Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Amacım yılbaşı öyküleri üzerine yazmak değil, yılbaşından yararlanarak kimi öykü kitapları arasında gezintiye çıkmak sizlerle… Öteden beri yılbaşının öngünlerinde, yılbaşında, sonraki günlerde öykü okumaya düşkünlük gösteriyorum. Belki çok farklı kahramanlar aracılığıyla başka başka dünyaları tanıma isteğimden kaynaklanıyor bu. değişik getirmeyince iz bırakmayan öyküler olarak kalıyor Bezgin’in ürünleri. ANLATMANIN BİÇEMİ, ANLAMLANDIRMANIN KAZISI Gülay Talaslı, genelde dolambaçlara, çıkışsızlıklara, kendi içinde döngülere dayalı öyküler verimliyor. Kapalı, karamsar ürünler bunlar, kötümser mi, henüz değil, ama o yolda. Zaman zaman uğultulu ses döngülerine dayalı bir anlatıma kayıyorsa da iyi, doğru yapılandırılmış öyküler bunlar. Ama henüz yeterli deneyime ulaşmadığı, öykülemesinin kılavlanıp bileylenmediği de görülmüyor değil. Yazarın dilsel yetersizlikleri, anlatım güzelliğini pek zedelemiyor gerçi, ama yetersizliğin deneysizlikten kaynaklandığı da açık. Öyleyse bu tür deney zenginliğini öykücülüğün, öykü işçiliğinin içine katmak gerekiyor. Seray Şahiner’in ürünleri, kıvrak, keskin bir anlakla üretilmiş öykülerden oluşuyor. Bıyık altı gülüşlere çokça kapılışın ana nedeni de yazarın bu kıvrak, keskin anlağından kaynaklanıyor zaten. Bu anlatımını, görece daha seçkin ortamlarda çalışan yoksul, aşağı kesim insanlarının diline yaslandırıyor yazar. Genç bir yazar olarak Seray Şahiner’in dilsel anlatım genişliği, Türkçeyi deyiş, deyim zenginliğine halel getirmeden kullanma ustalığı elbette övgüye değer. Öykü kişilerini kendi iç sesleriyle konuşturmakta, bu konuşmalar aracılığıyla onlara karakter giydirmekte çok başarılı olduğu açık yazarın. Ama kadın çizerlerin kimi çizgi bantlarıyla Şahiner’in öyküleri arasında hiç mi hiç benzerlik bulunmadığı düşünülmemeli. Öykü kişilerinin kendilerini dışta tutup, karşısındakine acıyormuş havasında bunu yansıtışı da yine bildik bir tutum. Yazarın, yaşam deneyimlerini de kendine basamak yaparak verimlediği öyküler bunlar. Öykülerin ayrıksılığı öyküden değil yazarından kaynaklanıyor bence. Çünkü Gelin Başı’nda okuduklarımıza benzer çok, hem de pek çok öykü okuduğumuzu unutmayalım. Burada yazarın, öyküyü, bir açıdan dedikodu yapar gibi aktarması özellik katıyor ona. Öykü kişisinin kendine dönük bilir bilmez alaysamalı tutumuna karşı buz gibi bir anlatım getirerek öyküyü köpürtüyor yazar. Ancak öyküleri komikleştiriyor da. Bunu sağlamak için çizgiselliğe kaydırıyor anlatısını. Televizyon kanalları için skeç yazarcasına, ille her durumun komiğini çıkarmak gerekiyormuş gibi kaleme alınmış izlenimi bırakıyor öyküler. Öyküler komikleşmez değil, ama öykünün biçemi güldürüyü kaldırmıyor, çünkü güldürü için çizgisellikten kendini kurtaramıyor yazar. Ama öykü de çizgiselliği kaldırmıyor hiçbir zaman. Gerçi yazar, öyküye girmesi gerekenin güldürü değil alaysama olması gerektiğini görebiliyor, hatta sonrasında bu alaysamanın burkulmayla yer değiştirmesi gerektiğini de… Ama çizgisellik de bir biçimde gelip yapışmış oluyor bu arada yakasına öykünün. Nitekim kimi örneklerden yayılan çizgi bandı havası, bana göre öykülerde çok derinde gizli o tragedik yarılmanın, bu yarılmayla ortaya çıkan etkileyici ortamın da dağılmasına yol açıyor. Hulki Aktunç’un Seray Şahiner’in Gelin Başı adlı ilk kitabı için kaleme aldığı metindeki görüşleri için bir söz edecek değilim. Ama her zamanki ustalığıyla öylesine güzel bir yazı kaleme almış ki Aktunç, onun öyküleri üzerinde bugüne dek durmamış olmayı yakıştıramadım kendime. İlk kitaplarını yayımlayacak tüm öykücüler, Hulki Aktunç’un bu metnini okuyup da öyle yola çıksınlar diyeceğim. Tabii Seray Şahiner için de geçerli bu sözüm… Aktunç, Kemal Tahir’in kendisine yönelttiği soruyu aktarıyor bize: “Dünya ve Türk öykücülüğünde nasıl bir eksik gördünüz ki onu tamamlamayı düşündünüz?” (13) Yılmak yok, onlar ne yayımlarsa yayımlasın, öykü okumayı sürdüreceğiz… Yeni yılda da, yıl boyunca… ? KİTAP SAYI 934 M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Öykü Zamanı Y ılbaşına öykü mü yakışır? Şiir, roman, deneme, oyun değil, resim, müzik değil sinema da değil yalnızca öykü mü yakı şır? Yakıştırma tabii… Hadi gelin anlaşalım, ben öyküyü yakıştırmış olayım yılbaşına, siz kendi gönlünüzün çeldiği türü… Yılbaşına özgülenmiş öykülerin çokluğuna, bu yönde verimlenmiş seçkilere bakarak mı böyle düşünüyorum? Değil. Yılbaşının, “öykü zamanı” için elverişli bir durum yarattığı düşüncesiyle söylüyorum bunu. Yaslandığı o kısacık an, alımlamada ortaya çıkan etki, bu olanağı gösteriyor. Amacım yılbaşı öyküleri üzerine yazmak değil, yılbaşından yararlanarak kimi öykü kitapları arasında gezintiye çıkmak sizlerle… Öteden beri yılbaşının öngünlerinde, yılbaşında, sonraki günlerde öykü okumaya düşkünlük gösteriyorum. Belki çok farklı kahramanlar aracılığıyla başka başka dünyaları tanıma isteğimden kaynaklanıyor bu. Yılbaşlarında bu dünyaların bir biçimde bir yerlerde kesişebileceği düşüncesi heyecanlandırıyor belki de beni. Bu yılbaşında dört öykü kitabıyla birlikte oldum: Leyla Serpil; Özgürlükle Ölümün Öpüştüğü An (Bilgi, 2006), Gülay Talaslı; Hiçbir Yerde Hiçbir Zaman (Artshop, 2006), Nurhayat Bezgin; Karanlıkta Kaybolmayan (Ürün, 2007), Seray Şahiner; Gelin Başı (Can, 2007). Dört yazardan dört öykü kitabı, üstelik tümü de ilk öykü kitabı. ÖYKÜDE KADIN YOĞUNLUĞU, YEĞİNLİĞİ... Yıllar önce birkaç yazımda değinmiştim, öyküde kadının yaratıcı rolünün, işlevinin erkeğe oranla çok daha yoğun olduğunu. Kanımı değiştirmiş değilim, bu yöndeki düşüncelerimi aralıklarla serimliyorum zaten “Kitaplar Adası”nda. Birörneklik temelinde verimlenmiş izlenimi de bırakmıyor, bu öyküler üstelik. Kadın öykücüler, hem kendi öykülerine yoğunlaşıyor hem de öteki kadın öykücülerden ayrılmak, onlarla arasına sınırlar koymak için çabalıyor. Bunu kuşkusuz tüm yazarlar yapıyor. Ancak kadın yazarların bir sıkıntısı var, öteki kadın yazardan kendisini ayıracak yol bulmakta, kendilerine bu doğrultuda yön çizmekte zorlanıyor enikonu. Çünkü kadınların temel yaratıcı gücü, kimileyin olaylara, nesnelere, ilişkilere bakışlarında, yaklaşımlarında benzerlikler çıkarıyor ortaya. Hatta zaman zaman okunulan metnin ancak bir kadın yazar tarafından kaleme alınmış olabileceği bile düşünülüyor. Erkek yazarların kimileyin bunu kendi lehlerine kullandığına tanık oluyoruz. Yazdıklarının ancak kadın yazarlarca verimlenebileceğini düşündürtüyorsa bir erkek yazar, bu, kendilerinin bunu yöntem olarak kullandığını da gösteriyor aynı zamanda. Bunlar, kadın yazarların, verimleriyle değilse bile verimleyiş yaklaşımları bakımından birbiriyle örtüşebileceği gibisinden bir kaygı uyandırıyor insanda. Çünkü kadın doğurganlığı ile duyarlığından sanatsal dönüştürümde yararlanmak bir kadın yazar için ne denli uçurucu, erkeklere oranla üstünlük getirici bir yaklaşımsa, bunun tuzağına düşüp zanaatını yapmak da o denli zayıflatıcı, zedeleyici bir tutum. Oysa kadın yazarlar erkeklere oranla çok daha zengin bir anlatım gücüne, ayrıntı seçme kıvraklığına Yılbaşına öykü yakışır... sahipler. Leyla Serpil’in, Gülay Talaslı’nın, Nurhayat Bezgin’in, Seray Şahiner’in öykülerinden söz açarken bunları söylemem, bu söylediklerimi onların öyküleri paydasında öne sürmek isteyişimden kaynaklanıyor değil. Bunu, kadın yazarlarımız, kendi öykü verimlerine değgin bir küçük gözlem olarak alabilir pekâlâ. Bir başka gözlemim de kadın yazarlarımızın, ilk öykü kitaplarını yayımlamakta biraz evecen davranıyor oluşu… Hayır çalışılmamış değil, eksiklik de yok diyeceğim hatta, ama şu kuşkudan kurtaramıyorum yine de kendimi: Bu yazarlarımız, acaba hangi dosyalarından vazgeçerek kitaplaştırıyor öykülerini, kafamı burası karıştırıyor işin. Bana öyle geliyor ki, kadın yazar, verimlediğini (ya da doğurduğunu) yeterli buluyor, onu beğeniyor yavrusunu beğenircesine, ama verimlenen kimi ürünlerin yayımlanmadan geçiştirebileceğini düşünemiyor bir türlü. Tuhaf değil mi, öteden beri, yazarlıkta ustalığa ürün dışta bırakarak ulaşılabileceğini düşünmüşümdür hep. Aynı bir öyküde nasıl eksiltmeye gidiliyorsa, öyküler arasında da bir azaltma yeğlenebilir mutlaka. Memet Fuat, yazar adayının ilk dosyasını beğendiğinde, bunu yayımlamak için acele etmez, yazarının ikinci dosyasını beklermiş ya, ben de ilk öykü kitaplarını okurken acaba bu dosyada sınıfta bırakılmış öykü olmuş mudur, kaçı dışarıya çıkarılmıştır yayımlananların yanında, diye sorarım kendime. ÖYKÜYÜ ANLATMAK, ANLAMLANDIRMAK Dedim ya, öyküler üzerinde gelinip gidilip çalışıldığı belli, bir eksiklik bulamıyorsunuz bu nedenle, ama neden yine de tıkanma yaşanıyor kimi öyküler okunurken? Düz ayak, genel bir beğeni değişikliğine bağlanabilir mi hemen bu kolayca? Kaldı ki estetik beğenideki dönemsel değişikliklerin, estetik dediğimiz disiplinin temel ilkelerini değiştirmeyeceği gözden uzak tutulabilir mi? Öyleyse yazarlar, okurların da en azından kendileri kadar zengin, gelişmiş bir sanatsal düşünüş evrenine sahip olduğunu, alımlama yetilerinin bu oranda yükseldiğini öngörmek, ötesinde hesaplamak durumunda. İşte bu açıdan anlatılanla ya da anlatılma biçemiyle sınırlı kalmıyor öyküleme sanatı, bunun ötesine geçerek okuru anlamlandırma kazılarına çıkarmayı da koşulluyor. Böyle bakınca Leyla Serpil’in öyküleri, gücünü olaydan, olayın dramatik yanından, etkileyici yanından alan ürünler olarak görünüyor. Bu öykülerde en büyük eksiklik artalan bırakılmayışı bana göre. Eğer olaylara dayalı, gücünü bundan alan bir öyküleme kuruyor, sonrasında bir anlam yumağı, katmanları açmıyor, artalan zenginliği oluşturmuyorsanız o zaman öykünüz anlamlandırmadan uzaklaşıp anlatımcı bir özelliğe kaymayacak mıdır? Yapılandırılış yönünden, karakterlerin kuruluşu yönünden nece başarılı durursa dursun Leyla Serpil’in öyküleri sonuçta anlatımcı yanlarıyla öne çıkıyorlar denebilir. Keşke yazar da ayırdına varabilseydi, anlamlandırıcı olmaktan giderek uzaklaştığını öykülerinin. Çünkü usta bir yazar Leyla Serpil, bunu hak etmiyor. Nurhayat Bezgin’in öyküleri için de buna yakın bir değerlendirme getirilebilir sanıyorum. Kimi eğretilemelerdeki ilginç açılımlarına, kimi öykülerden yayılan, insanı hoşlukla kuşatan ılıcık güzelliğe karşın düzgünlüğün, sıra içinin, taşkın olamayışın örnekleri bunlar, hep ölçülü, kurallara sıkı sıkıya uyan bir yazarın öyküleri… Nurhayat Bezgin, öykülerde ustalıklı bir yansıtım sergilese de, bu, ustalıklı anlatımıyla kendini gösteren ürün bağlamında kendini koyuyor yalnızca, ama daha az öykü oluyor böyle de. Anlamlandırma yetmiyor çünkü, anlatım da biçemce bir SAYFA 24 CUMHURİYET