Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
buz nefesli ayakkabılar ve piyango biletleri, acımasız güncelliğin yamaları afişler ve gülücükler, zevzek gazeteler, boşaltılmış şarap şişeleri ve, ortalarda bir yerde, saatin ilerleyen adımları derbeder; Cevat ÇAPAN Şiir Atlası Boris Hristov/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin Atasoy buruşturulmuş ev krokisi, bir kızın fotoğrafı, yenleri ters çevrilmiş bir ceket unutulmuş bir zarfla cebinde. Ve küçücük bir leke, bir gözyaşı damlasının izi olmalı, yıllar yılı açmadığım bu mektubun üzerinde. Çok önceden çekildim ben postacıya yetişmek hevesiyle beni kimin çağırdığını öğrenmek için dünyanın bir ucundan, bilmek için mutluluk neden dağılır, ona değinildiğinde. Bu mektubu okuyacağım, ancak bunları öğrendiğim an. Eh, şimdilik yürüyelim bakalım, umudum benim, aşalım şu köprüyü çift boynuzlu yaşlı aydedenin talikası peşince. Dünyanın sonuna erişelim ve tramplenden atlayalım. Gerekirse tanrının kapılarına dayanalım bir gece. MARİA KADIN İçinde yaban armutları ve bir dilim ekmek bulunan torbasıyla geldi ve atkısını çıkarıp elime verirken dedi ki: “Adım Maria... Tüm erkeklerce kullanılan, hatta ölmüş erkeklerin de ortak kadınıyım ben.” Pervane gibi döndürdü başımı, yitti çarşaf altında, ben baygın düştüm onun sipsivri iki tepesinin üstüne... Kütürdeyen karpuzlar gibiydik akşam karanlığında ve sarmaş dolaş, sırılsıklam tutkulu, başladık yeni güne. Oysa boşuna yanmış mumum ve süzülmüş nafile sıcacık süt, kaynayan çaydanlığın gözündentıpkı kaybolan bir çocuk gibi oyunların sisinde çekti gitti bir tren dumanının izinden. İçinde yaban armutları ve bir dilim ekmek bulunan torbasıyla şimdi o, şu anda bir başkasıyla görüşürken diyordur ki: “ Adım Maria... Tüm erkeklerce kullanılan, hatta ölmüş erkeklerin de ortak kadınıyım ben.” Ama fitil tükenecek ve o karısı olacak en sonunda altınlar içinde yüzen kıskanç ve zavallı bir adamın. Onun kolunda takılı, sürünerek taşıyacak omzunda olanca ağırlığını süslü püslü aptalca bir yaşamın. Ve ölmeden önce, dışarıya çıkıp, büyük bir dikkatle parlatacak tozlu ayakkabılarını eceli bekletmeden. Sonra kaz sürüsünün peşinde göğe yükselecek süratle kapı eşiğinde kalan adama veda bile etmeden İçinde yaban armutları ve bir dilim ekmek bulunan torbasıyla gidip cennet bekçilerine diyecek hemen: “İşte geldim... Adım Maria tüm erkeklerce kullanılan, hatta ölmüş erkeklerin de ortak kadınıyım ben.” İSA YAŞI Başkasını görmedim ben, bunca tez halk edilmiş yama yama üstüne, dikişler milim milim. Meleklerin öz evladı, şeytanca emzirilmiş, aklı bunca karışık başka insan görmedim. Ağaçtaki yuvayı hisseden kedi, nice sürünerek sessizce çıkarsa yükseklere, yaşam denen ağaca ben de çıktım kendimce hiçbir şey bulmayınca, salındım tekrar yere. Ve gelin görün beni karşınızdayım işte öz oyuncaklarına imrenen şaşkın yamyam: ayağıma ne giysem acaba bu gidişle ve bu siste acaba hangi kapıyı çalsam? Kemiğimin en derin yerinde seziyorum tatmak istediğimi bir zengin yemeğinden. Ama birden görünce, utançtan terliyorum, o gariban adamı, her öğün soğan yiyen. Kabuk gibi kazıdım ben kadını kendimden yokluğuyla sürekli ışıtsın beni diye. Kuluçka olmalıydım, şefkatli ve sevecen, öz kardeşimin öksüz kalan civcivlerine. Bugün yapmam gereken tek şey var benim için: sözcük hastası olan bu yüreği soyunmak, plaja takım elbiseyle giren görgüsüz gencin pantolon çıkarması benzeri utanarak. Oysa şiirler yaşam artıklarıdır hepsi dişsiz ağızlarıyla onlar size ne der ki. Bendeniz yeniyetme çömezlerden birisi süpürmekle meşgulüm sanatın mabedini. CUMHURİYET KİTAP SAYI 941 ‘Süpürmekle meşgulüm sanatın mabedini’ Daha ilk şiir kitabıyla (Akşam Trompeti) kendisinden “büyük şair” olarak söz ettirmeyi başaran Boris Hristov, 1945 yılında Pernik’e bağlı Krapets köyünde dünyaya geldi. Liseyi Pernik’te okudu (1963). Veliko Tırnovo “Aziz Kiril ve Metodiy” Üniversitesi’nde Bulgar Filolojisi’ni bitirdi (1970). Pernik kentinde öğretmen (19711972), Sofya Film Stüdyoları Merkezi’nde, Struma adlı almanakta ve Phenix (Anka) dergisinde gazeteci ve redaktörlük görevlerinde bulundu. Halen Iowa Üniversitesi’nin (ABD) yazarlarla ilgili çalışmalara yönelik uluslararası bir programında yer almaktadır. Yaptığı ilk şiir denemelerindeki belirgin ve cesur söylem arayışlarıyla hemen dikkat çeken yetenekli genç, zamanla kendi kuşağının en çok okunan şairlerinden biri oldu. Biçim yönünden ödünsüz bir titizlik sergilediği şiirlerinde genellikle, belli bir entelektüel düzeye erişmiş okuyucu topluluklarına seslenmeyi özel bir amaç edindi. İşlediği konuların seçiminde gösterdiği duyarlılığı, poetik araçların kullanımında da sergiledi. İmge yoğunluğunu ve zaman zaman alegorik bir anlatımı yeğlemiş olmasına karşın, göstermelik bir soyutluğa yönelmedi. Ülke genelinde, aralarında başta “Kliment Ohridski” Sofya Üniversitesi’nin “Büyük Edebiyat Ödülü” (2000) olmak üzere, birçok saygın şiir ödülüne değer görülen şairin yapıtları İngilizce, Almanca, Rusça, İtalyanca, Hindu gibi çeşitli dillere çevrildi. Şairliğinin yanında başarılı bir senaryo yazarı olarak da tanınan Boris Hristov’un başlıca şiir kitapları şunlardır: Akşam Trompeti (1977), Yemin İstavrozu (1982), Yumurtanın Babası (1987), Kör Köpek. Ayakkabılar Vadisi (1990), Sözcük ve Grafitler (1991), Sözcüklerin Üzerindeki Sözcükler (1992), Şiir (2004). AKŞAM TROMPETİ Yaşam bizi döndürmekte yakan güneş altında ve ayaklar teslim olmuş taşların ütüsüne... Bense, gecenin göklerden yere indiği anda, konacağım tropetimle aynı eşik üstüne. Yetsin artık savrulduğum bu duvar diplerinde sesi gibi delik deşik bir çanın, hurda malı. Trompetimi çalmalıyım olanca şiddetiyle ki sessizlik yıkılmalı, salt bu çığlık kalmalı. Kopsun hele kızgın rüzgâr, gürlesin istiyorum, aralasın sonuna dek kapıların hepsini. Ve dünyamız yeni baştan izlemeli diyorum çırçır haçlılarının o muzaffer sesini. Evinizin önündeki dikenli telleri de bu şarkımla kopararak atmak istiyorum ben. Üstelik yan komşumu da, sağırlık taklidinde, duyabilir durumuna sokmalıyım yeniden. Hırsızlar parmaklarını bağlasın istiyorum yeni birer gönül alsın bekçilerden her biri. Özbenliğim gözyaşımdan damlasın istiyorum aydınlatsın paslanmaya yüz tutmuş tüm gözleri. Yanımıza dönmesini istiyorum yeniden bir zamanki panayırın tozumuzu silkmeye. Seyircinin ölmesini istiyorum gülmekten, dayanılmaz sıkıntıya düşüp ölmesin diye. SAYFA 18 Ölülerin başucunda dik durmak istiyorum sabahlara kadar tutmak nöbetlerin zorunu. Uykucuların hepsine duyurmak istiyorum uyumak için daha çok vaktimiz olduğunu Çalmalıyım trompetimi ben bu sağır akşamda işitmez olana değin hep bana doğru gelen binlerce trompet sesini, o sonsuz uzaklarda. Ve sesini bir meleğin, gözlere görünmeyen. ANNEMİN DÜĞÜNÜ Tepeden indi ve bir yere gitti daldı yeşil otlar içine babam. Yirmi yıldır işim hep beklemekti, yirmi yıldır evleniyor hep anam. Süslü ve kurumlu erkekler her gün geliyorlar üzgün ve müthiş yalnız. Konuştukları salt nikâh ve düğün, oysa annem her haliyle amansız. Kendince mutlu o, hep didiniyor, bir yerden geliyor elde güğümle ve sessizliğiyle sohbet ediyor. Ben bildim bileli annem hep böyle. Ama güvey bir gün elbet gelecek ve üç kişi olacağız bu evde. Klarnetler hafiften inildeyecek ve bir sükut hükmedecek kalplerde. Anam göz ucuyla bakacak ona. Zamanla sağlıktan söz edilecek. Evimiz alışacak yeni ortama, sonra benim ayrılışım gelecek. Yine ağlayacak eşikte anam o haliyle ta akşamı bulacak yatsa da yanında yabancı adam, kalbinde hep ölmüş babam olacak. SONBAHAR YAĞMURU Tepedeki taş sessiz bir hastalığın hastası ve rüzgârın sapanında deli ağaç da öyle, ve karanlık ayacıklı filizcik de aynısı... Bir hastalığın hastası çok şeyler var, sürüyle işte sesini duyuyorum bir cenaze peşinde eğri büğrü sokaklarda sürünen yaşlıların. Ve badanalı kilise ufkun derinliğinde çene gibi parlamakta arasında dalların. Ölen, bir şey bırakmamış ardında anlaşılan, mademki borazancılar borazan üflemiyor, mademki yoksul karısı bayılmıyor acıdan, mademki yağmur yağıyor ve herkes küfrediyor. O ölen ki, ömür boyu kısa yazmış adını herkes görüp açık seçik okusun diye. Ama ne hikmetse, birdenbire duvardaki kâğıdı kopuyor ve döne döne uçuyor bulutlara mumların aydınlattığı ev üstünden kayıyor sıyrılıyor ağaçlardan, süzgecin tellerinden ve insan adı yavaşça yukarı tırmanıyor yağan ince yağmurcuğun kılcal merdiveninden. KAPALI MEKTUP Sert topuklarla ilerliyorum yollarımda bugün de, bavulumda pazar günü kravatlarımdan bir ip var, öksürük dolu şişeler var, sıradan bir bıçak ve eski otellerden toplanmış uyuklayan makbuzlar;