05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

‘Müstehcen’ sözcüğünde, okurun, cinselliği çirkin bulan duruşu da var. Giderek o çirkinlik kimi yazarların davranışına da yansıyor. Ama önemli olan, cinselliğe doğal bir anlam kazandıran gülmece anlayışıyla bakmasını bilmektir. O bakışta bir ince alay varsa kırgınlıklara da yol açabilir. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler “Ü vercinka”nın ilk baskısı 1958’de Yeditepe Yayınları arasında çıkmıştı. Cemal Süreya bana imzaladığı kitabın alt başlığına “Sensualité” diye yazmış. Sonra da uzun bacaklı kadınlar çizmişti sayfa aralarına. Cemal Süreya’nın cinselliğe bakışını “nefis düşkünlüğü” olarak yorumlamak şiirinin dokusuyla tam örtüşmüyor: “Aşktın sen kokundan bildim seni Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu.” Kendini “incecik sevdiren” bir kadın vardır: Üzgün bakışlı bir ozanın gönül yorgunluğunu avutmak isteyen bir kadın. Cemal Süreya’nın yaşamasında her zaman bir kadın olacaktır. Cemal Süreya böyle bir üzgünlükten bakacaktır özgürlüğe. “Uzanmış seni usulca öpmüştüm Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.” Üzgünlüğün yavaşlığından özgürlüğün coşkusuna uzanan çizgide insanı çoğaltan bir gücü vardı cinselliğin. MOR TAKA’nın kaptanı Yaşar Bedri Özdemir “Seyir Defteri”ne not düşerken Cemal Süreya’nın şiirini tanımlamasına da değiniyor: “Kenarda bir konu değil aşk ya da cinsellik. Erotik bir şiirdir benimki. Sanırım en belirgin özelliği budur. Dipte tarih içinde uygarlık ve varolma sorunu tartışılır” (MOR TAKA, Seyir Defteri, Erotik (kösnül) Şiir Dosyamız, OcakMart 2007). Cinselliğin sınırlarını belirlemek de kolay değil. İki kişi arasındaki ilişkinin yaşanması ayrı bir konu, bu ilişkinin yazıya yansıması bir başka konu. Yaşanan ilişki iki kişi arasında gizli kalır. Kendini gösterme merakında olanlar neyi kanıtlamak ister? Gençlik yıllarımızda kalan “nazari sedalılar” vardı. Böyleleri abartılmış sözlerle kendilerini kandıradursun; bizi ilgilendiren cinsel duyarlığın edebiyata yansıyan özellikleri olmalı. “Önce cinsellik vardı” demek gerekir. Daha söz yoktu o zamanlar. Dokunmanın büyüsü vardı. Cinselliğin edebiyata yansımasında, ince bir duyarlık olarak işlenmesinden kösnüyü kışkırtmasına kadar uzanan değişik boyutları anımsanmalı. Müstehcen Asuman KafaoğluBüke; “erotik” ile “pornografik” sözcüklerinin örtüşen anlamları üzerinde durarak okuru baştan çıkaran bir yazı türü olduğuna değiniyor. Ancak baştan çıkarmanın sınırlarını tam olarak çizemiyor: “Okurun ‘baştan çıkmasının’ ne anlama geldiği de ayrı bir tartışma konusudur: Cinselliği cesaretlendime ya da çocukların kötü alışkanlıklar kazanmasını önlemek gibi açıklamalar yapılır. Elbette, cinselliği cesaretlendirdiği görüşü, edebiyatın diğer cesaretlendirmeleriyle karşılaştırıldığında gülünç kaçar” (MOR TAKA, Şiir ve Erotizm, Erotizm ya da Pornografi, OcakMart 2007). Baştan çıkan okur, yeni serüvenleri göze alabileceği gibi, kendi yalnızlığındaki çökkünlüğe de çekilebilir. sürülen “Elma” romanında kendi adını kullanmaktan da çekinmedi. Adını gizleyen yazarın önce kendine saygısı olmalı, “Enis” takma adıyla roman yazma girişiminde bulunmamalıydı. Enis Batur haklı olarak yayıncıdan bir açıklama bekliyor: “Kitabın yayıncısı Cem Mumcu, aynı zamanda Hipokrat yemini etmiş bir hekim. Ortaya çıkıp söz konusu kitapla ilgili gerekli açıklamaları yapmadığı takdirde, bu haksızlığı alnında bir dövme olarak taşıması gerekeceğine inanıyorum” (RADİKAL, Enis Batur’u çok kızdırdılar, 23.3.2007). Edebiyat eleştirisinde kişilerle uğraşmanın yanlışlığına inanırım. Ama dolaylı yoldan, ünlü bir yazarın adını kullanarak, adı bilinmeyen romancının kitabını tanıtmak için yapıldığı izlenimi bırakan bu çirkin girişimin, yayıncılık ilkeleriyle bağdaşmadığını da belirtmek isterim. Kitabın yayımcısı Cem Mumcu’nun yaptığı açıklama hekimlik töresiyle de bağdaşmıyor: “Penis denilen organın ismi ‘penis’ yerine ‘pokan’ olsaydı, bu kitabın adı ‘P Okan Roman’ olurdu. Çünkü bu sözcüğün içindeki harflerde bu var. Bu sefer de bir başka dostum olan Okan Bayülgen mi alınganlık gösterecekti” (RADİKAL, Mumcu’dan Açıklama, 23 Mart 2007). İyi ki ‘Pokan’ diye bir sözcük yok. Yayıncı ille de bir ünlünün adını kullanmak gereğini mi duymaktadır? Adını gizleyen yazar böyle bir girişimde bulunmak istese bile; hekim olan, hekimlik töresine uyması gereken yayıncı, yayıncılık töresi bakımından buna engel olmalıydı. Ne var ki böyle bir dedikodu, kitabın satışı bakımından yayıncının işine yaramaktadır. Bir yazarın onurunun zedelenmesi artık onu hiç ilgilendirmemektedir. Önemli olan kitabın yeni bir baskı daha yapmasıdır. Adını gizleyen kitabın yazarı bu çirkin davranışı kitabın başarısı mı sayacaktır? Zaten bu “müstehcen davranış” adının gizlenmesini gerektirecektir. önemli bir yayınevidir. Yayımladığı yüzlerce kitap arasından izlenceyi düzenleyenlerin isteğine uyarak kitap desteğinde bulunmuş. Kitabın önsözünde şöyle bir not var: “Bu kitap, ülkemizde yayımlanan gülmece dergilerinde çıkmış fıkralardan yararlanarak hazırlanmıştır. Birden çok cümlelerle oluşturulmuş fıkralar, tek cümleye indirgenmiştir. Fıkranın özü, gülme, espri öğesiyle yüklü olan bu cümleler, saçma sözler olarak isimlendirilebilir.” Kitapta bu anlayışla düzenlenmiş yüzlerce tümce var. İşin içine gülmece öğesi girince fıkra “müstehcen” olmaktan çıkar. Yüzlerce fıkra arasından kitaptaki bir fıkra sorun haline getirilmiş. Bir gazete bunu günün haberi olarak duyururken, başsız kalan TRT’nin ne hallere düştüğünü dokundurmak istemiş. İncir çekirdeğini doldurmayan bu olay sorun haline getirilince, yarın kendilerinden hesap sorulabilir kaygısına düşen yöneticiler, bir suçlu bulmaya çalışmışlar. Hadi arkasını anlatmayayım. Ama TRT’de öyle görevliler var ki, onların sorumluluk anlayışı ilgilileri dinlemek değil, önyargıyla kafasında biçimlenen kararları uygulamaktır. Çevresini saran yağcılar en haksız kararlarını bile alkışlar. Onlar da önemli işler yaptıklarının davranışı içinde kasılıp dolaşırlar. Kültür insanı olduğuna inandığım bir arkadaşımı anımsarım. “Biraz da bizim Pavarottileri dinleyelim” dediği için adı Pavarotti’ye çıktı. Ama kimse arka çıkmadı ona, yalnız bırakıldı. “Müstehcen davranış” biraz da bu içtenliksiz durumlarda aranmalı. CİNSELLİĞİN GÜCÜ Cinsellik sonsuzluktur. Yaşamaya direnmenin simgesi olan bir gizilgüçtür. O gücü bir utanç ilişkisi olarak yorumlayanlar kendilerinden korkan insanlardır. O gücü gövdesinde ya da yazısında çıkar ilişkisi için kullananlar, asıl onlar “müstehcen” insanlardır. İki kişi arasındaki cinsellik ancak yaşanır. Yaşamaya süreklilik kazandıran kadınların sezgisidir. O sizi çoktan geçer. Siz ona bakmaya çalışırken o sizin içinizi görmüştür. Cinsellikteki şiirselliğin gizlerine varan ozan da yaşamanın anlamına varmış demektir. Aruza yeni bir ses kazandıran Fazıl Hüsün Dağlarca “Şeyh Gelip’e Çiçekler” sunarken diyordu ki (Dizeleri kırmadan yazıyorum): “Sevdim seni, ayrı ayrı sevdim Gövdende, sesinde, yokluğunda.” Bir insanı yokluğunda sevmek bile, düşlem gücünde gövdesini okşarken cinsellik kazanır. Gizli sevi, cinselliğe ayrı bir güç kazandırır. Anısı bile insanın içinde yoğunlaşırken üzgünlüğün yankısıdır duyulan: Dağlarca diyor ki: “Sen sakladığım o sevgisin ki Tanrım bile görmeden seviştik.” ADI GİZLİ BİR YAZAR “Müstehcen” sözcüğünde, okurun, cinselliği çirkin bulan duruşu da var. Giderek o çirkinlik kimi yazarların davranışına da yansıyor. Ama önemli olan, cinselliğe doğal bir anlam kazandıran gülmece anlayışıyla bakmasını bilmektir. O bakışta bir ince alay varsa kırgınlıklara da yol açabilir. Ayşe Arman, adını gizleyen yazarla yaptığı söyleşide, daha yazısının adından başlayarak bir dokundurma, bir göndermede mi bulunuyor? (HÜRRİYET PAZAR, Yazarı Enis Kahramanı P’enis, 11 Mart 2007). Edebiyatımızın çalışkan kalemi, değişik sıkıdüzenlerden edebiyata bakarken dilin sınırlarını zorlayan bir usta yazar, Enis Batur, bu dokundurmalardan tedirgin oldu. Üstelik bu kitabı onun yazdığı dedikoduları yayıldı. Enis Batur takma adlar kullanırken de kendini gizlemek gereğini duymadı. Anımsadığım kadar Fakir İdris, İdris Tantörün, Reşit İmrahor, Salim Kantörün, Yenisey gibi takma adlar da kullandığı bilinir. Ama “müstehcen” olduğu öne “ŞİİR VE EROTİZM” Yaşar Bedri şiir geleneğimiz içinde cinselliğe değinen ozanları anımsamakla yetinmiş. Karadeniz türkülerindeki “açık saçık”lıkta insanı gülümseten bir cinsellik var. Bunları “müstehcen” olarak nitelendirmek doğru olur mu? “Müstehcen” sözcüğü yalnız kösnüyü kışkırtan bir kavramı anlatmaya yetmiyor. Tuncer Uçarol’un “uçkur şiiri” dediği bir “porno” kabalığı var onda (MOR TAKA, Şiir ve Erotizm, Aşk Şiirleri Az Olsun Cinsel Şiir Kitapları, OcakMart 2007). Oysa şiir, bedensel erotizmi duygusal erotizmle anlatırsak “müstehcen” olmaktan çıkar. Ahmet Tüzün şiirin bu işlevini şöyle yorumluyor: “Bedensel erotizmin karşısına ‘estetize edilmiş erotizm’le çıkmaya çalışan şiir kendi olanaklarının da sınırlarında kalarak, erotizmin coşku, şiddet, kapalılık, gizem gibi farklı harflerini yansıtır şiir” (MOR TAKA, Şiir ve Erotizm, Şiirin Olanakları ve Erotizm, OcakMart 2007). SAYFA 28 YAZAR ÖRGÜTLERİ NEREDE? Kendimizi Enis Batur’un yerine koymazsak edebiyatın kişilik kazanmasını beklemeyelim. Sıradan insanların kaygısızlığı içinde silinip gidelim. Haksızlığı meslek edinenlerin yukardan bakışını içimize sindirecek miyiz? “Bu da geçer yahu!” diye geçiştirecek miyiz? İlhan Berk “Âşıkane”yi yazarken günlük tutardı. Söylenip durmayı bırakalım da, onun “Sex” şiirine nasıl çalıştığını anlatan sözlerle bitirelim yazıyı: “29 Aralık 1962, “Sex”i bir önemli yerim gibi düşünüyorum. Hep kapamışım üstünü. İlk şiirlerimde kimi vakit kendini belli etmiş, ama ürkek, etsiz, soluk. Şimdi öyle değilim, onu canlı ortaya koymak istiyorum” (ŞAİRİN TOPRAĞI, Simavi Yayınları 1992).? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. “MÜSTEHCEN DAVRANIŞ” Tanığı olduğum bir başka “müstehcen davranış”ı da anımsatayım: Bir televizyon izlencesinde kültür yarışmasına katılanlara kitap armağan ediliyor. Yarışmada armağan kazanan izleyicilerden biri, kendine gelen kitaplar arasında Adnan Ersan’ın yazdığı bir gülmece kitabını “müstehcen” bulmuş (GÜLDÜREN SAÇMALAR, Arkadaş Yayınevi, 2004). Arkadaş Yayınevi, yayıncılığın bilincinde olan, kültür ortamının çok yönlü gelişmesini sağlayan Kendimizi Enis Batur’un yerine koymazsak edebiyatın kişilik kazanmasını beklemeyelim. Sıradan insanların kaygısızlığı içinde silinip gidelim. Haksızlığı meslek edinenlerin yukardan bakışını içimize sindirecek miyiz? “Bu da geçer yahu!” diye geçiştirecek miyiz? MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 895
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear