder, ondan haftalık düzenli para isterler. Şaşkın rahip onlara sorar: “Bu çok canice. Ne yaptığınızın farkında mısınız?” “Evet efendim, şantaj.” “Hem de sizin yaşınızda... Çok yazık.” “Evet, bunu yapmak zorunda kalmamıza çok yazık. Ama Tavşandudak ve annesinin paraya kesinlikle ihtiyacı var.” (70) Bu şantajda kişisel hiçbir şey yoktur: Hatta daha sonra rahiple yakın dost olurlar. Tavşandudak ve annesi kendi başlarına yaşayabilecek hale gelince, rahipten daha fazla para almayı reddederler: “Yeter artık. Yeterince verdin. Kesinlikle gerekliyken para aldık senden. Şimdi biraz Tavşandudak’a verecek kadar para da kazanıyoruz. Hem ona çalışmayı da öğrettik.” (137) Bu başkalarına karşı soğuk tavırları, gerektiğinde onları öldürmeye de varır: büyükanneleri süt bardağına zehir koymalarını istediği zaman şöyle derler: “Ağlama büyükanne. Yapacağız; eğer gerçekten istiyorsan bunu bizden, yapacağız.” (171) Naif de olsa, bu tür öznel bir yaklaşım hiçbir şekilde canavarcasoğuk düşünümsel bir mesafeye engel olmaz. Bir gün, ikizler yırtık pırtık giyinip dilenmeye gider; gelip geçen kadınlar onlara elma, bisküvi vb. verir, biri de başlarını okşar. Sonra bir başka kadın onlara evine gelip biraz çalışmalarını, karşılığında onlara yemek vermeyi önerir. Şöyle dedik: “Sizin için çalışmak istemiyoruz hanımefendi. Sizin çorbanızı da, ekmeğinizi de yemek istemiyoruz. Aç değiliz.” O da sordu: “O zaman neden dileniyorsunuz?” “Nasıl bir şeymiş görmek ve insanların tepkilerini gözlemek için.” Bağıra çağıra gitti o zaman: “Sefil rezil haydutlar! Üstelik bir de edepsizler!” Eve dönerken elmaları, bisküvileri, çikolatayı ve paraları yolun kıyısındaki otların arasına attık. Baş okşamasını atmaksa olanaksız. (34) Benim durduğum yer işte bu –böyle olmak isterdim: Duygudaşlıktan yoksun etik bir canavar, kör bir kendiliğindenlikle başkalarına yardım etme görevini yerine getiren, ama onların iğrenç yakınlıklarından kaçınan bir canavar. Böyle daha çok insan olsaydı, dünya, içinde duygusallığın yerini soğuk ve katı bir tutkunun alacağı hoş bir yer olurdu. ? SAYFA 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear